- Erzurum Haber Gazetesi - https://erzurumhabergazetesi.com -

Bile bile lades diyoruz..

Hoş her sabah darbe girişimcilerine karşı yapılan operasyonlarla uyanacak değiliz ya, dün de Elazığ’dan başlayıp, neredeyse bütün bir bölgeyi sallayan depremle fırladık yataklarımızdan…
İlk haberler çelişkiliydi ama çok geçmeden, depremin hem merkez üssünün Karakoçan olduğunu, hem de ölü ve yaralıların bulunduğunu öğrendik, ne yazık ki…Ama çelişkiler gün boyu sürdü: Ta akşam saatlerine kadar, kaç kişinin ölü, kaç kişinin yaralı olduğu kesin olarak söylenemedi. Oysa topu topu üç köy yıkılmıştı ve binlerce insan deprem bölgesindeydi.
Ayrıca…
Yabancı merkezler depremin büyüklüğünü, 5.7 ve 5.9 olarak açıklamasına karşın, Kandilli 6 olduğunu söyledi.
Hangisinin doğru olduğu bir türlü netleşmedi!
Buna rağmen, orta ölçekli bir deprem olarak kabul edildi.
Maalesef ülkemiz için, 6 büyüklüğündeki bir deprem, “büyük” ölçekli depremler arasında sayılıyor. Çünkü, bir çok deprem ülkesinde, 6 büyüklüğündeki depremde maddi hasar olsa bile, can kaybı olmuyor.
Bizde 51 vatandaşımız hayatını kaybetti, onlarcası da hastanede can çekişiyor.
Kaçakoçan ilçesine bağlı en az üç köy adeta yerlebir oldu.
Hem Başbakan Erdoğan’ın, hem de gün boyu televizyonlarda konuşup duran uzmanların bildirdiğine göre, 6 büyüklüğünde bir depremde hasarın bu denli büyük olmasının tek sebebi var; o da:
Köy evlerinin kerpiçten yapılmış olması!
Şayet evler betonarme ya da taş yapıdan oluşmuş olsaydı, muhtemelen can kaybı bu kadar olmazdı, köyler de böylesine enkaz yığınına dönmezdi.
Oysa…
Elazığ dahil, bölgenin tamamı, bir ve ikinci derecede deprem kuşağı üzerinde…
Yani deprem bölgemiz için asla sürpriz değil.
Son yüzyılda Doğu’da orta ve büyük olmak üzere onlarca deprem meydana gelmiş. Bunların en büyüklerinden bazıları Erzincan, Karlıova ve Horasan depremleridir. Kayıtlara geçmiş yüzlerce deprem sırasında, binlerce insanımız hayatını kaybetmiş, onlarca köy, ilçe ve şehir yerlebir olmuş.
Buna rağmen geçen süre içerisinde, deprem kuşağı üzerinde bulunan yerleşim birimlerinde asla deprem gerçeğine göre, bir yapılanmaya gidilmemiş.
Dün Elazığ’ı sallayan bu deprem, daha geniş bir alanda aynı büyüklükte ve aynı sürede olsaydı, Allah korusun kimbilir bugün nasıl bir manzarayla karşılaşacaktık.
Biz insanoğlu, kendi hatalarımız sonucu doğan felaketleri ya doğaya, ya da Allah’a fatura etmesini çok seviyoruz!
“Kader böyleymiş” türünden bir yaklaşım, artık hayat düsturumuz haline gelmiş durumda…
Deprem kuşağı üzerindeki bölgelerde hem yerleşim birimleri kuruyoruz, hem de bu yerleşim alanlarını deprem gerçeğini yok sayarak, çürük ve dayanıksız inşa ediyoruz.
Sonra da, “Allah böyle dilemiş” deyip, işin içinden sıyrılmaya bakıyoruz.
Şili’de önceki hafta kıyamet ayarında sayılacak bir büyüklükte deprem oldu ve ölü sayısı bin civarında kaldı. Allah esirgesin, o büyüklükte bir deprem bölgemizde olsaydı, sonucu tahmin bile edemeyiz.
Japonya örneği ortada…
Hemen her gün beşik gibi sallanmasına rağmen, ne gündelik hayatın akışı değişiyor, ne de felaket tabloları oluşuyor. Çünkü Japonya deprem kuşağı üzerinde bir ülke olduğu gerçeğine göre şehirlerini kuruyor.
Türkiye’de bugüne kadar kaydedilen en büyük deprem 1939 yılındaki Erzincan depremi…
Büyüklüğü 8… Resmi kayıtlara göre, Erzincan o depremde yerle bir olmuş ve yaklaşık 40 bine yakın insan enkazın altında can vermiş.
Sonraki depremlerin hiç biri, 8 büyüklüğünde olmamış ama buna rağmen, Düzce örneğinde olduğu gibi, 6’nın üzerindeki her depremde ağır kayıplarımız olmuş.
Bazı uzmanlar, 51 kayıpla atlattığımız Elazığ depremini, bölgenin yapı tipini göz önüne alarak, “ucuz atlattığımızı” savunuyorlar.
Haklılar…
Depremin süresi biraz daha fazla olsaydı, yıkılan köy sayısına onlarcası daha eklenecekti, bu da ölü sayısının artması anlamına gelir.
Her depremden sonra olduğu gibi, bu depremden sonra da bir süre uzmanlar konuşup duracak, bilim insanları yeni alarmlar üretecek fakat sonuçta hayat kendi bildiği mecrada akıp gidecek…
Yerleşim birimlerinde sanki hiç deprem olmamış veya olmayacak gibi aynı ilkel usulde yapılaşmaya devam edeceğiz.
Çünkü, depremin faturasını Allah’a kesiyoruz nasıl olsa…

Mehmet Şener