Alparslan; Anadolu’yu Türklere vatan kılan bir hakan olarak tarihteki yerini alır.
Ebû şüca’ (=yiğit), adudüddevle (=devletin pazusu, koruyucusu), es-sultânü’l-âdil (=âdil sultan) ebü’l-feth (fetihler babası) gibi ünvanlarla anılan bu Türk hakanı kimdir?
Gelin, bu büyük kahramanı ve fetih macerasını ana çizgileriyle de olsa bir kere daha gözden geçirelim :
20 Ocak 1029 tarihinde dünyaya gelen Alparslan; Horasan Selçuklu devleti meliki Çağrı Bey’in oğludur. Çağrı Bey hastalanınca devletin idaresi küçük yaşlarından itibaren bu çocuk yaşlardaki genç veliahdın üzerinde kalır. O, daha bu tarihlerden itibaren Gazneli taarruzlarını önleyip Karahanlılara ve Gaznelilere karşı zaferler kazanarak hem Horasan Selçuklu devletinde hem de bütün Selçuklu topraklarında büyük bir itibar ve şöhret kazanır. Çağrı bey 1059’da ölür. Alparslan amcası Tuğrul bey’den sonra 27 Nisan 1064’te büyük bir törenle Rey’de tahta çıkar. Kendi adına hutbe okutur ve para bastırır. Alparslan’ın saltanatı Abbasi halifesi Kaim Biemrillâh tarafından da kabul ve ilan edilir. O, 1064’te “Rum gazâsı” adı verilen Batı seferine çıkar. Anadolu yaylalarını Türkmenler için ideal bir yerleşim alanı olarak gören genç hakan; Doğu’da Hazar denizinden Taşkent’e kadar olan toprakların büyük bir kısmını Selçuklu hakimiyetine katar. Bu arada Türkmen aşiretleri büyük kafileler halinde Anadolu’ya göç ederek bu toprakları yurt tutmaya gayret ederler.
Birbirinden bağımsız hareket eden bazı Selçuklu kumandan ve şehzadeleri de Anadolu’da birçok önemli şehri ele geçirirler. Bizanslılar gün geçtikçe ellerinden çıkan Anadolu topraklarını korumak hususundaki bütün ümitlerini 1068 yılında dul imparatoriçe ile evlenenerek tahta geçen Romanos Diogenes’e bağlarlar. Adı geçen Bizans kralı, 1068 yılında çoğu paralı askerlerden oluşan bir orduyla bir Anadolu seferi tertipler. Bu sefer sırasında Kayseri, Sivas, Divriği, Malatya ve Toroslar üzerinden güneye inip Suriye‘de Menbic kalesini fetheder. 1069 da İkinci Anadolu, 1070 te üçüncü Anadolu seferini gerçekleştiren Romanos Diogenes Selçuklu ve Türkmen süvarilerine karşı ciddi bir başarı elde edemez. Akabinde kalabalık ve iyi donanımlı bir orduyla 13 mart 1071’de dördüncü Anadolu seferine çıkar.
Alparslan bu arada Suriye ile uğraşmakta ve Mısır’daki Şii Fatımî iktidarını yıkmaya çalışmaktadır. Zira Müslüman dünyasındaki Şii-Sünni ayırımı giderek büyümekte ve sıkıntı yaratmaktadır. Hamdanî hükümdarı olan Nâsırüddevle Selçuklu hakanından Fatımîlere karşı yardım ister. Bunun üzerine Alparslan; büyük bir orduyla harekete geçer. Malazgirt ve Erciş kalelerini zaptederek Silvan, Diyarbakır, Urfa ve bazı Bizans kalelerini fetheder. Şam’ı almayı hedefleyen hakan, ordusunun bir kısmını bu maksatla Suriye’de bırakır ve Romanos Diogenes’i karşılamaya yönelir.
