- Erzurum Haber Gazetesi - https://erzurumhabergazetesi.com -

Başımıza gelenler

Hayat tekrardan ibarettir. Her hayat macerası özelde kendine has, tek ve biricik olduğu halde genel anlamda diğer yaşanmışlık hikâyelerinin bir benzeridir. Doğum ve ölüm çizgisindeki dünya yolculuğu asırlardan beri birbirine yakın bir seyir içinde başlayıp yol almaktadır. Bu itibarla “tarih tekerrürden ibarettir” sözü bir gerçeği ifade eder.

 

Tarihi, kişisel tarih ve ülkelerin, milletlerin tarihi, dünya tarihi  olarak aldığımızda da keyfiyet bu minval üzere yürür. Kişisel tarih ile ülkelerin tarihi birbiriyle iç içedir. Ama “hâfıza-i beşer nisyân ile malûldür”. Yani insan hafızası  unutma ile sakattır. Kendi kişisel tarihindeki bazı sayfaları siler. Bu durum hayatı kaldırabilmek, avunmak, teselli bulmak adına belli bir ölçüde  gereklidir. Ama ülkelerin tarihi unutulmamalı, unutturulmamalıdır. Tarih şuurunu uyandırmak adına müzecilikten tiyatroya, romandan hatıra kitabına, musikiden sinemaya kadar sanatın ve ilmin bütün şubelerinin seferber olması beklenir. Ancak tarihini yaşatan, millî hafızayı canlı tutan milletler ruhlarını diri tutabilirler.

 

Şimdi tarihte bir yolculuğa çıkıp, Başımıza Gelenler adlı kitabın yazılmasına vesile olan hadiselere kısaca bir göz atalım :

 

Almanya, Avusturya ve Rusya “Üçlü İttifak”(1872) adıyla bir protokol imzalarlar. Bu devletlerin teşviki ve yardımıyla Hersek civarında yaşayan Nevesin kazası halkı,  Osmanlı idaresinden hoşnut olmadıkları bahanesi ile baş kaldırır. Karadağ eşkiyaları Osmanlı Devleti’ne karşı bir isyan başlatır. Bu ihtilal ateşi ancak iki buçuk sene sonra Ayastefanos Antlaşması’yla son bulur. Fakat bu sefer de  Bosna-Hersek, Sırbistan Özerk Prensliği ve Bulgarlar yine aynı İttifak’ın sevkiyle isyan ederler. Kısacası Balkanlar topyekûn bir ateş çemberi içinde kalır. Rumeli bu halde iken Rusya, Kars ve Erzurum merkez olmak üzere Anadolu cephesinde savaş ilan eder. İki farklı noktada aynı zamanda savaşmak mecburiyetinde kalan Osmanlı Devleti kuvvetlerini bölmek durumunda kalır.

 

Başımıza Gelenler, bu çetin zaman diliminin Anadolu ayağını  bütün iniş ve çıkışlarıyla birlikte,  birinci elden sıcağı sıcağına nakleder. Bu eser, 93 Harbi de denilen (hicri 1293) 1877- 1878 Osmanlı Rus Harbi’nde Osmanlı ordusu Mühimme Başkatibi olarak savaşa katılan Mehmet Ârif Bey’in kendi görüp yaşadıklarını anlattığı bu hatıra kitabı olmanın yanı sıra bir harp tarihidir.

 

Mehmet Ârif, savaşın çeşitli safhalarını anlatırken; ordunun sevk ve idaresindeki isabetsiz ve yanlış kararları, yeterli sayıda işinin ehli subayın bulunmayışını, ihtiyaca cevap verecek hazırlıklı ve donanımlı askeri kuvvetlerin yokluğunu büyük bir üzüntüyle dile getirir.

 

Sıkıntılar bu kadarla da sınırlı değildir. Bu savaş müddetince  kişisel zaaf, kusur ve çekişmelerin yarattığı aksaklıklar, askerin kullanacağı binek hayvanlarıyla, erzak ve savaş malzemelerini taşıyacak yük hayvanlarının azlığı,  yiyecek ve giyecek yokluğu, kış şartlarında açık arazide barınma imkânlarının güçlüğü, bölgeyle ilgili detaylandırılmış haritaların bulunmayışı, kıta ve ordu birlikleri arasındaki haberleşme ağının iyi kurulamayışı çok büyük zorluklar doğurmuştur.

