Dün sabah yazı işlerindeki arkadaşlarla bugün elinizde tuttuğunuz gazetenin iskeletini hazırlarken, müthiş bir tenakuz ortaya çıktı.
Belki de tenakuz değildi; kim bilir bilerek aynı anda aynı yerde bir iyi, bir de kötü bir şeyin olabileceğini göstermek istedik. Bir cephede, adlarının önünde “profesör”, “doçent” ve “doktor” unvanı bulunduğu; hatta kapılarının üstünde “tarih bölümü” yazdığı halde, Osmanlıca bilmeyen bir düzine hoca…Öbür yanda da, doğru dürüst imkanlara sahip olmadığı halde, organ nakli operasyonlarını büyük bir başarıyla gerçekleştiren Prof. Dr. Kamil Yalçın Polat ve ekibi…
Her ikisi de Erzurum’da, her ikisi de Atatürk Üniversitesi’nde…
Biri başımızı öne eğdirdi, öteki göğsümüzü kabartı…
İkisi de profesör, ikisi de aynı çatı altında…
Biri, besbelli ki Osmanlıcayı turist rehberi kadar biliyor, diğeri organ naklinde Batı standardını yakalamış…
Biri tam olarak “neci”dir bilmiyorum; ama öbürü adam gibi bir ilim adamı ve kula kul değil…
Her ikisi de Atatürk Üniversitesi’nde; her ikisi de Erzurum’u temsil ediyor.
Tarihçi olanı bizi rezil etti, doktor olanı hayat kurtarıyor.
Merak ediyorsanız gidin bakın, göreceksiniz ki rezil eden, hayat kurtarandan daha muteberdir.
Size şu kadarını söyleyeyim, varın gerisini siz hesap edin:
Osmanlıca bilmediği için, tarihi Albayrak gazetesini dolayısıyla da Erzurum Kongresi’ni yalan yanlış takdim eden profesör ve ekibi, idare tarafından el üstünde tutulurken; her operasyonuyla hayat kurtaran ve üniversitenin adını yücelten öbür profesör yani Kamil Yalçın Polat, bir gün öyle büyük bir hata işledi ki, az kalsın idam edilecekti!
O hata şuydu:
Polat Hoca, bir gün çok acil bir operasyona çağrılmıştı; o da alel acele evden çıktı ve arabasıyla geldiği hastanede otomobilini bir yere bırakıp hızla ameliyata çıktı. Hocanın sonradan haberi oldu ki, öyle bir hata yapmış ki, Türkiye Devleti affetse bile NATO affetmezdi: Hoca arabasını hastane yöneticilerine mahsus park alanına bırakmıştı!
Evet; vallahi de şaka değil, billahi de…
Hayat kurtarmak mı önemli, Firavunlar mı?
Soruşturma açılıp açılmadığını bilmiyorum; ama şu kadarı kesin ki, bu şehirde testiyi kıranlar hep muteber olmuştur.
Testiyi taşıyan da, deli, marjinal, uçuk veya manyak olur…
Adam kamyon işi rüşvet yiyor, adam esasında yakalandığı hastalık nedeniyle doktorluk bile yapmaması gerekirken, hala koskoca fakülteyi babasının oyuncağı gibi elinde oynatıyor ama kimse kılına dokunamıyor. Beri yandan da bu memleketin öz çocukları “deli” muamelesi görüyor.
O profesör ki, 28 Şubat’ta cuntacı, başka zaman da şeriatçı, bir başka dönemde de Kemalist olabiliyor. Yani yeryüzüne gelmiş geçmiş en büyük fırıldak…
Ama bu devirde işte o fırıldaklar itibar görüyor!
Kamil Yalçın Polat Hoca, gecesini gündüze katarak, hayat kurtarmasına kurtarıyor da, arabasını kıytırık bir yere koyamıyor. Çünkü o kıytırık yer firavunlara ait!
Sonra kalkıp imandan, inançtan söz ediyorlar…
Oysa bilmiyorlar ki, imanla kibir aynı kalpte barınamaz. Siz, kibri kovmazsanız, kibir kalbinizdeki imanı kovuyor.
Bugüne kadar 70’den fazla insanın hayatı değişti; organ nakli sebebiyle…
Ve o nakiller de Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi’nde yapıldı.
İmkan sunulsa bu merkez daha nice büyük işlere de imza atabilecek. Ama olmuyor, Rektör Bey hariç diğer yöneticiler ellerinden gelse bu merkezi kapatacaklar. Çünkü, merkezin başındaki hoca dünyanın en büyük hatasını işleyerek aracını, başhekimin aracının yerine koyma gafletinde bulundu!
Adam, Osmanlıca bilmediği halde, yıllardan beri tarih hocası olarak bu üniversitede geçinip gitmekte ailece…
İnanın ki, bu ailenin verdiği zarar, o başhekimin açtığı yaranın yanında bir hiç kalır…
Korkarım ki, Mehmet Dumlu Aydın’a ameliyat yapmayı neredeyse yasaklayan o zihniyet, günün birinde de Kamil Yalçın Polat’a organ nakli yapmayı yasaklayacaktır.
Sebebi de, gerçek ilim adamlarının bu özverili çalışmaları yüzünden, yıllardan beri sırtüstü yatıp döner sermayeli maaş alanların kıçı açıkta kalıyor.
Bereket Rektör Bey, bu tezgaha alet olmuyor ve bu dümen suyunda değil…
Hani Şener Şen, bir filmde Kemal Sunal’a ne diyordu:
“Sen kimsin ki, ağanın b..’nun üstüne bo.. olur mu?”
Vaziyet tam da böyledir…
Biri Osmanlıca bilmediği halde, profesör olmuş, öbürü de insanı sevmediği halde doktor ve de üstüne üstelik başhekim…
İnanın ki Atatürk Üniversitesi bu kadar ağır bir yükü taşıyamaz.
Ta ki, rektör ne kadar iyi niyetli olursa olsun…
Bir yanıt yazın