Çözüm ne kelime? BDP kadroları Kürt Sorununun çözümü karşısındaki en büyük engel olarak karşımızda duruyor. Barışı dinamitlemeye ısrarla devam ediyorlar.
İmralı Cezaevinde hükümlü terörist Abdullah Öcalan, bir süredir avukatlarıyla görüştürülmüyor…
‘Örgütünü Cezaevinden yöneten tek terörist başı’ olarak tarihe geçen ÖCALAN ile avukatları ‘devam eden davalar gerekçesi ile’ görüşmeler yapıyordu.
Madem görüşme gerekçesi ‘devam eden davalar’, öyleyse tüm görüşmelerin bu hukuki durumla sınırlı kalması lazım, öyle değil mi?
Hayır! Bugüne kadar öyle olmadı… Görüşmeden çıkan avukatlar her defasında siyasi açıklamalar yaptılar.
Avukat gibi değil ‘siyasi sözcü’ gibi davrandılar. Örgüt liderinin talimatlarını, siyasi görüşlerini, devlete meydan okuyan beyanlarını hem de kameralar önünde pervasızca dile getirdiler.
Giderek şöyle garip bir tablo ortaya çıktı.
Nasıl ki Bakanlar Kurulu toplantılarından sonra hükümet sözcüleri açıklamalar yaparsa, haftalık avukat görüşmeleri de aynı şekle büründü.
Örgütün ve kamuoyunun kulağı bu görüşmelerde… Kendisine hukukun tanıdığı bir teknik imkânı alabildiğine istismar ederek bir siyasi aktör haline gelen katil başı, güncel konular hakkında ne buyuracak(!)…Örgütüne ne talimatlar verecek…
Düşünebiliyor musunuz? Devletin cezaevinden bir kanlı katil ‘ateşkes bitti’ diyecek, kalaşnikoflar askerin üzerine ateş yağdıracak? ‘Gerilla! Biraz sakin ol, ateşe ara ver’ diye emir verecek, örgüt buna ‘emredersin’ diyecek!
Tabi, devlet yıllarca ÖCALAN’I, ‘PKK’YI kontrol amaçlı ‘kullanmak istedi… Avukat görüşmelerinin örgüt yönetme amacıyla hoyratça kullanılmasına sırf bu yüzden ses çıkarmadı…
Ama sonunda bunun da bir işe yaramadığı ortaya çıktı.
Ve nihayet doğru bir kararla avukat görüşmelerine mani olundu… Örgütle örgüt başının devlet garantili iletişimi kesiliverdi…
Baştan sinyal gelmeyince kuyruk huzursuz oldu… Sağa sola yalpalamaya başladı…
Ve bu görüştürülmeme durumunu protesto amacıyla Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Hukuk Dayanışma Dernekleri Federasyonu (TUHAD-FED) ve Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) desteğiyle Bursa’nın Gemlik İlçesinde bugün bir protesto yürüyüşü düzenlendi.
Basından öğreniyoruz ki, yürüyüşe katılmak üzere Diyarbakır’dan yola çıkan konvoyu, polis kent çıkışında durdurmuş.
Bu esnada polis ile bir BDP Milletvekili arasında tartışma yaşanmış…
Vekil, rütbeli bir polise “Ben Milletvekiliyim, halkın vekiliyim, sen kimsin” diye fırçayı basıyor.
Polis de “Ben de devletim” diyor…
***
Haberi okuyunca zihnim bulandı. Bir polisin, makamı ve rütbesi ne olursa olsun ‘Ben devletim’ demeye ne kadar hakkı var? Bir devlet görevlisinin her fırsatta kendini devletin yerine koyması elbette ‘demokratik’ bir tavır değil… Haddi aşan bir ifade… Bu ayrıca tartışılacak bir konu…
Ancak haberde beni asıl düşünceye salan vekilin göğsünü gere gere haykırdığı ‘Ben halkın vekiliyim’ ifadesi oldu.
PKK’nın TBMM mangası gibi davranan, siyasi karar ve eylemlerinde halkın değil ÖCALAN’IN talimatlarına göre hareket eden bu uzaktan kumandalı siyaset oyuncakları gerçekten halkın vekili mi? Yoksa PKK’NIN bu gibi örgüt eylemlerinde kamu görevlileri üzerine saldığı koçbaşları mı?
Bugüne kadarki süreç, BDP siyasi geleneğinin, ‘dağdakilerle’ hiçbir farkı olmadığını gösterdi. Kendisine halkın vekili sıfatını yakıştıran bu kişilerin KÜRT MESELESİ’nin çözümüne hiçbir katkı sağlamayacakları ortaya çıktı.
Çözüm ne kelime? BDP kadroları Kürt Sorununun çözümü karşısındaki en büyük engel olarak karşımızda duruyor. Barışı dinamitlemeye ısrarla devam ediyorlar.
Bu açıdan bakınca KCK tutuklamalarını ‘çözümü dinamitleyen değil’, aksine ‘çözüme katkı sağlayan’ bir devlet iradesi olarak görüyoruz.
Kürt sorununa çözüm arayışları ‘bu kanlı koro’ dışında devam etmeli…