Geceyle birlikte siyah, kesif bir tabaka yeryüzünü kuşatmış olurdu. Bu zifirî karanlıkların altında bütün şekiller ve bütün renkler yitmiş bulunurdu. Meçhul koyulukların en keskin olduğu yerde doğuda, ufuklar yukarıdan aşağıya doğru ağır ağır ağarmaya başlardı. Bu birinci fecirdi. Eskiler bu fecre fecr-i kâzib (=yalancı fecr) derlerdi. Kısa bir süre sonra bu aldatıcı aydınlığı yine koyu dalgalar yutar, yine siyah örtüler iner, her şeyi bir görünmezlik tabakası altında saklardı. Bu ikinci kararmanın arkasından fecr-i sâdık da denilen gerçek fecir gelir, başka bir ifadeyle şafak sökerdi.
Bu demlerde enginler halden hâle bürünür, anbean değişen tablolar aynı zamanda masalımsı bir güzellik oluştururdu. Penbe, sarı, turuncu, yeşil ve mavinin buğulu tonları doyumsuz manzaralar resmeder, bakan gözleri büyülerdi. Ağaran günle beraber gayb âlemleri açılırcasına varlık kisvesinden sıyrılır, mevcudat yavaş yavaş ortaya çıkardı
Böylesi bir zaman aralığında sanki dünya yeniden uyanmaktaydı. Sanki hayat birinci defa, doğmakta, tabiat ilk defa canlanmaktaydı. Uykudaki börtü böcek kımıldamaya, kuşlar horozlar, kurbağalar ötmeye başlardı. Bu doğuş sadece renge, şekle, sese değil; harekete, berekete de uyanmaydı.
Yeni bir gün doğuyordu. Güneş denilen o mucize hem ısıtıyor hem de aydınlatıyordu. Kısaca hayat bahşediyordu. O insanı sarılıp sarmalayan şefkatli kollar gibiydi. Sadece toprağı değil, ruhu aydınlatıyor, gönülleri yıkıyordu. Güneşin gökyüzünde ihtişamla salınması ile beraber köhne dünya tazelenecek, yeni kaftanlar giyinecek, süse, ziynete bürünecekti. O, tepeden herkese gülümseyecek, kendisine bakanlara muzip muzip göz kırpacaktı.
Yeni bir gün doğuyordu. Yaşanmamış sevinçler, hayaller, teselliler orada saklıydı.
Yeni bir gün doğuyordu. Yeni bir günle birlikte ümitler çiçek açıyor, emeller yeşeriyordu. Her yeni günde hasta şifa bekler, âşık kavuşmayı dilerdi. İşsiz iş, aşsız aş umardı Soruların cevapları, muratların anahtarları onda idi. yeni bir gün doğuyordu.
Yeni bir gün doğuyordu. Tabiat diriliyordu. Ağaçlar sular, kuşlar ve bütün mahlukat uyanıyordu. Sanki bu hadise binlerce yıldan beri tekrar eden bir alışkanlık değil, ilk defa yaşanan bir başlangıçtı. Bu bir ba’s-ü ba’d-el mevtti. Öldükten sonra dirilmeydi. Bir yeniden doğuş..
Doğan her gün yeni bir başlangıç demekti. Bu uyanış cennette Hz. Âdem’le Havva’nın ilk buluşmalarıyla başlayan uyanış gibiydi. Arafat’ta birbirlerini yeniden bulduklarındaki ilk karşılaşma anıymışcasına heyecan yüklüydü.
Her doğan gün binlerce hadiseye gebeydi, binlerce kılışa, binlerce oluşa.. Gün ne getirecekti. Uyananların her biri yaşadıkça görecek, yaşadıkça öğreneceklerdi.
Uyananların çoğu kurulmuş saat gibiydiler. Hemen işlemeye koyuldular. Günün programı belliydi. Hayatın işleyişi, kuralları belli idi. Çarklar dönme, her parça, her yaratılmış rolünü oynama hazırlığındaydı. Faaliyet başlıyordu. Dünya yeniden kuruluyordu.
Bazıları için gün verimli, bazıları için telaşlı, bazıları içinse sakin ve sıradandı. Aynı gün zengin fakir, güzel çirkin, iyi kötü, din, dil, cins ayırmaksızın herkesin üzerine doğar, şaşmadan ezeli hükmünü icra ederdi. Mevsimler, gece ile gündüz yüzyıllardır, tanıdık bildik, yüzyıllardır aşina idi. İnsanoğlu yadırgamazdı ne doğan günü, ne de batan güneşi. Yadırgamazdı ne doğumu, ne de ölümü, Ama yine de başına gelenleri yadırgadığı, yaşadıkça şaşırdığı, yaşadıkça kolunun kanadının kırıldığı, hayallerinin söndüğü olurdu. Başımıza gelenler, bilinmedik zamanlardan beri nice canların başına gelmişti. Evet bu gök kubbenin altında yaşanılan her şey aslında hep bir tekrardan ibaretti. Ama fert bazında her tecrübe ilkti. Herkesin kıyameti de, tasası da kederi de, kıvancı da kendisi için orijinal ve tekti. Yakınımızda tatmadıkça ölüm bizden uzaktı. Ateş can evine düşmedikçe yakmazdı. Uzaktakilerin gayrıların derdi elemi ne de olsa yalayıp geçiyor, uğrayıp gidiyordu. İlla başa gelmedikçe bilinmiyordu hiçbir şey.