Romanos Diogenes; iki yüz bin kişiye varan iyi donanımlı bir orduya sahiptir. Bu ordu Frank, Norman, Bulgar, İslav, Hazar, Peçenek (Kuman), Uz (Oğuz) Gürcü ve Ermeni asıllı kuvvetlerden derlenmiş olup mensupları arasında dil ve din beraberliği ile hedef birliği yoktur. Bu kuvvetler, 13 mart 1071 günü İstanbul’dan hareket ederek Eskişehir ve Sivas üzerinden Erzurum’a varırlar.
Türk hakanının yalnızca Müslüman Türklerden ibaret elli bin kişilik bir kuvveti bulunur. Süratle Ahlat’a gelen bu orduyu Alparslan’ın yanı sıra Sav Tekin, Afşın, Ay Tekin, Porsuk, Tarang, Sanduk, Gevher-âyin gibi güçlü kumandanlar yönetirler.
Her iki ordu Malazgirt- Ahlat arasında bulunan Rahva ovasında Murat suyunun bir kolu üzerinde mevzilenir. Alparslan, Abbasî halifesinin elçisi İbnü’l- Mahlebân ile Sav Tekin’i Bizans imparatoruna göndererek barış teklifinde bulunur. İmparator bu teklifi çok kaba bir şekilde reddeder. Bunun üzerine her iki tarafta da savaş hazırlıkları hızlanır. Sultanın imamı Buharalı Muhammed b. Abd al-Melik, Alparslan’a cuma günü bütün minberlerde Müslümanların kendisine dua edeceğini söyleyerek savaşmak için bu günü beklemeleri tavsiyesinde bulunur. Gerçekten de İslam halifesi Kaim-biemrillâh, Türk ordusunun muzafferiyeti için camilere dua ve hutbe metni gönderir. Bu dua ve hutbenin okunmuş olması ordunun maneviyatını önemli ölçüde yükseltir. Perşembe gününden cuma sabahına kadar Türk tarafından gelen tekbir sesleri, kös, boru nidaları, naralar ve ok yağmurları ile Bizans askerleri korku ve şaşkınlık içinde kalırlar.
Türk geleneğinde savaş öncesi son bir kere daha barış teklifinde bulunma uygulaması vardır. 26 Ağustos 1071 cuma sabahı Alparslan barış teklifini tekrarlar. Bu teklifi karşı tarafın korkaklığına veren Romanos Diogenes barış görüşmelerinin ancak Rey’de başlanabileceğini söyler. Alparslan ordusuyla birlite cuma namazını kıldıktan sonra beyazlar giyinir. Atından inerek secdeye kapanır. “
“Ya Rabbi! Vekilim sensin, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum.
Ey Rabbim! Niyetim halistir, bana yardım et; sözlerimde hilâf varsa beni kahret. Eğer kalbimde olanla dilimin söylediğinin aynı olduğunu görürsen bu cihadda benden yardımını esirgeme, her müşkili bana kolay kıl” diyerek yakarır.
Sonra secdeden başını kaldırarak kumandanlarına ve askerlerine hitaben; “burada Allah’tan başka sultan yoktur; emir ve kader tamamiyle onun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte savaşmak va savaşmamakta serbestsiniz” der. Askerler “aslâ emrinden ayrılmayacağız” diyerek birbirleriyle helalleşip vedalaşırlar. Sultan atının kolonlarını sıkar ve eski bir âdete göre de atının kuyruğunu bağlar. Okunu ve yayını bırakıp kılıç ve topuzunu eline alır. Bütün askerler, tıpkı hakanları gibi atlarının kolonlarını sıkar, kuyruklarını bağlarlar.
Alparslan; ordusuna son bir hitapta bulunur. “Ey askerlerim, eğer şehid olursam, bu beyaz elbise benim kefenim olsun. O zaman rûhum göklere çıkacaktır. Melik- Şâh’ı yerime tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak, önümüzde çok hayırlı günler olacaktır.”
Türk ordusu Turan taktiğine göre dört kısma ayrılır. Hilal şeklinde yerleştirilen kuvvetlerin iki grubu savaş sahasının yanlarındaki tepelerde gizlice pusu kurar, düşmanı arkadan çevirmekle görevlendirilen üçüncü grup da uygun yerlerde mevzilenir. Alparslan’ın kendisi de Romanos Diogenes’in karşısında yer alır.
