Devir pazarlama devridir. Bir ürününüz veya kıymet arzedecek bir değeriniz varsa onu günün şartlarına ve ihtiyaçlarına göre yeniden işleyip pazarlamanız beklenir. Ne yazık ki, ambalajın bile neredeyse içindeki ürün kadar önem taşıdığı bir dünyada yaşıyoruz. Üründen daha çok reklam ve işletmeciliğin öne çıktığı, görsel ve işitsel medyanın kitleleri yönettiği bir devri idrak ediyoruz. İhtiyaçları, tercihleri ve zevkleri bile neredeyse global dünya belirliyor. Günümüzde insanlar kolay etkilenebiliyor, çabucak da o etkinin kapsama alanından çıkıp bir başka etkinin manyetik çekim gücüne kapılabiliyor. Hızlı yaşama, pusulasız medya, eğitim sistemi, zalim rekabet ortamı kendi aklıyla düşünüp kendi muhakemesi ile karara verecek, hayatını kendi koyduğu kurallar ve kendi doğruları çerçevesinde belirleyecek insanların sayısını giderek azaltıyor. Dayatmalara direnenler, çarkın dışına itiliyor. Toplumlar, farkında olmadan iplerin başkasının elinde olduğu bir düzen içinde yol alıyorlar. Lüks harcama kalemleri, gösteriş merakı, desinler endişesi, tüketim çılgınlığı zehirli bir ağ gibi herkesi kuşatıyor. Böylesi bir dünyada ayakta kalabilme, meşru yollardan yürüyerek serpilip gelişebilme; kişisel bazda olduğu kadar yerleşim bölgeleri, ülke ve dünya genelinde de giderek daha zor bir hale geliyor.
Orta Çağların ipek yolu üzerindeki en gözde şehirlerinden biri olan Erzurum; şimdilerde yeniden eski gümrah zamanlarına dönmek için harekete geçmiştir. Şehir; son yıllarda başını önüne eğip düşünmeye, kendisini daha iyi noktalara taşımak için çareler üretmeye başlamıştır. İstihdam alanları yaratma, en ücra köşesinden en işlek caddesine kadar şehrin talihini değiştirme konusunda farklı fikirler serdediliyor.
Bu konuda biz de acizane bir çift laf etme ihtiyacı duyduk. Söyleyeceklerimizin bir çoğu malumu ilamdır, bunu biliyoruz, ama olsun bilinenleri bir kere daha dile getirme kimseye zarar vermez. Bu itibarla bu yazıda Erzurum nelerini pazarlayabilir fikrinden yola çıktık.
Şehrin birçok konuda devlet desteği gördüğü inkâr edilemez. İkinci üniversitenin hayat bulması, sporla ilgili yatırım ve teşvikler sevindiricidir.
Bunlara ilâveten şehrin yerel dokusuna ait otantik malzemelerden neler öne çıkabilir? Şehirde istihdam alanları yaratmak, yerel değerleri dünyaya tanıtmak konusunda neler yapılabilir. Bu şehrin tütünsüz fabrika bacaları, faaliyete geçtiğinde havayı, suyu, toprağı kirletmeyecek atıl kaynakları mevcut mudur?
Erzurum hangi ürünleri ile dünya piyasalarına çıkıp, “ben de varım” diyebilir :
Fransızların yüz yirmi, İtalyanların iki yüz otuz çeşit peynirleri olduğu söylenir. Bu peynirleri tattığınız zaman hiçbirinin bizim “göğermiş peynir”imizin yerini tutmadığını görürsünüz. Burada tarafgir değil; objektif olduğumu da ifade etmeliyim. Ama “göğermiş peynir”i kim bilir, kim tanır? Çünkü onu dünya piyasalarıyla buluşturacak müteşebbisler çıkmadı. Antep, baklavasını dünyaya ihraç eder hale geldi. Maraş’ın dondurmasını bilmeyen yok. Ama Erzurum peyniri olduğu yerde duruyor. Belki üniversite, belki Tarım ve Köy İşleri Müdürlüğü, belki de bir müteşebbis evvel-emirde bu peyniri çeşitli şartlarda ve şekillerde üretip, iyiyinin de iyisi olacak bir standardizasyonu yakalayarak; bu en mükemmel örneği formülleştirebilir. Sonra da düzenli olarak üretilebilir. Öncelikle, iç piyasada yaygınlaştırılarak, Türkiye genelinde tüketilecek, büyük otellerde müşteri önüne çıkarılacak hâle getirilebilir. Dış piyasa ile bağlantıların sağlanması, tanıtımın yapılması bu faaliyetin akabindeki diğer duraklar olarak düşünülebilir.
“Civil peynir” için de aynı durum söz konusu olabilir. İnanın, sağlıklı, leziz ve ucuz (dünyaya göre) bu peynirler dünya sofralarına girmeyi hak ediyor.
İspir fasulyesi, Arıbahçe (İğdasor) patatesi ve salatalığı, Söğütlü’nün lahanası gibi farklı lezzet yaratan birçok ürün bu minval üzere markalaşabilir.
