Edep; iyi terbiye, iyi ahlak, nezaket, zarafet anlamına gelen bir terimdir.
Edepli olmak; kendini bilmek, iyi hâl ve gidişte bulunmak, genel geçer ahlak kurallarına uygun davranmaktır. Edepli olmak; haddini bilmek, edeb erkân dairesinde yaşamak, usul, kaide, yol, yordam bilmek anlamına gelir.
Görgü kuralları, örfi nizamlar, hukuki hükümler, dinî ve millî yaptırımlar; fertlere kılavuzluk eden ve toplumdaki düzeni ayakta tutan yol göstericilerdir.
Klasik kültür ve öğretiler; insan olmanın temel şartı olan edebi, ilimden daha üstün görmüşlerdir. Edep; binayı ayakta tutan temeller ile istinat duvarları hükmündedir.
“Haddini bil” emir cümlesi sık tekrarlanan cümle kalıplarından biridir. Haddini bilmek; edepli olmak, yerini bilmek, hizaya gelmektir. Kendi nefsini tanımak, imkân ve sınırlarını bilmek ve bu sınırları her ne suretle olursa olsun aşmamaktır. Şahsi kapsama alanının nerede başlayıp nerede bittiğini iyi hesaplamak, etki ve yetki bölgelerinin hacmı içinde kalmaktır. Haddini bilmek; attığı her adımda başkalarının da hak ve hukuğunu gözetmek demektir.
Haddini bilmek; ölçülü hesaplı söz söylemeyi ve hareket etmeyi de için alır. Nerede oturup nerede kalkacağını, ne zaman konuşup ne zaman susacağını bilmek önemli hasletlerdendir. “Patlak kavurga” misali her an atılmaya hazır olmak yerine, uygun zamanda uygun davranışı sergilemek, konuşurken doğru zamanda doğru lafı söylemek, taşı gediğine koymak önemlidir.
Neredeyse herkesin üzerinde zihnî ve cehdi hiçbir ciddi çaba harcamadığı her konuda fikir sahibi olarak söz söylediği bir dünyada yaşıyoruz. Günümüz insanının işi gerçekten de zordur. Gözlerin ve kulakların pervasızca haddini aştığı, özel alanların tarumar edildiği, mahremiyetlerin yağmalandığı bu arenada kim haddini nasıl öğrenecektir? Hakim olma duygusunun, hükmetme iştihasının, üstün gelme ve öne çıkma yarışının insanoğluna dizginlerini kaybettirdiği bu zamanda kim gerçek yerini nasıl bilecektir?
Bireyselliğin insan olmanın temel şartı olarak her kalemde beyinlere zerkedildiği, benliklerin şişirildiği, nefislerin büyüdüğü, dünyalığın çoğaldığı, rekabetin en sakin tabiatlıyı bile vurup daralttığı, tüketim çılgınlığının en mütevazi olanı bile yoldan çıkardığı bir dünyada haddimizi kimden ve nereden tedris edeceğiz? Rehberimiz, yoldaşımız kim olacak?
Ehilin değil; açıkgöz ve arkası güçlü olanın en fazla nemalandığı, haklı olanın değil cazgır olanın sesinin fazla çıktığı bir zamanda ehliedep kenarda, köşede ve hep göz ardı edilen konumlarda mı kalacak? Kâzip şöhretlerin (yalancı şöhretlerin), aydın geçinen entellerin makbul adam sayıldığı bir eyyamda gerçek kıymetler hep arka sıralarda mı oturacak? Çarkların haddini bilen kemal sahibi insanların aleyhine işlediği bu devranda kendini bilenler hep mağduru mu oynayacak?
