Bizim medeniyetimizin en bariz vasfı “insaniyetçi” olmaktır. Din, dil, ırk, renk farkı gözetmeksizin talep edene, ihtiyaç içinde olana, sıkıntıda kalana el atmak “aman dileyenin amanını kesmememek” bizim tabiatımızda ve geleneğimizde vardır.
Tarihimizin önemli bir zaman dilimini oluşturan Osmanlı Devleti bu hususta şanına yakışır bir alicenaplık göstermiş; mesafe ve menfaat gözetmeksizin en yetişebildiği ölçüde “sadra şifa” olmaya çalışmıştır. Bu bağlamda yüzyıllar boyunca Güney Afrika’dan İrlanda’ya Fransa’dan Hindistan’a kadar pek çok ülkeye karşılıksız yardım elini uzatmıştır. Aslında Devlet-i Âliyye’nin gani gönüllülüğü ciltler dolusu kitaplar yazılacak kadar geniş bir bahis teşkil eder. Biz bu yazımızda Osmanlı Devleti’nin bu yanını yansıtan birkaç örnek vermekle yetineceğiz.
16. Yüzyılda kurulan Açe Sultanlığı Sumatra Adası ile Malezya’yı içine alan bir ülkedir. Bu devlet kaynaklarının zenginliği sebebiyle Portekizlilerin baskısı altında kalır. Zamanın Açe Sultanı Alaüddin Şah, bir elçi heyetini yardım istemek maksadıyla İstanbul’a gönderir. Açe heyeti İstanbul’a ulaştığı sırada Zigetvar Seferi’nde bulunan Kanuni Sultan Süleyman’ın ölüm haberi gelir. Kanuni’nin yerine tahta geçen II. Selim Açe heyetine her türlü yardımı yapacağına dair söz verir. 1569 yılında Osmanlı’nın Kızıldeniz [1] filosu amirali Kurdoğlu Hayreddin Hızır Reis [2] komutasında 22 parçadan oluşan Osmanlı Donanması ile Açe’ye yardım ulaşır. Bu yardım gönderme faslı küçük Osmanlı filoları ile birkaç defa devam eder. 1567 Yılına rastlayan Malaka seferinde Açe Sultânı’nın emrinde savaşan 400 Osmanlı Levendi (bahriyeli) bulunur. Açe Sultanlığı bu yardımlar sayesinde Portekizlilere karşı koyabilecek güce ulaşır.
Almanya’nın Güney Baden bölgesinde Fransa sınırına yakın yerde Mülheim adlı bir Alman kasabası vardır. Bu sınır şehri uzun yıllar Almanlarla Fransızlar arasında el değiştiriip durmuştur. Fransızlar her sene hasat mevsiminde nehrin karşı kıyısına geçerek Almanlara ait topraklardaki mahsulün tamamını toplayıp götürmeyi bir alışkanlık haline getirirler.
Henüz ülke birliğini kuramamış olan ve Fransızların bu kötü alışkanlıkları ile baş edemeyen Alman Kralı Ludwig Wilhelm 1703 yılında Osmanlılardan askeri yardım talep eder. O sırada Osmalı tahtında 2. Ahmet vardır. Devlet-i Âliyye’de şartlar oldukça sıkıntılıdır. Buna rağmen 2. Ahmet, bu talebi karşılıksız koymak istemez. Çuvallara doldurulmuş yeniçeri kıyafeti ile birlikte bir mektubu Almanya’ya gönderir. Mektupta şöyle denilmektedir. “Fransız’lar korkak adamlardır. Onlara yeniçeri göndermemize gerek yoktur. Yeniçerimizin kıyafetini görmeleri kâfîdir. Çuval içindeki Osmanlı askeri elbiselerini adamlarınıza giydirin. Bu adamları mahsûl zamânı, nehrin görülecek yerlerinde dolaştırın. Karşıdan gören Fransızlar için bu kâfîdir. Bu şekilde tehlikeden hâlas olursunuz” yazılıdır. Kral mektup metninde söylenenleri aynen uygular. Günün ağarmasıyla birlikte Ren nehrinin karşı kıyısında bulunan Neuenburg’deki Fransız askerleri karşılarında yeniçerleri görünce telaşa kapılırlar. Halk arasında heyecan ve korku yaşanır. Neticede Mülheim Kasabası bu suretle yağmalanmaktan kurtulur. Her yıl geleneksel bayram kutlamalarında yeniçeri kıyafeti giyinmiş askerler geçit törenine katılırlar. Bu kasabanın meydanında bulunan direkte 1703 yılından 1992 yılına kadar Türk bayrakları dalgalandırılmıştır.
