- Erzurum Haber Gazetesi - https://erzurumhabergazetesi.com -

HOŞCA KAL MEKTUP

İnsanoğlu niye hep ifratla tefrit arasında gidip gelir de bir türlü kararını bularak ölçü tutturamaz. Niye akıp akıp da durulamaz. Niye nefsini dizginleyip de orta yolu bulamaz. Ah bu niyeler bir ipe dizmeye kalkılsa bu dizme faaliyetinin ucu bir türlü görünmez. Tıpkı Deccal’in dokuduğu farz edilen çul gibi. Bu arızalı durum fıtratın bir gereği deyip işin içinden çıkmak en kolayı galiba.

Son zamanlarda toplu taşıma araçlarında, sokakta her yerde ve her vesile ile karşılaşılan bir durum var. Kalabalık mekânlarda bir kenara çekilip de görüş mesafenize giren insanların fotoğraflarını gözlerinizle çekmeye çalıştığınızda cep telefonu ile konuşanların çokluğu karşısında şaşakalıyorsunuz. İnsanımız cep telefonu kanalı ile dakikalarca konuşuyor ha konuşuyor. Söz, bir türlü bitmiyor, nokta bir türlü konmuyor. Hasbelkader bu kimselerin sağına soluna veya yakınına rastlayan insanlar, ister istemez bu uzun vadeli muhabbetin içine düşüp, başka hayatların gizli seyir defterlerinden kesitler okumak, öfke, sitem, muhabbet veya yarenlik halkalarına dahil olmak mecburiyetinde kalıyorlar. İşte o zaman o mahrem sınırını çoktan aşmış söz dokusundaki kahir ekseriyetin malayani konuşma, amiyane tabirle “geyik yapma” olduğuna zoraki şahit olunuyor. Geyik yapan insanların sayıca çokluğu ile bu çoklu rakamın daha çok genç nüfusa tekabül ettiği hususu ise dikkatlere çarpıyor. Bu durumda en verimli çağındaki bu kitlenin sığ, niteliksiz ve muhtevasız söz kalabalığı ile nasıl da savrulup gittiği gerçeği ile yüz yüze kalınıyor.

Bu tele-yarenliğe ilaveten mesaj dili diye bir dil oluştu. Bu dilde, kelime, cümle, imla ve noktalama gibi bahisler tamamen rafa kalkmış durumda. Bazı harfler atlanarak yazılan bu mesajlaşma şekli; düşünce ve hissetme boyutlarını daraltmak, iletişimi “bir çırpıda” denilen bir kolaylığa sığdırmak için var. Sanki yazı dili değil de işaret dili hükmünde.

Bu kolay iletişim yolları ve bu popülist uygulamaların alıp da başını gittiği bu eyyamda ferdi, edebi, felsefi, tarihi, psikolojik ve sosyolojik pek çok boyutu olan mektup türünün neredeyse sahneden çekildiği düşünülebilir. Fikri olgunluk, ruh asaleti, hissi derinlik, incelik ve zarafet örneği konumundaki mektup; antik bir tür olarak miadını doldurup da dünyadan neredeyse el ayak mı çekti? İnsanoğlunun kendi derununu girdaplarında dolaşmasına vesile olan bu kadim tarz; bir müze malzemesi olmak rolünü mü kaptı. Beşer; kendi sırlı terkibini çözme azminde kelimelerin ifade kabiliyetlerinden medet umarken bu samimi paylaşımdan da yararlanıyordu, Artık zihninden akan sesleri, yüreğinden kopan sedaları bu “name”lere iliştirmekten mahrum mu kaldı? Dünya tezgâhında dokunan deruni yolculuğunu harflerin kıvrımlarına resmetmekten uzak mı düştü?

Modern hayat; mektupla birlikte bir yanımızı, insan yanımızı da alıp götürdü diyerek bir kere daha hayıflansak haksızlık mı etmiş oluruz? Teknoloji ilerledikçe, bu alanın ürettiği ürünlere sahip olma kolaylaştıkça insanlık irtifa mı kaybetmekte? Giderek mekanikleşen bir hayatın içinden akıllı evler, akıllı kürsüler (üniversitelerde), akıllı arabalar çağının robotlaşmış insanları olarak zamanla artık sadece işaret diliyle mi anlaşacağız.