Merkeze zayıf fakat süratli birlikler yerleştirilmiştir. Bu birlikler sahte bir ricat manevrasıyla düşmanın merkez kuvvetlerini peşlerine takarak geriye doğru savrulurken sağ ve sol yanlara yerleştirilmiş olan pusudaki güçlerin harekete geçmeleri ve düşmanı çembere almaları ile savaş Türk ordusunun lehinde cereyan etmeye başlar. Bizans ordusunun iki kanatlarındaki uçlarda yer alan Uz ve Peçenek süvarileri de evvelce kararlaştırdıkları üzere Müslüman ırkdaşlarının saflarına geçerler. Savaş gece de devam eder. Ertesi sabah ise zafer Türk akıncılarının olmuştur.
Romanos Diogenes, esir alınır. Alparslan, imparatora şerefli bir misafir muamelesinde bulunur. Ona özel çadır kurdurtup emrine hizmetkârlar verir. Bizans kralı ile bir antlaşma yapılır. Akabinde Diogenes, İki türk beyinin kumandasında bir kıta askerle yolcu edilir. Selçuklu hakanı imparatoru bizzat bir fersah mesafeye kadar götürür ve ona on bin dinar kadar da yol harçlığı verir. İmparator Erzurum yoluyla memleketine doğru yol alır.
Sultan Alparslan, Malazgirt zaferinden sonra 1072 senesinde Türkleri bir bayrak altında toplamak gayesiyle Maveraünnehir’e doğru sefere çıkar. Ordu, Buhara’ya yaklaşır. Amuderya nehri üzerinde bulunan Hana kalesini muhasara eder. Kale komutanı Batınî Yusuf el-Harezmî, kalenin fazla dayanamayacağını anlayarak teslim olacağını bildirir. Esir kale kumandanı, Alparslan’ın huzuruna çıkarıldığı sırada hakanı hançeri ile yaralar. Yusuf anında öldürülür. Fakat Sultan Alparslan aldığı yaralardan kurtulamaz. 25 Ekim 1072 tarihinde; “Her ne zaman düşman üzerine azmetsem, Allahü tealaya sığınır, O’ndan yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, ordumun büyüklüğünden, bana ayağımın altındaki dağ sallanıyor gibi geldi. ‘Ben, cihanın hükümdarıyım. Bana kim galip gelebilir?’ diye bir düşünce kalbime geldi. İşte bunun neticesi olarak, Cenâb-ı Hak, aciz bir kulu ile beni cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allahü tealadan af diliyor, tövbe ediyorum. Lâ ilâhe illallah Muhammedün resulullah!…” diyerek şehid olur. Tahran yakınlarındaki Rey şehrine defnedilir. Yerine oğlu Melikşah geçer.
Alparslan; dindar, adil, merhametli ve cesur bir hakandır. Sarayında fakirlerin doyduğu bir imarethane bulunur. İhtiyaç sahiplerini ihtiva eden listelerdeki isimlere muntazaman harçlık dağıtılır. Hakan, fethettiği her şehre bir cami yaptırır. İlim, fikir ve sanat adamlarını devlet himayesi altına alarak korur.
Alparslan, büyük tarihi zaferlerinin yanı sıra, medreseler kurmak, (Nizâmiye, (Bağdat’ta)Basra ve Nişâpûr medreseleri gibi) ilim adamlarına ve talebeye vakıf gelirlerinden maaşlar tahsis etmek, imar ve sulama tesisleri inşa etmek suretiyle de hizmet verir. İmâm-ı A’zam’ın türbesi, Harezm camii ve Şadyah kalesi gibi pek çok mimari eseri inşa ettirir. Zamanında; İmam Gazali, Cüveynî, Şirazî, Kuşeyri, Farmidî, Hucendî, Serahsî gibi büyük ilim adaamları yetişir.
Bu naçiz yazı, 27 aralık 2012 tarihinde dünyaya gelen yeğenim Alpaslan Gökay Bulut adına kaleme alındı. Kademi hayırlı olsun.