1841 yılında İrlanda nüfusunun en az yarısının temel gıda maddesi patatestir 1845 yılında İrlanda’da patates tarlalarında baş gösteren bir virüs sebebiyle ülkede kıtlık baş gösterir. “Patates kıtlığı” olarak bilinen bu olay 1847 yılına dek sürer. Açlık ve beraberindeki salgın hastalıklar sebebiyle bir milyona yakın İrlandalı ölür. Bir o kadarı da ülkeyi terk etmek zorunda kalır. 1. Abdülmecit Han, İrlanda asıllı doktoru vasıtasıyla ülkedeki bu felaketten haberdar olur. İrlanda’ya beş bin sterlin tutarında bir yardım göndermeye karar verir. Keyfiyet İngiliz hükümetine bildirilir. İngilizler, Kraliçe Victoria’nın kendi tebaası olan İrlandalılara bu maksatla sadece iki bin sterlin verdiğini söyleyerek bu yardım mıktarının bin sterline düşürülmesini rica ederler. Padişah Abdülmecit bu talep üzerine yardımı bin sterline indirir, Akabinde bin sterline ilaveten patates ve buğday yüklü iki gemiyi İrlanda’ya gönderir. İngilizler geminin Belfast veya Dublin limanlarına yanaşmasına izin vermezler. 1847’de Gemiler gizlice Drogheda Limanı’na gelirler ve yüklerini oraya boşaltırlar. İrlanda halkı da o günden sonra bu şehrin simgesine “Ay Yıldız” ekler. Yakın zamanlarda Drogheda Belediyesi’nce hazırlanan bir şükran plaketi o tarihte yükleri getiren Türk gemicilerinin misafir edildiği şimdiki Westcourt otelinin duvarına çakılır. İrlandalı asilzadelerin padişaha gönderdiği teşekkür mektubu halen Topkapı sarayı müzesi arşivinde bulunmaktadır.
Papa 13. Leone ruhban oluşunun ellinci yılı münasebetiyle Roma’da bir kilise yaptırmak ister. Bu sebeple devrinin devlet başkanlarından yardım talep eder. 2. Abdülhamit de dahil yirmi dört devlet başkanı bu teklife olumlu cevap verirler. Osmanlı padişahı hem para yardımında bulunur. Hem de kilisenin iç süslemeleri ile dış kapılarının yapımında kullanılan Lübnan sedir ağaçlarını hediye olarak gönderir. Bu şekilde 1891 yılında yapımına başlanan San Gioacchiao in Prati adlı kilise 1898 yılında tamamlanır. Kilisenin girişinde tavana yakın bir lento üzerine mermer mozaiklerle ve Latin alfabesiyle “Memâlik-i Osmâniyye” ibaresi yazılmıştır.
“ABD’de 1889 yılında yüzyılın en büyük felaketi” olarak adlandırılan bir sel baskını vuku bulur. Bu baskında yaklaşık iki bin kişi kaybolur. Binlerce insan evsiz barksız kalır. Selin arkasından da feci bir yağma hadisesi gerçekleşir. Bölgeye ilk yardımı ulaştıran ülke Osmanlı devleti olur. 2. Abdülhamid, gıda yardımına ilaveten Amerika Birleşik Devletleri’nin İstanbul’daki Amerika elçisi Oscar Strauss vasıtasıyla felaketzedelere iki yüz Osmanlı lirası gönderir. 1894 Yılında Minnesota ve Wisconsin’de orman yangınları yaşanır. 2. Abdülhamid, bu şehirlere de üç yüz Osmanlı lirası nakdî yardımla ulaşır.
Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti imkânlarının sınırlılığına rağmen tarihî misyonuna uygun davranarak Somali’den, Sudan’a kadar pek çok ülkeye destek çıkmakta, yardım elini uzatmaktadır. Suriye’den kaçarak ülkemize iltica eden otuz dört binden fazla insanı reklama asla ihtiyaç duymaksızın sessiz sadasız bir şekilde misafir ediyor olmamız kolay bir iş değildir. Belli bir oranda uluslararası kuruluşlardan destek alınıyorsa da bu ağırlamanın aslan payı bize düşmektedir. Koruyup kollayan, kol kanat geren devlet olmanın -her ne kadar büyük bir külfet getiriyorsa da- bize yakışan bir tavır olduğunu söylemek durumundayız.