Ezeli ferman hükmünceher insan doğar, yaşar ve ölür. Fani bedenlerin bu fermana ram olmama şansları, karşı koyma güçleri yoktur. Çünkü nihayetinde insan aciz bir varlıktır. İradesi dışında mevcut olanlar, iradesine tabi olanlardan katbekat fazladır. . Beşer kendisini ilk ne zaman fark eder. Bu fark ediş genellikle çocuk dünyasınca önem arz eden bir hadisenin vuku bulmasına bağlı olarak kayda geçer. Her can, bu faslı farklı sahneler çerçevesinde hatırlar. Aile, okul, sokak ve toplum hayatı aslında bir mücadele ortamıdır. Bu ortamlar, kendini ispatlama çabası ile görünmez yarışların, ada gelmez mücadelelerin aktörü olmayı da gerektirir. Büyüme, ergen olma telaşları derken heyecanların aklın önünde gittiği, kanın deli deli aktığı o ilk gençlik yılları gelip çatar. İstikbal endişesi, hayatını kurma ve bir düzene oturtma çabaları ile dolu dolu geçen dalgalı, gözü kara, keskin yıllar. Bazıları ilk idrak yıllarından itibaren dinlediği masallar, okuduğu çocuk kitapları tesiriyle bir kahraman hayatı yaşamayı hayal eder. Belki de bu meyil fıtrîdir. Dünyayı kurtarma hevesi, büyük işler başarma aşkı bazı körpe bedenlerde içten içe yanan kor bir ateş gibi kendisini duyurur. Bu tip muratların yanı sıra futbolcu, polis, subay, doktor, öğretmen ve pilot olmak emelleri erkek çocukları kuşatır. Kız çocukları ise gelin, anne, hemşire, öğretmen, doktor olmak gibi hevesler besler. Bu taleplerin önünde ise aşılacak dar ve uzun yollar, zorlu geçitler vardır. İnce ince sabır ve emek dokuyarak ancak menzile varılabilir. Gençler; çoğu zaman belki de büyüyebilme, kendini kabul ettirme, kendini ispat etme merkezli bu kurtarma merakıyla falan veya filan ideolojiler, moda cereyanlar peşinde yaşlarını fark etmeden yaşarlar. Ama yanlış, ama doğru, ama yerli, ama yersiz toplumu daha üst bir kademeye taşıma rüyası zaman içinde kimini ârif, kimini âlim, kimini fazıl , kimini gerçek kahraman yaparken; kimini terörist, kimini hain, kimini de ipsiz sapsız kılar. Yetişkinlerde hevesler önemli ölçüde yatağını bulmuş bir su misali oturmuş ve durulmuş akarlar. Bu çağdaki insanların bazıları bir taraftan kendi hayat gailelerinin, maişet problemlerinin peşinden koşsa da bir taraftan da cemiyet meselelerine sırt vermeye, el atmaya çalışırlar.
İnsanlığın evvelemirde kendisini inşa etme sorumluluğu olmakla beraber bunun yanı sıra din, vatan, millet, ilim, sanat, cemiyet, insanlık gibi meseleleri de vardır. Meselesi olmak, biraz da “insan gibi insan olmak” hâlidir. Her ne kadar davalı olmak kötüyse de bir davası olmak insanidir.
Bütün zaman ve zeminlerde cemiyet mistikleri vardır. Bu serdengeçtiler; başkalarının derdini kendi dertlerinin önüne koyabilmiş kimselerdir. Kitlelerin hakkı ve saadeti adına bir ömür harcamış, özel hayatlarından, nefsi emellerinden vazgeçmiş kahramanların sayısı bir hayli kabarıktır. Tarihin akışını değiştirenler, büyük işleri, önemli davaları göğüsleyenler böylelerinden çıkar. İlim ve sanatın da bir çeşit mistisizm olduğunu söyleyip geçelim. İlim; laboratuar veya kütüphane çatıları altında, sanat ise atölyelerde yıllar yılı bıkıp usanmadan demlenmeyi, hayatın diğer tezahürlerini askıya almayı gerektirir.
Sen zanneder misin ki benim hep elemlerim;
Heyhat ben nevâib-i eyyâmı inlerim.
Namık Kemal
(Sen dertlerimin hepsinin benim şahsi dertlerim olduğunu mu zannedersin. Ne yazık ki ben günlerin getirdiği acılarla inlerim.)
Bâis-i şekvâ bize hüzn-i umûmîdir Kemâl
Kendi derdi gönlümün billâh gelmez yâdına
Namık Kemal
(Kemal, şikâyet ve sızlanma sebebim cemiyetin dert ve sıkıntılarıdır. Yemin ederim ki gönlümün derdi aklıma bile gelmez.)
Bu satırlarda nefsini gözden ve gönülden çıkarmış bir yüreğin dile gelişi söz konusudur.
İç bâde, güzel sev, var ise akl-ı şuûrun
Dünyâ var imiş ya ki yoğ imiş ne umûrun.
Ziya Paşa
Mısralarında ise şair, tam da Hedonist (=Hazzın mutlak [1] anlamda iyi olduğunu, insan eylemlerinin nihai anlamda haz sağlayacak bir biçimde planlanması gerektiğini, sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüş [2]) bir mizacın içinden konuşur. Bütün akıl ve şuur sahiplerine de bu tarz bir dünya görüşünü benimsemeyi öğütler. Bu anlayış 20. Yüzyılın kalem erbaplarından birinde şu satırlarla ifadesini bulur. Orhan Veli; böcekler gibi sade ama tamamen keyfince yaşamayı varoluşun temel ekseni kabul eden mısralar söyler.
Düşünme
Arzu et sade
Bak, böcekler de öyle yapıyor.
Orhan Veli
“Dünya yansa da bir tutam otu yanmamak” deyimini hayata geçirmiş gamsız ve umursuz hayat sahipleri; yine Orhan Veli’de şu mısralarla ifadesini bulur.
Bir elinde cımbız bir elinde ayna
Umûrunda mı dünya
İnsan olmak; bir meselesi, bir davası olmayı gerekli kılar. Bir yürek taşıyan herkesin bir meselesi olmalıdır. Meselemiz her ne kadar evvelemirde nefsimizi olgunlaştırmak olsa da; en yakın halkalardan başlayarak en uzak halkalara kadar bütün bir yaratılışa karşı sorumluluk taşımak durumundayız.
Zira her birimiz dünyaya ve insan kardeşlerimize göbek bağıyla bağlıyız. Mazlumlar, kimsesizler, yoksullar, işsizler, sokak çocukları, yaşlılar, engelliler, uyuşturucu kullananlar, alkolikler, iş ve trafik güvenliği, adalet, eğitim ve sağlık konuları, çevre kirliliği, hayvan hakları, tabii afetler gibi hususlar hepimizin problemidir. Her ne kadar sınırlı ölçüde yetişebilsek de her birimiz binayı ören taşlar, tuğlalar, harçlar hükmünde olduğumuzdan birimizin meselesi hepimizin meselesi olmalıdır. Bu bağlamda hadis-i şerifte “Müminler bir binanın yapı taşları gibidirler, birbirlerine destek olurlar,” denilir.