Gazeteci Mehmet Şener olimpiyat ruhunu ve Erzurum insanının kendine olan güven konusunu ele alan yazısı…
Erzurum 2011 ile rüştünü ispatladı; şimdi çok daha büyük işlere gönül rahatlığıyla talip olabiliriz. Erzurum asla yabana atılacak bir şehir değil…
O yolculuk sırasında beni şaşırtan bir isim de Bekir Korkmaz oldu. Daha önce defalarca oturup kalkmış olmamıza rağmen hiç birlikte seyahat etmemiştik. Hani büyükler derler ya, bir insanı ya yolculukta, ya da alış-verişte sınayacaksın diye…
Öyle oldu… Bekir Korkmaz, sanki kırk yıllık arkadaşımız gibi davrandı ve dinlemesini de bildi, anlatmasını da… Son derece kibardı, beyefendiydi ve samimiydi… Şaka da yaptı, yapılan şakayı da kaldırdı……
Bekir Bey, hesap uzmanı meslektaşlarının aksine, sosyal bir insan ve renkli bir kişi…
Sevgili İsmail Uslu…
Bendenizin eski mesai arkadaşı; birlikte az mı dirsek çürüttük, az mı haber peşinde koştuk… Fakat İsmail iş değiştirdi, daha rahat edeceği bir iş seçti. ETSO da başkan asistanı oldu. Gerçi meslekten hiç kopmadı, hatta ETSO’nun dergisini her ay hazırlamak suretiyle aslında aktif gazeteciliğini hep sürdürdü. Şimdi de benden duymuş olmayın ama korsan olarak Güncel Tımes’e akıl hocalığı yapıyor!
İsmail de tıpkı bizim Orkun gibi usta bir mukallit olmasına karşın, tüm ısrarımıza rağmen “erkimsan” dedirtemedik. Bilen biliyor da bilmeyenler için diyelim “erkimsan”, ETSO Başkanı muhterem Lütfü ağabeyimizin kod adıdır.
İsmail, tedbirli ve büyüklerine karşı hürmetli bir dostumuzdur. Bilmiyorum ya Lütfü Yücelik’e biri ihbar eder diye “erkimsan” eksenli bir konuşma yapmadı, ya da artık o kadar kanıksamış ki “erkimsan”ı komiklik olsun diye konuşma gereği duymuyor.
Beyimiz siyasete daldı, ekonomi konuştu ve son günlerin en popüler gündemi olan şike iddialarıyla ilgili görüş bildirdi. Ben de Fenerbahçe’liyim ama İsmail çok farklı… Şike meselesine öyle bir bakıyor ki, az kalsın diyecekti ki, diğer takımlar cezalansın, Fenerbahçe ödüllendirilsin. Aynı derecede olmasa bile Bekir Korkmaz da rijit bir Fenerli…
Cihat… Yani, Sevda’nın kocası veya Orkun’un ifadesiyle Cihat Güneş İncesu…
İftira; halbu ki Cihat light bir erkek değil. Sadece Sevda’nın haberi olmadan adım atamıyor o kadar…
Eski bir pehlivan, çok iyi bir televizyon gazetecisi, dost bir arkadaş, adam gibi adam…
O seyahatte Sevda yoktu… Bu sebepten midir, başka bir sebepten midir çözemedim; Cihat her zamankinden farklıydı; yani durgun ve sessizdir. Arada bir başımı çevirip arkada O’na baktığımda hep gözleri nemlenmiş elinde siyah-beyaz Sevda’nın fotoğrafına bakarken görüyordum. Hiç seslenmiyordum ki, çocuk huşu içinde karısının resmine doya doya baksın. O’nu böyle görünce yanıbaşımda oturan Sinan Özçaylak’ın her yarım saatte bir karısına tekmil vermesini artık yadırgamadım. Haydi diyelim ki, Sinan’ın muhterem kayınvalidesinin sahilde yazlığı var, ya Cihat’ın kayınvalidesinin neyi var ki, böylesine tutkulu…
Halbu ki evliliklerinden buyana, belki de ilk kez ayrı düşmüşlerdi. Ve bu ayrılık da sadece yarım gündü… Demek hala böyle evlilikler var. Ya da bu derecede karısından korkuyordu. Oysa Sevda öyle eli maşalı bir kız değil… Sebebini çözemedim ama Cihat giderken de gelirken de hep o resme bakıp iç geçirip durdu. Bu yüzden meseleler hakkında görüşlerine vakıf olamadık!
Misafirlerimiz Melih ve Ahmet’in ağızları var dilleri yoktu. Dinlediler, güldüler ama halkaya girmediler.
Kaptanımız Bekir ise, Allah düşman başına vermesin sanki kağnı arabası kullanıyordu. Adam kurallara öylesine sıkı sıkıya bağlıydı ki üç saatlik Trabzon yolunu yedi saatte gittik altı buçuk saatte geldik. Adam yetmiş kilometreyi geçmedi.
Dedim ya yol boyunca hem röportaj yaptım hem de eğlenip güldük. Bu arada unutmadan Recep Kapucu’nun kafile için hazırladığı o muhteşem kahvaltıya değinemeden geçemeyiz. Artık nereden kaldırmışsa kaldırmış; sucuktan, bal’a, tulum peynirinden yumurtaya, karpuzdan reçele ve de kavurmaya kadar herşey vardı.