Yeni bir gün doğuyordu. Günün gazetelerine göz atanlar, haberlere kulak verenler okuduklarına, işittiklerine inanmak istemediler. Bir gece içinde birileri dünyayı yeniden inşa etmiş, silip yeniden kurmuştu. Yeni haberlerin her biri bir müjde yerine geçti.
Dünya genelinde silah projeleri üretmekten ve bu projeleri uygulmaktan kesinlikle vaz geçilmişti. Yeni bir gün doğuyordu. Bu şekilde İnsanlar, ölüm ticareti, savaş çığırtganlığı yapmayacaklardı. Silah sanayine harcanan emek, para ve zaman dermansız dertlere şifa bulmak için, dünyada aç ve açıkta kimse bırakmamak için, daha mesut ve daha yaşanılır bir dünya için harcanacaktı
Yeni bir gün doğuyordu. Güçlü tanınan ülkeler, zayıf sayılanlar üzerinde hesap yapamayacak, başka ülkelerin kaynaklarına göz dikemeyecekti. Devletler birbirlerinin ayağını kaydırmak suretiyle kendilerine çıkar sağlama emellerinden vazgeçeceklerdi.
Yeni bir gün doğuyordu. Herkesin gerektiği kadar, istediği gibi eğitim alması için her türlü alt yapının hazırlanmış olduğu bilgisi dünya ajanslarından ilan ediliyordu.
Yeni bir gün doğuyordu. İsraf ve sefahatla birlikte yoksulluk da dünyadan kalkacaktı. Dünya genelinde hiçbir insan ihtiyaç içinde bırakılmayacaktı. İşsizlik, sağlık ve emeklilik sigortaları her ferdi kapsayacak şekilde düzenlendiğinden temel ihtiyaçlar kendiliğinden temin edilmiş olacaktı. Herkes için sağlık kontrolleri, tedavi ve ilaç masrafları tabii ve temel haklardan sayılacağından kayıtsız şartsız karşılanacaktı.
Yeni bir gün doğuyordu. Her türlü afete karşı tedbir alınarak ve çevre şartları gözetilerek yapılmış güvenlikli evlerde yaşamak her aile için temel haklardan olacaktı. Her semtin yakınında büyük parklar, spor merkezleri, ormanlık alanlar ihdas edilmişti. Zira canlara paha yetmez, bedel biçilemezdi. Her can çok azizdi. Korumak ve iyi yaşatmak gerekliydi.
Köyler, kasabalar ve şehirler, hem sağlam ve estetik, hem de insanın hayatını kolay ve güzel kılacak bir şekilde planlanmış olarak yeniden inşa edilmişti.
Bitki ve hayvan türleri, tarih ve tabiat varlıkları korunma altına alınmış, hiçbir canlının genetiği ile oynanmama kararı dünyaca onaylanmıştı. Canlı ve cansız varlıklar için risk oluşturacak bütün ilmî ve teknik faaliyetler yasaklanmıştı
Gürültü kirliliği, atık madde kirliliği, hava su toprak kirliliği, manyetik alan kirliliği gibi tehdit oluşturacak bütün kirlilikler yeryüzünden silinmişti.
Yeni bir gün doğuyordu. Engellilere eğitim hakkı, çalışma ve sosyal güvenlik hakları sağlanmıştı. Yollar, kaldırımlar ve taşıtlar bu tip kimseler için yeniden gözden geçirilmiş, yeniden inşa edilmişti. Yaşlı ve sahipsizler ile kimsesiz çocuklar için ideal ölçülerde bakım üniteleri hazırlanmıştı. Şefkat gönüllüleri grupları yalnız ve kimsesizlere, hasta ve engellilere sevgi, ilgi ve destek hizmetlerini en üst seviyede sunmak için kolları sıvamışlardı.
Adi ve siyasi hiçbir suçlu bulunmadığından dolayı yıllardan beri boş kalan hapishaneler sanat atölyeleri, okuma evleri, sohbet mekânları ve hobi alanları olarak yeniden tanzim edilmişti.
Yeni bir gün doğuyordu. Yeryüzüne üstün ahlaklı bir hayat hâkim olduğundan başka varlıkların zararına işleyen iktidar aşkı, para ve güç hırsı törpülenmiş, acımasız yarışlardan vazgeçilmişti. Zira dünya cömert ve zengindi. Kaynakları her birimizi abat etmeye yeterdi. Barış, huzur ve güvenlik ile insanların mutluluk ve refahını temel alan uygulamalar dünya genelinde yürürlüğe girmişti.
.
Bütün bu fasılların birer ütopya, birer ham hayal olduğu herkesin malumudur. Ama olsun. Hayalin böylesi ile avunmaya, bu beklentilerin kıyısında köşesinde olsun gezinmeye değmez mi?
Belkıs Altuniş Gürsoy