Yılbaşından birkaç gün önceydi, telefonla gazeteyi aradı:
“Ben Gürcükapı Polis Merkezi’nden polis memuru Serhat … Mehmet Şener Bey’i rica etmiştim” dedi.
Doğrusu bu üslup, klasik polis şablonuna hiç de uymuyordu.
30 yıla yaklaşan meslek hayatımızda, yazıp çizdiklerimizden ötürü, polis merkezine onlarca defa çağrılmışızdır. Hatırladığım kadarıyla, hiç birinde telefonun ucundaki memur böylesine nazik değildi ve böylesine net biçimde meramını anlatamıyordu. Genellikle söze şöyle başlarlardı.
“Savcılıktan bir evrak geldi derhal karakola gelin ifade verin.”
Ceberut ve buyurgan!
Karakola gittiğinizde de manzara şöyleydi:
Ortada kir ve pastan dökülen pis bir soba, etrafında kolu bacağı kırık Nuh’tan kalma bir masa ve iskemle… Masanın üzerinde şeridi kopmuş bozuk daktilo ve etrafta yüzlerinden düşen bin parça olan somurtkan polis memurları…
Daha siz ağzınızı açmadan göz göze geldiğiniz memur, çıkışırdı:
“Evet ne istiyorsun?”
Gerisini varın siz tasavvur edin…
Geçen hafta Orkun Çizmeli ile gittiğimiz polis karakolu çok farklıydı, yani öncekilere hiç benzemiyordu.
Her şeyden önce fiziki şartlar bambaşkaydı. O eski izbe karakol gitmiş, modern ve sevimli bir ofis gelmişti.
Danışma masası vardı ve o masada görevli son derece zarif bir polis memuresi duruyordu. Sanırsınız polis merkezi değil de, özel bir şirketin ön bürosuydu. Etraf pırıl pırıl ve uyumlu bir dekorasyon…
Bakışlarıyla sirke satan ön yargılı polislerin yerini, yakışıklı, gülen yüzlü ve karşısındakine güven veren genç insanlar almış…
Benim şaşkınlığımı sezen Orkun, ikaz etme ihtiyacı duydu:
“Abi belli ki sen yıllardır bir karakola gitmemişsin. Şimdi sistem böyle…”
“Demek ki” diyebildim.
Uzatmayalım; bizi telefonla arayan polis memuru Serhat Bey’i bulduk… Sivil giyinmişti, yaşı en fazla otuz civarındaydı, üniversite mezunu, İstanbul Türkçesi konuşuyor, meselesine vakıf ve muhatabına karşı ziyadesiyle nazik…
İfademizi verip oradan ayrıldık.
Lakin o manzara beni etkilemişti.
İşim gereği hem yurtiçine, hem de yurtdışına çok seyahat ediyorum.
On yıl öncesine göre, Türkiye’nin pek çok alanda Batı standartlarını yakaladığını görüyor ve bundan da gurur duyuyorduk. Misal; ulaşımda, haberleşmede, sağlıkta, eğitimde, hizmet sektöründe, turizmde ve daha pek çok alanda ülkemizin fazlası var eksiği yok…
Fakat yargı ve kolluk kuvvetlerine dair ne yazık ki yumuşak bir karnımız vardı. Özellikle de insan hakları ihlalleri konusunda görevli olarak bulunduğumuz pek çok toplantıda, önümüze konulan tablo karşısında çoğu zaman mahcup olurduk.
Hızlı ve adil yargılama konusunda hala olmamız gereken noktada değiliz. Şu özel yetkili mahkemelerin yargı anlayışı yüzünden, dışarıda yine zayıfı bol karneler çıkıyor önümüze… Buna rağmen büyük fotoğrafa baktığımızda geldiğimiz seviye, yarınlara dair umutlu olmamız için yetiyor. Eksiğe ve yanlışa rağmen Türkiye, yargıda da reform yapıyor.
Jandarmayı bilmiyorum. Fakat jandarmanın da eskiye oranla çok çok iyi olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil. Bazen öyle muhteşem operasyonlara imza atıyorlar ki, alkışlamamak imkansız…
Kesin olan şu ki, polis artık eski den olduğu gibi, suçludan delile giden polis değil.
Şimdiki polis profili şöyle:
Eğitimli, bilgili, dünyadan haberdar, hukuka inanıyor, insan haklarına saygılı ve cesur…
Türkiye’yi bir baştan öbür başa kadar kuşatan değişim, önce polis teşkilatında uygulama alanı bulmuş.
Aslında Emniyet Müdürü Halit Turgut Yıldız’a bakarak bu anlamlı değişimi anlamak mümkündü.
Zira Sayın Yıldız, Erzurum’a geldiği günden itibaren bir farkındalık yaratmıştı.
İşte o farkındalık polis teşkilatına da yansımış.
Halit Bey, birkaç lisan konuşabilen bir polis şefi…
İşinden ve görevinden ödün vermeden, muhataplarıyla medeni ölçülerde diyalog kurabiliyor, şehrin sosyal ve kültürel değerlerine önem veriyor, kimseyi inanç veya ideolojik yapısına göre tefrik etmiyor, teşkilatının sorunlarıyla yakından ilgileniyor, adalete olan saygısını hep diri tutuyor…
İşte bu formattaki bir müdürün mahiyetinde görev yapan memurlar da böyle olur.
Ama asıl neden Ankara’da hızla esen değişim rüzgarıdır ve hükümetin bu uğurda çekinmeden attığı adımlardır.
Türkiye değişiyor; üstelik de bazılarının iddia ettiği gibi kötü yönde seyreden bir değişim de değil bu…
Eksik çok…
Fakat unutmayalım ki bütün büyük değişim ve dönüşümler biraz sancılı olmuştur.
Türkiye değişiyor mu değişmiyor mu diye merak ediyorsanız eğer, yurtdışına çıkmanızı tavsiye ederim.
Bendeniz defalarca yaşadığım için birince elden söylüyorum: Eskiden özellikle Avrupa ülkelerine giderken gümrükte size postun kılları saydırılırdı ve siz de alttan almak zorunda kalırdınız. Şimdi ise kimse size postun kıllarını saydıramadığı gibi siz de alttan almak zorunda kalmıyorsunuz. Çünkü taşıdığınız Türkiye Cumhuriyeti Devleti pasaportu, evrensel bazda artık ziyadesiyle muteber bir evraktır.
Henüz, “Kamil anlamda demokrasiye geçtik, hukukun üstünlüğü hayatın her alanında geçerli, kimse kendisini tehlikede hissetmiyor” gibi çok iri lafları etmiyorum. Ama ehli vicdanın icabı olarak, diyorum ki, ülkemiz on yıl öncesiyle mukayese edilemeyecek kadar, müspet anlamda değişti ve iyi yolda mesafe aldı.
Polis teşkilatındaki bu değişim, Türkiye’nin gülen yüzünün sadece bir yanı…
Emeği geçen herkesi yürekten kutluyorum.
Mehmet Şener