Bekir Bey’e sormuştum:
“Nedir o taciz olayı?” diye.
Güldü. Ama samimi cevap verdi:
“Aslında ortada bir taciz filan yoktu; olay tamamen o taksici arkadaşın aşırı sıcakkanlı biri olmasından kaynaklandı. Yolcularına gereğinden fazla iltifat edince, kuşkucu turist yanlış anlamış. Sonradan işin aslı astarı ortaya çıkınca olay tatlıya bağlandı.”
-Peki FISU’dan ha bire azar işittiğimiz doğru muydu?
-Yanlış, yalan ve art niyetli bir yorum. Yarışlar oldu bitti hala bugün bile FISU’nun üst düzey yöneticileri bizleri arıyor ve oyunlar sırasındaki kaliteye teşekkür ediyorlar. Kaldı ki, Türkiye değil FISU, kimseden fırça yiyecek bir ülke değil; kimsenin haddine düşmez Türkiye’yi fırçalamak…
-Şu halde çok memnun kaldılar öyle mi?
-Evet; hem de son derece memnun kaldılar. Niye memnun kalmasınlar ki, Türkiye oyunların en iyi biçimde yapılması için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadı. Başta Başbakan’ımız Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere spordan sorumlu bakanımız ve genel müdürümüz olağanüstü bir çaba gösterdiler.
-Peki Erzurum bu denli başarılı bir organizasyonun ardından, olimpiyat da yapabilir mi?
-Niçin olmasın? Tamam şu an için eksiklerimiz var, yapılması gereken çok önemli işler var fakat hiç farketmez. Kış Oyunları’na aday olduğumuzda da Erzurum onlarca eksiğe sahipti. Ne oldu sonunda hükümet yapılması gereken herşeyi fazlasıyla yaptı ve FISU’nun tarihindeki en yüksek katılımlı ve en coşkulu yarışları Erzurum’da oldu. Olimpiyat için de aynı şey olur ve ülke olarak başarırız; ben yürekten inanıyorum.
Bu seyahatin amacı aslında bir röportaj yapmak değildi; Trabzon’a gidip gençlik olimpiyatının açılış törenini izleyecektik. Bu sebeple röportajı tadında kestik ve aracımızın Trabzon’a girmesiyle, tamamen kendimizi törenlere programladık.
Önce şu tespiti aktaralım: Trabzon’da önemli bir organizasyon olmasına karşın şehir hiç de o öneme göre süslenmemişti ve hazırlanmamıştı. Bizim Zeki Arıcıoğlu’nun firması Arkes’in şehir giydirmeleri de olmasaydı oyunlara dair en küçük bir iz yoktu çevrede…
Zeki kardeşimiz artık bu işin ülke genelindeki profesyonellerinden biri… Erzurum’da rüştünü ispatlamıştı, Trabzon’da ustalığını göstermiş. Bize balık ziyafeti çekti diye demiyorum, Zeki artık bu süsleme işinde bir kompentan…
Neyse…
Aşırı sıcağın altında uzun bir yaya yürüyüşünün ardından nihayet Avni Aker’e geldik. Elimizde protokol davetiyeleri olduğu için kalabalığa dalmadan protokol kapısından stadyuma girdik… Avni Aker hınca hınç doluydu, lakin kimsede coşku ve heyecan yoktu. Dedim ya Trabzon bir spor şehri; ya bu tür gösterilere doymuşlar, ya da bu oyunları fazla ciddiye almıyorlardı.
Stadyum doluydu, ama coşku yoktu.
Başbakan Erdoğan’ın stada gelmesiyle program başladı. Orada da gösterileri Mustafa Erdoğan’ın şirketi üstlenmişti. Hava sıcak ama denizden esen lodos sizi az da olsa rahatlatıyordu.
Herşey güzeldi, gösteriler muhteşemdi, renk ve ışık uyumu görmeye değerdi. Lakin illa da “Erzurum’un açılışı mı daha görkemliydi, Trabzon mu?” diye soracak olursanız, şu kadarını söyleyeyim:
Erzurum, bambaşkaydı ve dillere destan olmayı hakketmişti…
Orada karar verdik ki, biz kendimize çok haksızlık etmişiz.
Erzurum; Trabzon gibi spor merkezi bir şehre karşı fark yarattı ve bu gerçeği Trabzonlu dostlar bile söyledi. İlk yorum da bizim Gürkan Ata’dan geldi. O hem Erzurum’u çok iyi biliyor hem de memleketi Trabzon’u… Gürkan Erzurum’daki seremoninin çok daha görkemli olduğunu söylemekten çekinmedi.
Doğrusu da buydu…
Başka dostlar da aynı tespitlerde bulundu.
Hoş Trabzon kötü değildi; ama Erzurum çok daha güzeldi.
Bir kere Erzurum açılışını izlemek için gelen misafir bakımından da çok çok farklıydı. Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a, Bakan’lardan, büyükelçilere, sanatçılara, sporculara kadar binlerce insan Erzurum’da soğuğa rağmen stadyuma koşmuştu… Vatandaşın ilgisi ve heyecanı zaten tarifsizdi…
Sonuç olarak: Erzurum 2011 ile rüştünü ispatladı; şimdi çok daha büyük işlere gönül rahatlığıyla talip olabiliriz. Erzurum asla yabana atılacak bir şehir değil…
Mehmet ŞENER