Son zamanlarda farklı bir mantıkla gazetecilik yapılmaya başlandı memlekette. “dedi, dediki” adıdır o gazeteciliğin!
Kolay iştir gazeteciliğin böylesi!
Gidersiniz bir yetkiliye ve hatta çoğu zaman yetkisize…
Sorarsınız bazı şeyler, sonra gelir “filanca kişi dedi ki” diyerek başlarsınız haberi(!) yazmaya.
***
Oysa eskilerde soran, sorgulayan, aldığı istihbaratın doğru olup-olmadığını merak ederek işin arka planını yoklayan bir meslek anlayışı ile yapılırdı gazetecilik.
Çoğu insan “araştırmacı gazetecilik” der bunun adına.
***
Kolay değildir araştırmak, işin hakkını vermeye çalışmak.
Bunun için önce gayret gerekir.
Yani…
Yerinizden kalkacak, sokağa çıkacak, haberin mahalline gidecek, bilgi toplayacak, belki fotoğraf çekecek, sonra gerisin geri gelecek, topladığınız o ham bilgileri “mamül hale” getirecek, bir başka ifadeyle,habere dönüştürecek, işin içine biraz espri katarak okuyucuya tat vermeye gayret gösterip, yazdıklarınızın daha zevkle okunabilir hale gelmesini sağlayacaksınız.
***
“Ohooo, vay babam vay!”
***
Ya ne zannettiniz!
Boya küpü mü?
Değil, asla değil!
“Batır, çıkar”ı olmaz bu işin.
Neyse gereken, o yapılmalı.
***
Yapmazsanız, yani yukarıda sıraladığım yolları takip etmezseniz olmaz mı?
Derim ki, olmaz!
Kesinlikle olmaz hem de.
***
Çünkü…
Gazetecilik her şeyden önce sorumluluk ister.
Dürüstlük önde gelen koşuludur mesleğin.
Çıkar için kalem oynatmamak…
Yalan yazmamak…
Kimseye iftira etmemek…
Abartmamak…
Haberi haber gibi yazmak…
Olaylara çoğu zaman “eleştirel bir gözle bakmak!”
Ama övgüyü hakedenden de iltifatı esirgememek…
Gazeteciliğin olmazsa olmaz temel şartlarındandır.
***
Bu kadar teferruat ve inceliğin yanında bir de dil bilgisi altyapısı gerektiren gazeteciliği hem bu şehirde ve hem de başka yerlerde hakkıyla yapanı elbet var.
Ama yapmayanı, yapamayanı, yapmak isteyip de beceremeyeni de hayli fazla maalesef.
***
Yanlış anlamayın.
Bu olumsuzluk sadece Erzurum’a özgü değil. Günümüzde artık çoğu yerde ve hatta İstanbul’da bile gazetecilik “baştan savma” yapılıyor!
***
İnanmazsanız eğer, oturun bir akşam televizyonunuzun karşısına, alın elinize kumanda aletini ve zap’lamaya başlayın.
Haber bültenlerinin neredeyse tamamının biri birinin aynı olduğunu göreceksinizdir.
Bir kanalda “a” haberi birinci haberken, bir diğerinde ikinci, bir başkasında üçüncü haberdir.
***
Ajans haberidir onlar.
Abonesi olduğunuz ajanstan alır haberi kullanırsınız.
Böyle yapıyor çoğu yayıncı.
***
Niye? Çünkü kolay…
Yazmaya, çizmeye, görüntü almaya, fotoğraf çekmeye gerek yok. Her şey hazır!
Ve de maliyeti ucuz…
Bir muhabire vereceğiniz maaş ile bir, iki ajansa abone olup, onlarca haberi transfer etmeniz mümkün.
Daha ne gerek var personel çalıştırmaya, masrafa girmeye, dert çekmeye!
***
Efendim, haberler biribirinin aynısıymış da, ayıp olurmuş da!
Geçin bunları.
Hangi televizyon izleyicisi neyin ne olduğuna bakıyor, hangi gazete okuyucusu mesleğin kuralı ile yapılıp-yapılmadığını sorguluyor ki!
Var mı kaliteye bakan…
Var mı, ayrıntıya dikkat eden?
Hak getire!
***
Haksızlık etmeyeyim.
Eleştiriye gelende sırayı kimseye verme yok.
Ama bir okur olarak sıra seçici davranmaya, iyiyi-kötüden ayırmaya, suyu getiren ile testiyi kıranları bir birlerinden ayırmaya geldiğinde aynı hassasiyeti göremezsiniz çoğu insanda.
***
Her türlü olumsuzluğun fazlasıyla yaşandığı camianın bu hali hiç kimseyi olmasa da, mesleğin hakkını vermeye çalışanları üzerken, kamudaki birilerini de hem keyiflendiriyor ve hem de bu olumsuzluk üzerinden “pirim” yapmalarına sebep oluyor.
***
Ne demek istediğimi izin verirseniz anlatayım!
***
Artık çoğu kamu kurumunda ve belediyelerde basın büroları, o bürolarda fotoğraf çekmesini, kamera kullanmasını bilen görevliler var.
Her bir büro “haber ajansı” mantığıyla işler…
Büro elemanları, emrinde çalıştıkları insanların yaptıklarını ve hatta çoğu zaman yapmadıklarını “taraflı” şekilde yazar ve başta ajanslar olmak üzere, gazetecilerin e-mail adreslerine gönderirler.
***
Ertesi gün bilin ki, gönderilen haberlerin tamamı gazete sayfalarında, bilgisayar ekranlarındadır.
***
Oysa gazeteci kamuoyu adına hareket eden, soran, Anayasa’dan aldığı güçle sorgulayan insandır.
***
İşleyiş böyle olunca, gazeteci sorma ve sorgulama görevini yapmıyor, yapamıyor ve belki bilmeden “haksız rekabet” yolunu seçen kim varsa, onların da “ucuz” oyunlarına alet oluyor.
***
Bir önceki hafta Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hikmet Koçak, basın toplantısı düzenlemişti. O toplantıda Erzurum’da görev yapan basın mensuplarının çoğu vardı.
Hikmet Hoca, üniversitenin bugün geldiği noktayı rakamlarla ortaya koyarken, karşılaşılan sorun ve sıkıntıları da samimi bir şekilde paylaşmıştı bizlerle.
***
Sıra soru-cevap faslına geçildiğinde “yaylım ateşi” başladı.
Söz alan birçok gazeteci, son derece makul ve mantıklı sorular sorarak Hikmet Hoca’yı terletti.
Hoca da her zamanki nezaketiyle soruları yanıtladı.
***
Fırsatı yakalayanlar mesleklerinin gereğini yerine getiriyor, soruyor, sorguluyordu.
Görüntü güzeldi açıkcası.
***
Bu tür görüntüler maalesef artık eskisi gibi sık yaşanmıyor.
Sebep de belli aslında.
Gönderilen abartılı, kurumun başındaki insanın reklamını yapmaya yönelik yanlı, taraflı bültenlerle iş o kadar güzel idare ediliyor ki, müthiş!
Yetiyor başa da başkana da!
Niye yetmesin ki!
İşin içinde hem “tatmin” var, hem de haksız rekabetin feriştahı!
Oysa çalışan ile çalışmayan, üreten ile üretmeyen insanları ayıklaması gereken bu camiadır.
Gazetecilik çok kutsal.
Tabi bilene ve işinin hakkını vermeye çalışana.