- Erzurum Haber Gazetesi - https://erzurumhabergazetesi.com -

İnsan olmak nedir?

İnsan olmak nedir sorusunu sorup da, cevap almak istediğimizde karşımıza pek çok tarif çıkar. Çağlar boyunca bu soruya cevap aranmış ve her biri bu hususu farklı cephelerden ele alan pek çok açıklama ve ibare ortaya konmuştur.

“İnsan olmak, bilerek ve isteyerek hiçbir insana acı vermemektir “ifadesi en yaygın olarak bilinen ve en çok kabul gören tariflerden  biridir. Bu ifade doğru, fakat eksiktir. İnsan olmak; bilerek ve isteyerek canlı ve cansız hiçbir varlığa zarar vermemektir denilirse daha doyurucu ve kapsamlı bir açıklamaya ulaşılmış olunur. Bu cümlenin içine insana ilâveten bütün hayvan ve bitki türlerini, havayı, toprağı, suyu korumak hususu girer. Ayrıca ortak zenginliğimiz olan yeryüzü kaynaklarını israf etmeden verimli kullanmak, insan ve çevreyi tehdit eden her türlü oluşumdan sadece nefsimiz için değil, insanlık adına kaçınmak da dahil olur. Bizim kültürel hayatımızda “Ahlâk-ı hamîde” güzel ahlâk olarak kayıtlı bulunan ve ferdin önüne bir hayat düsturu olarak konulan da budur. İnsanın güzel ahlâk kazanmak için kendisiyle mücadele etmesi, kendisine söz geçirerek  kendisinin efendisi olması, kendisini  inşa yoluna gitmesi beklenir.  İnsanı “eşref-i mahlukat”  (yaratılmışların en şereflisi) kılan da, ancak böyle bir anlayışa bağlı bulunarak hayat yolculuğunun tamamlanması olsa gerektir.

İnsan, evrenin öznesidir. Dünya; bütün güzellik ve zenginlikleriyle onun istifadesine sunulmuştur. Diğer varlıkları genellikle hükmü altına alabilen ve tabiata belli bir ölçüde hakim olabilen insanoğlu; nesillerin zihin ve beden gücünü üst üste koymasıyla, büyük medeniyetlerin banisi bulunmuş, ilim sanat ve teknolojide önemli hamleler gerçekleştirmiştir. Fakat insan;  bir taraftan akıl almaz işlere, mucizevi denilecek buluşlara imza atar, olağanüstü güzellikte sanat eserleri vücuda getirirken,  diğer taraftan içindeki vahşiyi susturamamış; savaşmaya, kan akıtmaya, yakıp yıkmaya bir türlü kanamamıştır.  İlk çağlardan günümüze kadar geçen zamanlarda bu hususta mesafe almak ne yazık ki, pek mümkün olamamıştır.  Büyük balığın küçük balığı yutmasındaki ilkel hakikat; insanların dünyasında her vakit geçer akçe sayılmıştır. “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”, “Birleşmiş Milletler Kararları”, “ gibi hükümler;  hep büyük güçlerin görünüşte kendilerini de dahil ettikleri ama aslında kendilerine göre çapsız olanlara dayattıkları veya işlerine geldiği gibi yorumladıkları kâğıt üstünde kalan bir “fanteziler manzumesi” olma özelliğinden kurtulamamıştır.   Daha iyi bir dünya düzeni konusu sadece günümüzde değil, her  devirde insanoğlunun zihnini meşgul etmiş;  bu bağlamda eserler kaleme alınmıştır. İnsanların yoksulluk çekmeden, savaşmadan ve birbirlerine acı vermeden yaşayacakları bir evren tasavvuru konusunda çeşitli formüller, modeller ortaya atılmış; ütopyalar, siyasetnameler yazılmıştır.  Fakat  gelinen noktada görünen odur ki; Macchiavelliste bir bakış açısı günümüzde dünyanın merkezine oturmuştur. Devlete menfaat sağlamak uğruna her türlü uygulamayı meşru ve mubah sayan bu anlayış tarzı,  hem fert bazında, hem de devletler bazında kabul görür olmuştur. Batı dünyasına ait felsefî,  tarihî ve sosyolojik süreçler zamanla  bu coğrafyalardan bütün dünyaya zerk edilmişlerdir. Aydınlanma Çağı, Sanayi Devrimi gibi oluşumlar, Materyalizm, Pozitivizm,  Egzistansiyalizm gibi akımlar; yirminci yüzyılda  Modernizm ve Postmodernizm olarak adlandırılan bir algılayış biçimine kapı aralamıştır.  Modernizm ve Postmodernizmle  birlikte  fertteki egoyu besleyen ve şişiren “Bireyselcilik” anlayışı;  insanlığın gündemine taşınmıştır. Kendi “ben”lerini  ana eksen kabul eden fertler, giderek yalnızlaşmış, kendi içlerine kapanmışlardır. Oysa insan, kendisinden yola çıkarak, bütün evrenle kucaklaşan köprüler kurmadıkça, başka benlere açılmadıkça, kendi iç ve dış dengelerini sağlam prensiplere oturtmadıkça, nefsini ne kadar hoşlarsa hoşlasın bir yere varamaz. Fert, dışa açıldıkça büyür  ve kişilik gelişimi dediğimiz iç büyümesini de bu yolla sağlar. Kendi “ben”ine hapsoldukça da tıkanır ve bunalır. Dış dünyaya yabancılaşmayı, karamsarlığı veya  hayatı hafife alarak, küçümsemeyi doğuran bu görüşler neticede insanı  açmaz ve çıkmazların içine sürüklemiştir. Batı dünyası kendi içinde bir inkıraza doğru sürüklenirken, Doğu dünyası da başka badirelerin  girdabında boğulmakta, bir türlü kendisini bulamamış olmanın çok yönlü sancılarını yaşamaktadır.

