“İlim Satırda değil Sudûrdadır”
“Sadr”; göğüs, yürek, her şeyin önü başı, ilerisi anlamına gelen Arapça bir kelimedir. Dilimizde “sadr-ı a’zam”, “sadr-ı cihân” gibi tamlamalar içinde kullanılır. “Sadre şifâ olmak” deyimi ise yaygın olarak bilinir. “Sadr”ın çoğulu “sudûr”dur. “Sudûr”; göğüsler, sineler anlamını taşır. “Sudûr”un sadır olma, meydana çıkma, olma anlamına geldiğini de ilave edelim.
Satır; sadece kitapları oluşturan hatlar, sadece sayfaları dolduran yazı cetvelleri değildir. Evrendeki her bir dokunuşta, her bir varoluşta okunan hikmet birlikleri de birer satırdır. Yeryüzü bütün zamanlarda bir laboratuvar, bir kütüphane, bir mektep, bir dershane, bir ibret levhası olarak anılmıştır. Her mevcut ve hadise hâl lisanıyla konuşur. İşiten kulaklara nice kitaplardan satırlar, okur.
“Satır” kelimesi; bir anlamda insanoğlunun binlerce yıllık zekâ ve emek birikimi ile cümle bilim ve sanat ürünlerinin zabıtları olarak da düşünülebilir. “Sadr”; insan gibi insan, adam gibi adam olmanın, irfanın, hikmetin neşvünema bulduğu ve barındığı var sayılan yerdir. Güzel ahlakın, sağlam değerlerin adresi olarak da “sadr” gösterilir.
O hâlde bilgiyi “akli bilgi (akli ilimler)” ve “hayatın bilgisi” olarak ikiye ayırabiliriz. Eskiler bu ayrımı “ilim” ve “irfan” olarak isimlendirerek; “İlim” sahibine “âlim”, “irfan” sahibine de “ârif” derlerdi.
Bugünlerdeilkokuldan üniversiteye kadar bütün eğitim kurumlarının yeniden ders zili çalacağı taze bir başlangıcın arefesindeyiz. Veliler, öğrenciler, eğitim -öğretim kurumları ve elemanları için sağlıklı, verimli ve huzurlu bir ders yılı geçirme temenni olunur.
Ülkemizde tahsilli insan sayısı giderek yükseliyor. Diplomalı nüfus oranındaki artış elbetteki sevindiricidir. Gençlerin üniversite kapılarında yığılmaları bile yüce bir talebin yansıması olduğundan bir mutluluk unsurudur.
Yarınlarımız olan çocuk ve gençlerin en iyi şekilde yetişmeleri, çağın ve ülkenin gereklerine uygun olarak donanım kazanmaları arzu edilir. Eğitimde, bilgi öğrenmekten evvel; öğrenmeyi ve düşünmeyi öğrenen, kendi aklıyla fikr etmeyi, kendi duygularıyla hissetmeyi bilen ve kendi ayakları üzerinde duran bir algılayış modeli matlup olunur. Yaratıcı zekâ dediğimiz zekâ türünü açığa çıkarmak, nesilleri ilimde ve sanatta üretken kılmak tahsil hayatının başlıca hedefleri arasındadır. Bilgi ve teknoloji nakleden değil; bizzat üreten sağlam kişilikli gençler yetiştirmek eğitim sisteminin idealleri arasındadır.
Ama hangi basamak ve alanda eğitim öğretim veriliyorsa verilsin, evvelemirde iyi insan, medeni insan ve iyi yurttaş yetiştirmeyi esas kabul etmek gerekir.
Çocukların ve gençlerin her türlü tehlikeye açık olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Terütaze hayatlar; trafik, terör, uyuşturucu, alkol ve benzeri maddeler, usulsüz ve ölçüsüz kullanılan cep telefonu ve internet bağımlılığı gibi tehditlerin baskısı altındadır. Dışarıda çok cazip ve renkli bir dünya, hadsiz hesapsız uyarıcı söz konusudur. Gönül çelen, nefsi azdıran haz kaynakları ise özgürlük şemsiyesi altında her an zihinlere zerk ediliyor. “Şu yalan dünyada olabildiğince keyif almaya bak, gerisi o kadar da mühim değil” diyen bir hayat algısının etkisi altındayız. Azman egolar, içi boş hevesler, günü birlik tutkular, marka ve gösteriş merakı dört bir koldan üzerimize üzerimize geliyorlar.
