“NELER OLUYOR BİZE”
Belkıs Altuniş Gürsoy
Son bir ayın ülke gündemini gözden geçirmek bile nasıl vahim bir tabloyla yüz yüze kaldığımızı göstermeye yeter.
On üç mayısta Soma faciasını yaşadık. Ne yazık ki üç yüz bir can kayıtsızlık, ihmal ve tedbirsizlik uğruna şehit oldu. Geride kalanların her birinin hikâyesi başka başka yürek yanıklarının ahı ile henüz tütmekte.
Fabrikalarda, tersanelerde, inşaat sektöründe ve bilhassa gökdelen alanlarında bir yıl içinde yüzlerce canın üçer beşer, azar azar telef olduğunu okuduk. İş yerleri ve iskeleler, itinasız ve korunaksız, çalışanlar donanımsız. Başka ülkelerde iskeleler nasıl oluyor diye etrafımıza bir göz gezdirdiğimizde çepeçevre demir ağlarla kuşatılmış muhkem balkonlarda çalışanların isteseler bile kazaya uğrama şanslarının bulunmadığını gördük. “Demek ki böyle olmalıymış” diyerek bir kere daha kahırlandık.
Son zamanlarda “kayıp çocuk”, “zulme uğrayan çocuk”, “kazazede çocuk” haberleri ile sık sık buruluyoruz. Bir yığın çocuk, havuzda, derede, gölde boğuldu, trafik kazalarına, kötü niyetli insanlara kurban edildi. Hiç şüphesiz ki çocuklara zarar veren kimselere en ağır cezai müeyyideler uygulanmalıdır. Ama işin bir de başka bir boyutu var. Çocukların elbette ki sorumluluğu yoktur. Ama o sabileri sokağa salıp da arkasını aramamak nasıl izah edilebilir. Anne babaların niye bu kadar rahat ve vurdumduymaz oldukları bahsini de sorgulamak gerekir.
“Gösteri yapmak” adı altında kamu malına zarar vermek, otobüs, iş makinesi yakmak, taş ve molotof kokteyl atmak, yol kapatmak, adam kaçırmak ve silah kullanmak bahislerine zaten hiç girmeyelim diyorum. Medeni insanlar protesto etmek denilen eylemi toplanma, yürüme, afiş asma, pankart açma, slogan atma ve dağılma şeklinde gerçekleştirirler. Bu sebepten her bir karesi ayrı bir insanlık ayıbı teşkil eden bizdeki bu gözü kara vahşet sahnelerine başka bir isim bulmak gerek.
Adi suçlarda, hırsızlıkta, gaspta bir patlama yaşanmaktadır. Son birkaç yılda kendilerini emniyet müdürü, karakol amiri olarak gösteren dolandırıcılar, güya hırsız takip ettiklerini söyleyerek ulaştıkları kimselere bankadaki paralarını filanca yere koymaları talimatını verdiler. Bu yolla genellikle emekli, yaşlı insanımızın ömürlerinin hasılatı olan birikmiş paraya el koydular.
Cinayet vakaları ise günbegün tırmanmakta. “Pire için yorgan yakma”casına hiç yoktan bir sebepten ölümler vuku buldu. Aklı başında mevki makam sahibi konumunda bulunan insanlar bir hiç adına canlara kıydılar. Kadın, eş katliamı ise bir silsile hâlinde ber-devam etmekte.
Toplumun genelinin son yirmi, otuz yıldır dindarlaştığı söylenebilir. “Din güzel ahlaktır” tarifi ile bu dindarlaşma çelişiyor. Dindarlık insani değerlerin yükselmesini, süfli olanın, gayri-meşru ve haram olanın hiç değilse azalmasını gerektirir.
Dini bizim dışımızdaki bir kurallar manzumesi olarak görüp hayatımıza katamadığımızdan dolayı ahlaki anlamda yükselmeyen bir toplum konumunda yaşadığımız rahatlıkla söylenebilir.
Diplomalı insan sayımızda patlama var. Sayıları yüz elliye yaklaşan devlet ve vakıf üniversitelerimizin hiç biri boş değil. Ama mezunlarımızın önemli bir kısmı beklenen insani kalkınmışlık seviyesinin bir hayli uzağına düşmekte. Acaba sadece kuru bilgi aktarmakla, diploma dağıtmakla mı kalınmakta. İrfan denilen o büyülü kavramı, insanı insan kılan, insanı her şartta, her konumda yaratılmışların en şereflisi yapan değerler bütününü aktaramadık mı? Bu temel değerler; ihtişam, gösteriş, sefahat, göz boyamacılık, köşe dönücülük, menfaatçılık ve hazcılık ile yer mi değiştirdi.
Toplum paraya odaklanmış olarak yaşamaktadır. Yükselen değer para, öne çıkan değer para, kabul görür değer para, bir insanı değerlendirmede kıstas para. Bu uğurda her şey mubah, her yol meşru, her adım makbul.
Bu arada yılın son çeyreğine ait büyüme göstergelerimizin iyi olduğu haberinin sevindirici olduğunu söyleyelim.
Ama bu durumda da acaba “insani değerler”le, “ahlaki değerler”le, ekonominin nabzı olan “para” yer mi değiştirdi sorusu akla geliyor. Kutsalımız olan paranın hayatımıza bahşedeceği saadetten, ömrümüze katacağı keyiften başka bir endişemiz kalmadı mı? Dindar görünen, vatan millet sevgisiyle dolu tanınan bir çok kimsede gizli veya aleni bir aç gözlü olma hâli, açık göz geçinme derdi, bir çıkar hesabı içinde yaşama durumu hâkim.
Dindarın her ne suretle olursa olsun, her ne yolla olursa olsun çok para kazanmak gibi bir endişesi olabilir mi?
İşe hile hurda katmakla, vergi kaçırmakla, kusurlu mal üretmekle, düşük maliyet çok kazanç hesabı adına çalışanının can güvenliğini ve temel haklarını gasp etmek dindarlıkla örtüşebilir mi? İnsani ilişkilerde, ticari hayatta helal haram gözetmeyen, hak hukuk aramayan bir zihniyet gerçek dindar olabilir mi?
Bir an önce toplum mühendisliği projeleri üretilmeli ve uygulamaya koyulmalıdır. Zihniyet eğitimi, kişisel gelişim, aile-anne-babalık okulu, evlilik eğitimi, yurttaşlık eğitimi, iş eğitimi, değerler eğitimi gibi isimlerle televizyon ve radyo programları yapılmalıdır. “Hayat boyu eğitim” gönüllüleri insanı kalkındırmak adına her mahalleye, her semte ulaşmalıdır. Tahsil hayatının bütün basamaklarında “değerlerin eğitimi konusu” hiç değilse her dersin beş dakikasında işlenmelidir. “
Daha aydınlık bir Türkiye ve daha mesut bir insanlık ümidiyle hayırlı kandiller niyaz ediyorum.