Türkiye, haziranda seçime gidiyor.
Milletvekillerini yenileyeceğiz.
Amaç bu.
Bunun için binlerce aday adayı çeşitli partilere başvurdu.
Hepsinin tek hedefi var:
550’den biri olmak.
***
Aday adaylığı için kaç başvuru var, bunu net bilmiyorum.
Ama 15 bini geçtiğini tahmin edebiliyorum.
Anlayacağınız “bir” milletvekilliğine “çok” sayıda talipli var.
Bu taliplilerin önemli bölümü bürokrat. Bürokratların dışında avukatlar, akademisyenler, doktorlar dikkati çekiyor. Serbest çalışanlar da “eh”denecek kadar var!
***
Dikkat ediyor musunuz bilemem de, milletvekili aday adaylarının çoğu“okumuş adam.”
Yani dünün “hayat mektebi mezunu” vekillerinin yerini, artık bir, belki iki üniversite bitirmiş, birkaç dil bilen, alanında uzmanlaşmış, kimi doktorasını tamamlamış, kimi master yapmış “eğitimli vekiller” alıyor, hele de alacak.
Aman alsınlar, almalıdırlar da.
Bu anlamda çok geç kaldığımız söylenebilir.
***
Hatırlayanlarınız mutlak olacaktır!
Eskilerde vatandaşa şirin görünme ve dalkavukluk yapma adına, “halkın seviyesine ineceğiz” derdi çoğu vekil aday veya aday adayı.
“Halkın seviyesine inmek” demek, ne demekse!
***
Adam üniversite okumuş, yurtdışına gitmiş, eğitimini iyice perçinlemiş, belli bir seviyeyi yakalamış. Ama siyasete girdiğinde “halkın seviyesine ineceğim!”diye tutturuyor.
Niye kardeş, sebep ne?
“Halk” dediğin topluluğun acaba kaçı senin gibi üniversite yüzü görmüş, kaçı yurtdışına gitmiş, kaçı doktora yapmış, kaçı dil biliyor?
Günümüz dünyasında artık bir fakülte bitirene ve hatta bir dil bilene “sıradan”gözüyle bakılırken, sen nasıl oluyor da “elife mertek” diyenin seviyesine inmeye çalışıyorsun?
Nedir amacın, alçakgönüllülük mü gösteriyorsun, mavi boncuk mu dağıtıyorsun, yoksa niyetin “şirin gözükme” adına yalakalık mı?
***
Yılışmanın, dalkavukluğun alemi yok.
Dünya sürekli değişiyor ve yenileniyor.
Teknolojinin hızına, bilmin dudak uçuklatan keşiflerine yetişmek mümkün değil.
Adamlar sanki uyumuyor, dinlenmiyor, durmadan çalışıyor ve habire üretiyor.
Ya biz!
Okur-yazarlığından şüphe ettiğimiz, dünya görüşü son derece “sığ”, kitap, dergi, gazete okumayan, kendisini televizyonlara esir etmiş, sürekli “tek kaynaktan” beslenen, bırakın dünya genelini, ülkesinde yaşanan çoğu olaydan bile haberi olmayanları, “senin seviyene ineceğim” diyerek onore etmek ve sanki yaptıkları “marifet”miş gibi cesaretlendirmek!
Pes yani, pes ki ne pes!
Adama sormazlar mı:
“E benim güzel kardeşim, sen halkın seviyesine inecektiysen, daha bu kadar yıl niye okudun, niye dirsek çürüttün, niye yurtdışlarına gittin, niye master yaptın, niye doktor, doçent, profesör, amir, memur, müdür oldun!”
Otursaydın oturduğun yerde, sen de bu kadar yıl beklemez, seviyesine inmeye can attığın o büyük çoğunluğun bir parçası olurdun sonuçta.
Bu kadar çabaya, çalışmaya, okumaya ve yurtdışlarına gitmeye de değmezdi!
***
Kimse kusura bakmasın ama, bugün artık ne bu ülkenin, ne de Erzurum’un, halkının seviyesine inme sevdasında olanlara, siyasetçilere ve yöneticilere ihtiyacı yoktur.
Biz artık halkını kendi seviyesine yükseltecek siyasetçiler, yöneticiler, bürokratlar istiyoruz.
Biz, her yönüyle gelişmiş, aşama kaydetmiş, maddi ve manevi alanda belli bir seviyeye yükselmiş, çalışan ve üreten bir toplum haline gelmek istiyoruz.
