- Erzurum Haber Gazetesi - https://erzurumhabergazetesi.com -

Yangın Yeri Suriye ¬- I

İnsanların bir kaderi olduğu gibi toprakların ve milletlerin de bir kaderi vardır.

“Coğrafyan kaderindir” diyen İbn-i Haldun; bu veciz ifadeyle üzerinde yaşanılan iklimin insanoğlunun hayat çizgisini belirlemede önemli bir payı olduğunu ifade eder.

İnsanlık tarihinin  başladığı nokta olarak kabul edilen  Orta Doğu; semavî dinlerin de  ortaya çıktığı yerdir.  Bu coğrafya Türkiye, İran, Afganistan, Arap Yarımadası’ (Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Umman, Katar, Yemen, Irak, İsrail, Ürdün, Lübnan, Suriye ve Mısır)ndan oluşur. Bu topraklarda mevcut bulunan on altı devletten sadece Türkiye ve İran köklü bir devlet tecrübesi ve gelenekten gelirler. Diğer ülkeler ise 20. Yüzyılın başlarında sömürgeci ülkelerin çizdiği suni sınırlar içinde hayat bulma yolundadırlar.

Medeniyetlerin kavşak noktasında yer alan bu iklim;  zengin yer altı ve yer yüzü kaynakları , kara ve deniz yolu ulaşımı imkânları  ile bir cazibe  alanı olmak hüviyetini kazanır.

Bu  kadim toprakları üzerinde  yer alan Suriye; derin ve zengin bir tarihî birikimin mirasçısı olarak dikkat çeker.

Şimdilerde ne yazık ki bu ülke;   elim bir iç savaş ve kalabalık bir göçmen nüfusla dünyanın ve Türkiye’nin gündeminde ilk sıralarda yer almaktadır.  Bu itibarla biz dar kapsamlı bu yazıda  önce Suriye’nin  tarihî coğrafyasını konu edinmeye , bir sonraki  kalem tecrübesinde de mazisindeki ilim- irfan yuvaları ile yetiştirdiği âlim, fazıl ve sanatkârlar silsilesinden  kısaca bahsetmeye çalışacağız.

M. Ö. 4000’lerde Mısırlılar, M.Ö. 3000’li yıllarda Sümerler  bölgeyi altın, gümüş ve sedir ağacı kaynağı olarak görür ve bu topraklara yerleşirler.  M.Ö. 2350’de Ebla imparatorluğu zamanında  Suriye ticaret ve ham madde deposu olarak öne çıkar. Bu sebeple de çeşitli hesaplaşmalara konu olur. Akat, Mısır, Hitit, Asur ve Kenan medeniyetlerine ev sahipliği yapar. M.Ö. 4. yüzyılda Büyük İskender bu topraklara ayak basar.  M.Ö. 20’de ise Suriye Roma imparatorluğu sınırlarına dahil edilir.

634 Yılında İslamiyetle  tanışan bu ülkede önce Emevi sonra da  Abbasi devletleri kurulur.

Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi ile 1516 yılında Osmanlı idaresine giren ve Müslümanlarca “peygamberler diyarı” olarak adlandırılan bu  topraklar; 1918 yılına kadar Osmanlı idaresi altında  kalır. Bu dört yüz yılı aşan zaman dilimi   içinde bünyesinde Kudüs’ü de barındıran bu bölge “Bilâd-ı Şam” adıyla anılarak kutsal kabul edilir.

19. Yüzyılda Müslüman ve gayri Müslüman unsurlar arasında giderek artan bir gerilim yaşanmaya başlar. Fransa ve İngiltere’nin başını çektiği dış güçler bölgede daha etkili bir şekilde yer alabilmek için dinî azınlıkları himayeleri altına  alırlar. Böylece muhtemel bir askerî müdahalenin meşru  temelleri atılmış olur. 1832 Yılında Mısır hakimi Mehmet  Ali paşa’nın oğlu İbrahim paşa bölgeyi işgal eder ve  Lübnanlı Hıristiyanlara  bir takım imtiyazlar tanır. Osmanlı reformları da Müslüman olmayan kesimleri daha fazla korur ve hak tanır bir uygulama getirir.

Ülkede yer alan Marunî-Dürzî çatışmalarına Müslüman-Hıristiyan çatışmaları eklenir. 1839 yılından itibaren bu ülkede kurulan yabancı okullar Arap milliyetçiliğinin temellerini atarlar. Bu durum Osmanlı idaresinin  aleyhinde cereyan eder.  İngilizler; Mekke şerifi Hüseyin’e Hicaz merkezli bir Arap imparatorluğu kurdurma sözü verirler. Oysa 1916 da yapılan bir anlaşmayla aynı toprakları Fransızlara bırakırlar. İngiltere ve Fransa 1920’de kurulan San Remo konferansı gereğince  Arap dünyasını bölme projesini uygulamaya koyarlar.  Bu projeye göre  Suriye ve Lübnan,  Fransa’nın kontrolüne verilirken ; Irak ve Filistin İngiltere’ye bırakılır. Bu arada İngiltere, Filistin’i ikiye bölerek Ürdün’ü kurar.