Atatürk Üniversitesi’nin yıllardan beri faaliyet gösteren bir halı dokuma atölyesi vardır. Bu atölyeden halı almanız için sıraya girmeniz ve uzunca bir zaman beklemeniz gerekmektedir. O halde burada bir kapasite artırımına ve daha fazla üretime ihtiyaç vardır. O halı atölyesinin birer örneğini ilçe merkezlerinde ve köylerde açarak; hem genç kız ve hanımlarımıza istihdam alanı yaratmış, hem de halılarımızla yerli ve dış piyasalara girmiş olmaz mıyız? Yurt içinde ve dışında sergilere ve fuarlara katılarak bu halıları tanıtmaya, satış noktaları yakalamaya değmez mi?
Erzurum su zenginidir. Bu coğrafyanın Türkiye’nin en zengin su havzalarından biri olduğu bilinmektedir. Hayat demek olan su; çok ciddi bir servettir. Çoruh, Aras, Karasu, Oltu çayı, Tortum çayı, Hınıs çayı gibi ırmaklar bu şehrin dağlarından doğar.
Bu su bereketi; içme suları, maden suları ve termal sular olarak ayrı ayrı kaynaklar oluşturur. Dumlu Baba köyünden çıkarılan suyun ülkemizin en kaliteli sularından biri olduğu söylenebilir. Bu su pazarlama şansını, hatta ihraç edilme şansını yakalamış hazinelerimizdendir. Bu suyun emsali nice pınarlar, aynı akıbete kavuşmayı beklemektedir.
Bu şehirde çok çeşitli ve farklı bileşenleri olan maden suyu yatakları bulunur. Hasankalesi ve civarında çıkarılan kıymetli maden sularından bazıları işletilmektedir.
Hasankalesi’ne ilaveten Erzurum içmeleri, Tortum Sivritepe içmeleri, Hınıs Ovaçevirme maden suyu, Horasan Çiftlik köyü maden suyu, Harami köy maden suyu, Karaderbent köyü maden suyu, Karacaviran köyü maden suyu, İşekilyas köyü maden suyu, Aktaşlar köyü maden suyu ile Kevgir içmeleri, Süngerci içmeleri, Subahan içmeleri, İncirliköy içmeleri ve daha niceleri bu çerçevede sayılabilir. Bu maden suları büyük ölçekte çıkarılarak pazarlanabilir.
Erzurum termal turizmde bir dünya markası olabilir. Avrupa sosyetesinin akın ettiği Almanya’daki sağlık kenti Baden Baden’e göre termal suları çok daha çeşitli ve kıymetlidir. Çamur kalitesi ile Deli Çermik bir tabiat harikasıdır. Burada konaklama tesisleri yapmak, modern ve bakımlı kaplıca evleri inşa etmek mümkündür. Hasankalesi kaplıcaları (Büyük ve Küçük Çermik) Deli çermik, Soğuk çermik, Uzun Ahmet, Başpınar, Asbuğa, Arzutlu, Gelingeldi, Aldağ, Ilıca, Kiğı, Gökçeoğlan, Hamzan, Oltu ve Olur kaplıcaları gibi çok sayıdaki termal suları ile bölge bir kaplıca cennetidir. Kızılcahamam’a, Afyon’a ve Bolu’ya yapılan tesisler, devre mülkler Erzurum’a da yapılabilir. Bu amaçla kaplıca bölgelerinin etrafında ehven fiyatlı tatil köyleri inşa edilerek pazarlanabilir. Bu kaplıca şehirleri, kongre ve toplantı turizmi için de talep edilen birer mekân olabilirler.
Erzurum dışında yüz binlerce hemşehrimiz yaşamaktadır. Bu insanlar niye sılalarında tatil yapmasın? Hep kış turizmi öne çıkarılırken yaz turizmi ihmal ediliyor. Sıcak aylarda, serin ve sağlam yayla havası soluyarak rahat nefes almayı kim istemez? Tarih, tabiat, kültür, spor, sağlık, rafting turizmi sunan bu şehir; gurbetteki mensuplarını niye yaz aylarında ağırlamasın? Bunu dışında da Erzurum dışındaki dernek ve vakıflar “hemşehri turizmi”ni, “sılaya dönüş turizmi”ni başlatmak için kolları sıvayabilir. Teşvik paketlerini, cazibe unsurları ile renklendirilmiş kampanyaları hayata geçirebilir. Haftalık, on günlük veya daha uzun vadeli turlar düzenlenmesine ön ayak olabilir.
Hasankalesi, Tekman ilçeleri ve civarında petrol (veya doğal gaz)olduğunu söylemek için bu işin uzmanı olmaya gerek yoktur. Yüzeye çok yakın bir şekilde topraktan petrol çıktığını gözü olan herkes görür. Derelerin içinde oynayan çocuklar bile suyun içinde katran kaynadığını bilir. Bu yörede taş, toprak, akar su ve su birikintileri yer yer kendiliğinden çıkan ziftle kaplanır? Bu şehrin evlatları, I. Dünya savaşı yıllarında Rusların bu bölgelerden petrol çıkarıp kullandıklarını, giderken de kuyuları kapattıklarını büyüklerinden dinlemişlerdir. Konu vakti merhununu bekliyordu, o vakit artık geldi diye ümit ediyoruz.
Toprağın verimli olduğu yerlerde seracılık yapılabilir ve kış aylarında bu seralar jeotermal kaynaklar vasıtasıyla ısıtılabilir. Bu uygulamanın da maliyeti düşüreceği söylenebilir. Daha söylenecek çok şey var. Ama şimdilik bu kadarı yeter diyerek kelâma nokta koyalım.
Belkıs Altuniş Gürsoy