 

Ehliyetsizlik, adam kayırmacılık, zamanında doğru karar alıp uygulama konusunda acz  göstermek, kişisel rahat ve menfaati ülke menfaatleri üzerinde görmek, küçük hesaplar peşinde koşmak ile yurdun geneline hakim diyebileceğimiz eğitimsizlik milletimize çok acı bedeller ödetmiştir.  Meselâ bizim askerimiz kendi toprağında  önündeki dağın arkasındaki arazi hakkında hiç bir fikir sahibi değilken, Rus ordusu yabancısı olduğu bir bölgeyi avucunun içi gibi bilir ve ona göre vaziyet  alır. Zira vaktiyle  Erzurum’daki  Rus konsolusu zaman zaman makamından uzaklaşmış, araziye çıkmış; bölgenin topoğrafya haritasını çıkarmıştır. O sebepten Ruslar, nerede nasıl bir coğrafya ile karşılaşacaklarını çok iyi bilerek hareket ederler.

 

Devletin elinde yeterli mali imkânların bulunmayışı  hususu  ise bir çok problemin ana kaynağını teşkil etmektedir.

 

Bu eserde sosyal tarih, askeri tarih ve  savaş psikolojisi bir arada verilir. Mehmet Ârif, mesafeli bir gözlemci tavrıyla değil de, vatan sever bir bilge  kimliği içinden konuşur. Hadiseleri çok yönlü olarak muhakeme eder. Okuyucuda taraf tutmadığı izlenimini uyandırır. Eleştirileri ve yorumlarında düzeltmek amacıyla  yanlışı göstermeyi hedef alır. Ayrıca bu kitap, ibret dersi vermek suretiyle gelecek nesilleri şekillendirmek  isteyen didaktik bir tavır ihtiva eder.

 

Mehmet Ârif, Rus ordusunun sevk ve idaresindeki nizamı, her türlü ihtimale karşı tedbirini almış ve iyi hazırlanmış donanımlı halini gıpta ile anlatır.  Düşman konumunda da olsa onun her şartta işini sıkı tutan yanını övmekten, bu ülke askerlerinin savaş anındaki kahramanca mücadelelerini takdir etmekten geri durmaz. Diğer Avrupa ülkeleri ile Osmanlı Devleti’ni sık sık karşılaştırır. Aleyhimizde hükümler vermek zorunda kaldığında da  hayıflanır.

Biz bu yazımıza ordunun o günkü halini daha iyi anlayabilmek için   Anadolu orduları kumandanı merhum Ahmet Muhtar Paşa’nın İstanbul’daki Seraskerlik Makamı’na (o devrin Millî Savunma Bakanlığı) harp esnasında  çektiği telgraflardan birkaç örnek cümle almayı uygun bulduk.

 

Aç açıkta ve çıplak savaşan ordumuz buna rağmen bu savaşta kayda değer başarılara imza atmıştır. Bu bağlamda Mehmet Ârif  askerimizle ilgili olarak şöyle bir değerlendirme yapar :

 

“Türk askeri dünyanın birinci sınıf askerlerindendir. Ama baş ucunda adam olur ve bütün subayları kanun ve kural ile yetiştirilirse.” (Başımıza Gelenler 2006, 111) Bizim askerimiz hakikaten kanaatkâr, cesur ve itaatlidirler. Bütün dünya bu hakikati teslim ettiği gibi bizzat düşmanlarımız bile itiraf ederler. ( Başımıza Gelenler 2006,  330)

 

O asker, bugün de aynı askerdir. Bu vesile ile Güneydoğu’da şehit olan asker ve polislerimizi saygıyla anar, bizlere haklarını helâl etmelerini diler, hepsine Allah’tan rahmet niyaz ederiz.

 

Belkıs Altuniş Gürsoy