Bu kurulan ülkelerin  bir devlet geleneği ve alt yapıları  yoktur.  1919 de toplanan Suriye genel kongresi bağımsızlık ilan eder. 1920’de Fransızlar Suriye’yi işgal ederler ve kendi konumlarını güçlendirmek adına ülkedeki Sünnî- Müslüman yapının karşısına Katolik, Protestan, Dürzî, Marunî, Nusayri(=Arap alevisi)  İsmailî gibi azınlıkları çıkararak bu grupları örgütlendirme yoluna giderler.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                        İngiliz ve Fransızların fitilini ateşledikleri bölünme süreci etkisini göstermekte gecikmez. Lübnan ayrı bir devlet olarak ayrılır. Lazkiye bağımsız bir bölge hâline gelir. 1939’da Hatay Türkiye’ye bağlanır. Yer yer Fransız mandasına karşı kanlı ayaklanmalar baş gösterir. Nihayet 15 nisan 1946’ da                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                   sömürge yönetimi sona erer.

Michel Eflak 1943’te Şam’da Baas partisinini kurar. Bu parti 1963’te düzenlediği bir darbeyle yönetimi ele geçirir. Neo-baasçılar olarak isimlendirilen ve ( iki alevi subay olan) Salah Cedid ve Hafız el-Esad ile Amin-el Hafız ile Michel Eflak; Salah el-Bitar’a karşı verdikleri iktidar mücadelesini kazanırlar. Hafız el-Esad; 1970’den itibaren ülkenin tek lideri olur. Bağımsızlığın kazanıldığı 1946 tarihinden Hafız el-Esad’ın yönetimi ele geçirdiği 1970’e kadar ülke darbelerle yönetilir. Mısırlı Nasır’ın kişiliğinde ifadesini bulan Arap birliği ideali bu dönem Suriye’sine damga vurur.

Baasçıların (baas=yeniden diriliş)  en büyük hayali Mısır ile Suriye’yi birleştirerek Arap birliği projesinin çekirdeğini oluşturmaktır.  1 Şubat 1958 de Birleşik Arap cumhuriyeti ilan edilir. Nasır başkanlığındaki bu birlik Suriyelilerin aleyhine bir yapılanma doğurur. Suriye’deki  bir çok resmî göreve ve Suriye ordusundaki önemli mevkilere Mısırlılar getirilir. 28 Eylül 1961’de bir grup Suriyeli subayın ayaklanması ile birlik dağılır. Arap birliği, Suriye ulusalcılığı gibi kavramlar, sosyalist ve Marksist görüşler, Nasırcı   yaklaşım ve darbeler ülkenin gündeminde yer alır.

1963’te Irak ve Kuzey Yemen’in de iştirakiyle yine başarısız bir ikinci  birleşme tecrübesi yaşanır. 1948’ten itibaren İsrail’le savaşılır. Bu savaşlarda Suriye genellikle bozguna uğrar. 1947 Yılında  gerçekleşen Altı Gün Savaşı’nda Suriye hava savunma sistemleri yerle bir edilir. Golan tepeleri kaybedilir. 1982’de yine Suriye havada ve karada ağır zayiatlar verir. Lübnan ile Suriye arasında da ciddi problemler yaşanır. Suriye, 1985 yılında İsrail’in Lübnan’ı boşaltmaya başlamasının ardından   bir müddet bu ülkeye  hakim olur.  Irak ile de ciddi gerilimler yaşanır. İç karışıklıklar ve üst üste askerî darbeler ile sarsılan ülkede sular bir türlü durulmaz.  Ordu, siyaseti tek başına belirleyen bir güç konumuna geldiğinden bu ülkeyle hesabı olan ülkeler hareket tarzlarını orduya göre şekillendirmek durumunda kalırlar. Ordu içinde de Baasçı, Nasırcı ve komünist kanatlar giderek güçlenirler. 70’li yıllardan itibaren İhvân-ı Müslimîn ile Baascılar arasında kıyasıya bir çekişme ve çatışma yaşanır. Hafız el-Esad; İslamcıları ezmek için onların kalesi konumundaki Hama’yı yerle bir ederek 20-30.000 kişiyi öldürür. Esad’ın kardeşi Rıfat’ın başında bulunduğu savunma tugayı binlerce kişiyi öldürüp binlercesini de hapishanelere gönderir.  Bu dönemde iç muhalefetle çok sert bir şekilde mücadele edilir. Muhalif gruplar sindirilir. 10 haziran 2000 yılında Hafız el-Esad ölür.

10 temmuz 2000’de Beşar Esad yeni devlet başkanı olur.  Beşar Esad;  ne ülkenin ekonomik gidişi ne de siyasi gelişmeler konusunda kendisinden beklenilen değişiklikleri hayata geçiremez.

Hâlen yoğun bir şekilde  Amerika Birleşik devletleri ve  İsrail’in  tehdidi altında bulunan Suriye acılı ve karanlık bir süreçten geçmektedir.  Gelecek günlerin neler getireceğini ise zaman gösterecektir.

Temennimiz ülkemizde, bölgemizde ve dünyada her daim sulh ve sükûnun;  barış ve istikrarın hakim olmasıdır.