Aile zordadır, evladını bu kadar baskın cazibe unsurlarından, bu nispette çeşitli uyarandan nasıl koruyacaktır. Okul sıkıntıdadır. Öncelikle disiplini sağlamak, sonra da eğitimde kalite ve yüksek standart peşinde koşmak emelindedir. Ama onun da imkânları sınırlıdır. Medya ise pek çok saptırma unsurunun yanı sıra parıltılı ve süslü hayat sahiplerini idol, prototip, ideal, emsal diye kamuoyunun önüne allayıp pullayıp koymaktadır.
Üslubunu kaybetmiş, sağ duyusunu yitirmiş kalabalıklar ile sık sık karşı karşıya kalınıyor. Kavgacı, saldırgan, hoş görüsüz ve tahammülsüz bir gidiş var. Cinayet, gasp ve benzeri adi suçlardaki patlamalar, gösteri adı altındaki protesto eylemlerinde görülen yakıp yıkmalar, maç sonrasında yaşanan kırıp dökmeler; toplumumuzun aklıselimden ve hissiselimden uzaklaştığına işaret ediyor, değerler dünyamızdaki topyekûn bir çözülüşten haber veriyor. Diplomalı insan sayısındaki patlamaya, toplumun görünürde giderek dindarlaşmasına (=din güzel ahlaktır tarifini tekzip edercesine), ekonomik göstergelerin yükselmesine mukabil; insani kalkınmışlık seviyesinde ciddi bir gerileme göze çarpmaktadır.
“Kişilik eğitimi” denilen hususu boş veya eksik bıraktığımız gerçeği her adımda bir tokat gibi suratımıza iniyor.
Bu durum; her ebeveyn, her öğretmen ve her öğretim elemanına kişilik eğitimi ve değerler eğitimi (=güzel ahlak) denilen alanın, öğretimden önce gelmesi gerektiğini bir kere daha ihtar ediyor.
Her dersin üç-beş dakikası mevcudata muhabbet ve hürmet, hakka hukuka riayet, adabımuaşeret (=görgü kuralları) gibi temel evrensel değerlerin olmazsa olmazları sayılan bahislere ayrılabilir mi?
Doğu ve Batı klasikleri gerçek birer mekteptir. Gerek sanat değerleri, gerekse muhtevaları itibariyle yetiştirici olan bu eserler dolaylı yoldan öğretir, geliştirir, terbiye eder.
Roman, hikaye, tiyatro metni gibi edebi eserlerle beslenmenin çok yönlü getirileri vardır. İç büyümeyi sağlamada, diğer hayat sahipleriyle, uzak coğrafyalarla, farklı zamanlarla, başka insanlarla paydaş olmada, empati kurabilmeyi sağlamada, ufuk açmada bu kalem mahsulleri birer rehber hükmünü alırlar. Doğrudan doğruya İnsan yanımıza seslendiklerinden bizi kendi gerçeğimize ve hayatın gerçeklerine uyandırırlar.
Sadece belli yaş grupları değil; toplumun geneli klasik eserlerden nemalanma yolunda yönlendirilebilir. İnsanımız; durakta, yolculukta, kuyrukta, alışverişte, parkta her yerde ve her zaman kitap okur kılınabilir.
Eskiler hakiki ilmin güzel ahlakla amel etmek, (kul hakkına riayet, dürüstlük, çalışkanlık, tevazu, yardım severlik, zayıfı muhtacı korumak, cesaret, fedakârlık gibi) olduğunu söylerler.
Bu itibarla ilme ve sanata bin can ile hürmetkâr olmakla beraber insan gibi insan olma ilminin öncelikli olduğunu anlatan “ilim satırda değil sudûrdadır” cümlesinin önemini bir kere daha hatırlayalım.