Kısacası neresinden bakacak olursak olalım, gelinen nokta hiç de iç açıcı, mutluluk verici değildir. Gerçekten de çivisi çıkmış; sağduyusunu kaybetmiş, dizginlerini  yitirmiş kaotik  bir dünya ile karşı karşıyayız.  Ekonomik büyümeyi gerçekleştirme, teknolojik hamleler  yapma ve daha fazla maddi güç kazanma amaç halini alırken;  insan araç olmakta, giderek nesneleşmektedir  Dünya nimetlerinden alabildiğine çok faydalanma, en uç noktada haz alma, israfta ve safahatta ölçü tanımama yaşamanın gayesi olarak öne çıkmaktadır. Bir yanda çok tüketme, o nispette de çok üretme çılgınlığına kapılmış bir destursuz gidiş söz konusu iken; diğer yanda açlıkla mücadele eden, temel ihtiyaçlarını karşılayamayan , hastalıktan kırılan kalabalıklar söz konusudur. Ülkelerin  sınırlı kaynaklarını, mali imkânlarını daha güzel bir dünya için değil de,  muhtemel tehditlere karşı korunma veya hakim güçlere karşı caydırıcı güç biriktirme  uğrunda harcamasına karşı yeni trendler belirleme zamanı gelmiştir. En ileri  teknolojilerle silah üretme faaliyetine ve silahlanma yarışına ket vurma bir ham hayal gibi dursa da,  rüyasını olsun görmeye değer bir husus olarak zihinleri işgal edebilir.  Gücümüzü ve aklımızı kendimizin ve yekdiğerlerinin  insanî kalkınmasına ve mutluluğuna harcarsak el birliğiyle aynı gök kubbenin altında daha müreffeh yaşayabileceğimiz ortak  bir zemini belki de yakalayabiliriz.

Şark, bilgedir. Şarkın da kendi bilgeliğine uyanması, silkinerek uyandırılmasının âciliyeti ortadadır. Bizim kültür kotlarımızda insanlığın susuz olduğu pek çok evrensel prensip, pek çok ışıklı hüküm mevcuttur. Bu yolla önce  kendimizi fark ederek, başkalarına da fark ettirmemiz yeryüzünün selameti açısından gereklidir. Böyle bir zamanda oturmuş akıllara, akil adamlara, bilgelere, kanaat önderlerine ihtiyaç vardır. Fertleri tek tek sözde değil de özde güzel ahlâklı kılmak ve etik denilen ahlâk felsefesini dünyaya hakim kılmak adına  topyekun bir eğitim seferberliğine yönlenmeye muhtacız. Burada daha iyi bir dünya,  daha mesut bir insanlık için her birimize sorumluluk ve vazife düştüğünü, en azından herkesin kendi namına bir önceki güne nispetle daha iyi ve daha verimli bir insan olma konusunda şuurlu bir gayretin içinde bulunması gerektiğini hatırlayalım. Yaptığımız işi en iyi şekilde yapmaya çalışmak, sorumluluk alanlarımızın hakkını vermek bu hususta atacağımız ilk müspet adım olmalıdır.

Belkıs Altuniş Gürsoy