Üzerinde sımsıcak bir yüreğin buğusu tüten mektuplardan birkaç örnek verelim :

“….Yalan havâdis neşretmenin nâzikâne ismi propagandadır. Şimdi insan nasıl yediği yağların hâlis olduğundan emin olmazsa, gazete ve ajans havâdislerinin, yâhut âdî sokak laflarının da doğruluğundan emin olmamalıdır. Bugün bütün insanlar bu propaganda adlı ağın içindedir. Bir taraftan ilim, insanlara hakikati öğretmeğe çalışırken, diğer taraftan da propaganda, insanları yalanlara inanmaya icbâr ediyor. Medeniyet iki yüzlü bir acûzedir. Doğruyu da o söyler, yalanı da o icadeder. Yalan söylemek, ticaret nâmına yapılırsa adı ‘reklâm’dır; siyâset nâmına yapılırsa adı ‘propaganda’dır; din nâmına yapılırsa adı ‘misyonerlik’tir. Ahlâk nâmına yapılırsa adı ‘nezâket’tir. Bence en iyisi bu sonunkisidir; çünkü en az zararı ve en çok faydası olan budur. Havâdisleri masal dinler gibi dinlemeli! …..Hasılı, insanların yüzleri sinemadaki çehrelerden farksız oldu gibi, sözleri de romanlardaki sözlerden daha çok doğru değildir. Rahat yaşamak isteyen, ne yüzlere aldanır, ne de sözlere inanır. İnsan öyle bir kumaştır ki, ekseriya tersi yüzüne uymaz. Sözlerin arkasında işleri görebilmek, havâdislerden ziyâde vakıalara dikkat etmek hünerdir! Allaha ısmarladık, sevgili kızım.( Ziya Gökalp’ın kızına yazdığı mektup.)

Ergani’den sonra Sinop’a gittik (1908-1910). Orada denizle dost oldum. Çocukluğumun en büyük zevki bir berzahta kurulu şehrin iki yanındaki deniz kıyısında oynamaktı. Tophane tarafında (asıl ticaret limanı) bir yerde Delibaş diye bir ustanın gemi imalâthanesi vardı. Ben yedi, sekiz yaşımda bu geminin gönüllü işçileri içindeydim. Fakat arka taraftaki kumlukta dalgaların gelişini seyretmekten hoşlanırdım. Sonradan Şile ve Kilyos’a benzediğini öğrendim. Hiçbirisi kumluk sahilde dalgaların birbiri ardınca çığlar hâlinde gelişi kadar güzel olamaz. Siirt’te uzak dağlara akşam saatlerinde çöken yalnızlığı ve yıldızlı geceleri tanıdım. Yazları çok sıcak olan bu memlekette damlarda yatardık. Yıldızlı gece beni büyülerdi sanki. Sonsuzluk dalga dalga vücudumu ve ruhumu doldururdu. Bir Sümer rahibi gibi muhayyilem hep yıldızlarla meşguldü. Sırrın içinde yüzerdim. Buna akşam saatlerinde uzak dağların o korkunç yalnızlığını, o ezici morluğu ilave edin. Kerkük’te yine damlarda yatardık (1913-1914). Yine gece ve yıldızlar. Şimdi kaybettiğimiz bu şehre on üç yaşımda gelmiştik. Üç evde oturduk. Üçünün de geniş bahçeleri vardı. (Tanpınar, Ahmet Hamdi, Antalyalı Genç Kıza Mektup’tan)

…”Uyku ile uyanıklığın ve bilinç bulanıklığının arasını ayıran bu anda.. tam bu anda bir sanatçıyla konuşmak istiyor canım. Ona bir şeyler söylemek, ya da ondan bir şeyler dinlemek, birkaç sözcük. Soylu sanat derinlerdeki inancı harekete geçirir. Bununla bu korkunç tekrar bütün anlamsızlığı ve saçmalığıyla yok olur. İnsanın önünde nihayetsiz göz alıcı âlemler, varlığın müphemiyetinden sızan sezgiler ile yavaş yavaş bizi saran ruhsal bir aydınlık açılır. Ağır tecrübelerden sonra Allah’ın esenliğine bırakır bizi. Orada bu vecd ve secde anında unuturuz bu bezgin ve kötümser duyguları.” İmadettin Halil’den. Sanatçıya Mektuplar )