Ve biz, her şeyden önce bize birey olmayı öğretecek ve aşılayacak önderler istiyoruz.
***
Bu istekler elbet kendiliğinden ve de “ha” deyince olacak şeyler değil.
Önce bu istekleri yerine getirecek vekiller, düşünen ve üreten beyinler, cüpbesinin hakkını veren bilimadamları, makamlarının hakkını veren yöneticiler ve hepsinden önemlisi de “sistemde değişiklik” gerekiyor!
***
Aman ha…
“Sistemde değişiklik” sözümü sakın ola ki, TÜSİAD’ın “ihanet kokan”anayasa taslağı gibi algılamayasınız!
Hiç tartışmasız Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk Devletidir.
Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür, dili Türkçe’dir. Bayrağı, beyaz ay yıldızlı bayraktır, milli marşı, İstiklal Marşı’dır.
Bunlar benim ülkemin “olmazsa olmaz” değişmeyen, yazılı kurallarıdır.
Böylesine hassas bir konuda fesatlık yapmak, kafa bulandırmak, TÜSİAD’a müsiada hak vermek, bölücüye, haine, çapulcuya çanak tutmak niyetinde değilim, olmam ve olamam da.
***
Ben, ülkesinin kalkınmasını arzulayan, çocuklarına mutlu yarınlar bırakabilme adına kafa yoran bir vatandaş olarak, yerel siyasetçi ve yöneticilerin, okumuş, eğitimli, bilgili, görgülü insanlardan oluşmasını arzu ediyor…
Bu konuda bir sistem değişikliğine taraf olduğumu ifade etmeye çalışıyorum, işte o kadar.
***
Milletin sadece bir meclisi yok.
Ankara’da “büyük” olanı, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi var.
Ama illerde il genel meclisleri ve belediye meclisleri yığınla.
Kim görev yapıyor bu meclislerde, dönüp işin bir de bu tarafına bakmalıyız.
***
Bizim kanunlarımız, devlet memuruna siyaseti yasaklamış. Ama işçiler için böyle bir kısıtlama ve sınırlama sözkonusu değil.
Aynı kamu kurumunda, aynı birimde ve hatta aynı odada çalışan iki insan…
Biri memur, biri işçi.
İşçi olanına siyaset var, memur olanına yok!
Okumayı-yazmayı askerde öğrenmiş köylü Hasan efendi, mahalle bakkalı Mehmet dayı ve hatta işsiz bilmem kim siyaset yapabilir, aday olabilir, seçilebilir…
Ama sıra öğretmene, mühendise, doktora, postanedeki memura, hastanedeki hemşireye, belediyedeki müdüre geldiğinde “yasak!”
***
Olur mu böylesine “çiftestandart” bir uygulama?
Yeni bir anayasa ile birlikte önce devlet memurlarının önündeki engelleri kaldıracak adımlar atılmalıdır.
Amaç çok daha özgür ve çağdaş bir ülke özlemiyse eğer…
Bizi biz yapan değerleri, “yeni anayasa safsatası” altında yerle bir etmeyi hayal etmektense, Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı olan herkese “özgürce” seçme ve seçilme hakkı getirmeli, hatta seçilme şartları arasına “üniversite mezunu” olma maddesi özellikle konularak bu değişiklik sağlanmalıdır.
***
Bakar mısınız garabete!
Adam belediyede işçi, aynı zamanda belediyesinin meclisinde üye…
İl özel idaresinde şoför, İl Genel Meclisi’nde temsilci!
Sabah kurumunun kapısının önünde kazma sallayan, öğleden sonra İl Genel Meclisi toplantısına girip, bu kez “üye” sıfatıyla salladığı işle ilgili bir karara yön verebiliyorlar.
Ama o işçinin başındaki amire, memura, müdüre siyaset “zinhar” yasak.
***
Demokrasi değil, tam bir tüluat.
Aslında bu ülkenin öncelikle bu komediye son vermesi gerekiyor.
Hele şu tiyatro bir sona ersin, orta yerde dolaşın ve cakasından geçilmeyen figüranlar şöyle bir kenara çekilsin, bakın bakalım bu ülke kollarındaki kelepçeleri, ayaklarındaki prangaları birer birer parçalayıp, gelişmeye, büyümeye ve refaha doğru hızla hamle yapıyor mu, yapmıyor mu?
O zaman görürüz!
Öztürk Akkök