“Haddini bilmek”, “hakkını bilmek” ve “gadrini bilmek” arasında ince geçitler vardır. Haddini bilirken, kendini yok mesabesine indirmek de düşünülemez. Haddini bilmek; bir anlamda tevazu sahibi olmayı da gerektirir. Tevazu adına yerlerde sürünmek de hoş karşılanamaz. Haddimizi bilmek kadar haklarımızın da nerede başlayıp nerede bittiğini bilmek önemlidir. Hakkını korumak ve almak adına gerektiğinde mücadele edilmeli, gayret sarfedilmelidir. Gadrini bilmek, her durumda vakarını muhafaza etmek, kendi varlığını yaratıcının bir eseri olarak görüp kendine önem vermek demektir. İnsan; yaratılmışların en değerlisidir. Bu itibarla da değer bulmak, saygı beklemek hakkıdır. Samimi duygularla mevcudatı sevenin sevilmesi, saygı gösterenin saygı görmesi, itibar edenin itibar bulması tabii bir kuraldır.
Hayat planında sağlam ölçüler kazanmış; hak bildiği yolda yalnız gidebilecek ahlak salâbetine ulaşmış insanı yetiştirmek; evin, sokağın, okulun ve sistemin evvel emirde gayelerindendir. Burada bu saydığımız unsurların günümüzde her birinin farklı tellerden çalıyor olması, ev ile medyanın, sokak ile okulun aynı frekansta olmaması çoğumuzda bir kafa karışıklığına sebep olmaktadır. Böyle de olsa ömür kervanı mesafe aldıkça sislerin dağılması, görüş mesafesinin açılması beklenebilir.
Ne yazık ki, insanoğlu belki de tabiatı gereği kendisine birçok konuda hak ve salahiyet tanırken karşısındakinin hareket kabiliyetini kısıtlar. Çoğu zaman kendi adına yayılmacı ve inhisarcı bir uygulamayı hayata geçirir. Nalıncı keseri gibi hak ve hukuğu kendisine yontarken başkalarını alabildiğine köşeye sıkıştırmaya çalışır.
Demokrasi havarisi kesilenlerin, hattâ en demokratik geçinen fertlerin ve ülkelerin bile bu kavramlarla işlerine geldikleri gibi oynadıkları, menfaat rüzgârları doğrultusunda hareket ettikleri aşikârdır.
Çağımızda olabildiğince sulandırılmış, hatleri aşma noktasını geçmiş “özgürlük” kelimesi pupa yelken ilerlemektedir. Herkesin kendine göre, işine geldiği gibi, menfaati doğrultusunda çekip uzattığı bu kavram; bir emniyet sübabı, bir can kurtaran simidi hüviyetiyle çoğu yerde imdada yetişmektedir. Günümüzde “çifte standartlı olma” keyfiyeti az geldi. Bu kavram belki de Postmodernizm’in bir gereği olarak “çoklu standartlı olma” gibi bir açılıma doğru dolu dizgin yol almaktadır. “Demokrasi” kelimesi çağın sihirli değneği olarak her kılıfa uyabilmekte, her kalıba dökülebilmektedir.
Oysa kimseye özgürlük adına canının istediği her şeyi yapabilme hakkı verilmemiştir. Bu hem fikir hem söylem hem de eylem bazında böyledir.
Özgürlük adına konuşan ve yazan bazı kimseler; evvela ülkenin birlik ve bütünlüğünün her şeyin üstünde ve tartışılmaz olduğunu bilmelidirler. Hiçbir devlet kendi varlığını tehlikeye atacak düşünce ve teşebbüslere izin vermez. Bu kavrama sığınarak bulanık sularda yüzmek, toplumu hak ve özgürlükler boyası altında başka vadilere taşımak kimsenin haddi ve hakkı değildir.
Yine bazı yazar çizerler ile bazı söz erbabı cemiyetin değerlerini yaşatmak ve yükseltmek adına değil de; bozmak ve yıpratmak adına faaliyet göstermektedirler.
Hiçbir kimse, hiçbir teşkilat, hiçbir müessese sorgulanamaz değildir. Kurumların, basınının ve herkesin kendisini sık sık gözden geçirmesi, attığı her adımın, söylediği her sözün üzerinde düşünmesi, sorumluluk duygusuyla hareket etmesi beklenir.
Evet! Edep; haddini bilmektir.