Ben bir öğretmenim; uç vermez yolları, harita çizmez beldeleri aşıp da geldim.
Ben bir öğretmenim.Size kavuşmak için, ocağınıza, köyünüze, şehrinize varabilmek için binbir müşkülü geçip de geldim. Yanınıza varabilmek için daha ufacıkken işe koyuldum. İlk gençlikteve gençlikte ise dur durak bilmeden okudum, hep okudum. Nihayet kar kış demeden, yağmur çamur dinlemeden, uzak yakın bilmeden mesafeleri yutarak heyecanla sizlere ulaştım.
Ben bir öğretmenim, Gece düşlerim, gündüz hayallerimöğrencilerim üzerine kuruludur. Onlar için köprüler kurar, parklar kütüphaneler okullar açarım. Fikrimin başı ve sonu, önü ve arkasıonların kumdan şatolarını birer gül bahçesine, onların yeryüzü serüvenlerini mavilerin en güzeline boyamak için çırpınıp durur.
Ben bir öğretmenim. İsterim ki memleketimin her bir köşesini ilmin aydınlığı ve irfanın güler yüzü parlatsın. İsterim ki el verdiğim, ses verdiğim körpedimağlar, terütaze hayatlar; köhne dünyanın sisli puslu çatısında birer parlak meşale olsunlar.
İsterim ki; yüreklerine yüreğimi, avuçlarına emeğimi koyduğumöğrencilerim, sadece diploma sahibi değil; vicdan sahibi birer gerçek insan olsunlar. Açığı kapatan, yaraya merhem olan, fitneyi söndüren, ayıbı saklayan, zayıfı arkalayan, düşmüşü kaldıran, çalışmayı ibadet sayan ehli dillerden olsunlar.
İsterim ki; bu toprakların yüzlerce yılda oluşturduğu kültür hazinelerini, irfan kaynaklarını genç nesillerin sırtına birer ipek libas gibi giydirsinler.
İsterim ki akıllarına fikir, gönüllerine muhabbet kattığımçocuklar;bulundukları her yerde çare bulan, çözüm üreten, dirlik ve düzen sağlayan birer toplum mimarı olsunlar.
Ben bir öğretmenim, ameliyathanede yara diken operatörün mahir parmaklarında ben varım. Hesap kitap üzerine eğilen başlarda benim gölgelerim dolaşır. Laboratuvardaki deney tüpünde, asma köprüdeki ince detayda, uzay mekiğindeki milimetrik ölçümde benim işaret taşlarım saklıdır.
Yerin dört yüz metre altında kömüre kazma vuran baltada, hasat mevsiminde ürünü kaldıran orakta, inşaata tuğla taşıyan araçta, hastayı tedavi eden ilaçta benim rüyalarım var. Görünür görünmez, bilinir bilinmez karılan her iyi harçta, çıkılan her yeni basamakta benim yürek çarpıntılarım duyulur.
Ben bir öğretmenim; boyumdan büyükrhayallerim, aklımdan aşkın ümitlerim, ömrümden uzun ideallerim var. “Daha mesut bir dünya”, “daha mesut bir insanlık” idealini gür bir orman gibi içimde taşırım hep…
Ben kadim zamanlardan beri hep var oldum. Bazen adım, tarih yazan öğrencilerimin adıyla ün saldı. Çoğu zaman da isimsiz kahramanların alın yazıları ile eş değerde bir alın yazısı taşıdım, unutuldum.Hoş adım bilinmese, namım duyulmasa ne çıkar. Devranın yorgun sinesine kazınmış ayak izlerim; zamandan, mekândan atlar, yeni nesillerin adımlarıyla birlikte artıp çoğalarak yürür durur.
Gâh Aristo oldum, ileride Makedonya kralı olacak Büyük İskender’in başına ona “büyük” sıfatını yakıştıracak zaferlerin tacını oturttum.
GâhEdebâlioldum, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’i“bilge hakan” kılacak usareyi damla damla damarlarına zerk ettim. Ona “büyük adamlığın”“yüksek ahlaklılık” demek olduğunu hece hecebellettim.
Gâh Ak Şemseddin oldum, kader, bana çağlar açıp kapayan Fatih Sultan Mehmet’in hocası olmak lütfunu bahşetti. Onu fethe taşıyan seyirlerin pusulasıoldum.Büyük hedeflerin zorlu geçitlerinde genç hükümdarın yoldaşı, hâldaşı, paydaşı ben idim.
Gâh Uluğ Bey oldum, Ali Kuşcu gibi büyük bir matematik ve astronomi âlimine el verdim, fer verdim, yön verdim. Ben, “Uluğ beyZeycini (=yıldız haritası) hazırlarken, bu has talebem; aklını aklıma, ilmini ilmime, emeğini emeğime katık yaptı.
Gâh Isaac Barrow oldum, kabiliyetçebenden üstün öğrencim Newton; merkezkaç kuvveti ile Kepler yasalarını birlikte düşünerek kütle çekim kanunlarını buldu. Ben, bu buluşu gerçekleştirmesi için onu sadece yönlendirmekle kalmadım. Bu yoldaki onca yıllık birikimimi de bir altın tepsi içinde istifadesine sundum.
Gâh Mimar Sinan oldum, tilmizim sedefkâr Mehmet Ağa’yı dizi dibimden ayırmadım. Üslubumdan üslup kapan, hâlimden hâl devşiren Sedefkâr; başta Sultan Ahmet Cami olmak üzere daha nice şahesere beden verdi. Ben, sadece kendi eserlerimde değil; sedefkâr Mehmet Ağa’nın ve onun yetiştirdiklerinin elinde de asır-be-asır her dem yeniden doğdum.
Gâh, Joseph Haydn oldum, dahi öğrencim Beethoven’e verdiğim destekle o bütün bir âleme “boynuzun kulağı geçtiğini” ispat etti. Onun beyninin kıvrımlarında ilhamımın dolaştığını, bestelerinin ruhunda nefesimin estiğini bilmek bana onur ve haz verdi.
Evet; göze gelmez, söze gelmez, ele gelmez nice işte, nice oluşta, nice kılışta benim gayretlerim saklıdır.Bütün varlığımla sınıflarıma bilgi, görgü kazandırmak mesleğimin icabıdır. Ama benim asıl hünerim insanı inşa etmektir. Tek bir insanı inşa etmenin bile bir evi, bir mahalleyi, bir köyü, bir semti, bir şehri, bir ülkeyi ve bütün bir dünyayı ihya etmek olduğunu bilirim. İnsanı inşa etmenin hayatı inşa etmek, barışı inşa etmek, bilgiyi inşa etmek ve hepsinden de önemlisi insan yüreği taşıyan insan insanı imar etmek olduğunu bilirim.
Bu hedefin ulu, bu emeğin kutlu olduğunu bilmek canıma can katar. Mahrumiyetin, meşakkatin, eza ve cefanın yolumu kesemeyişi, aşkımı şevkimi kıramayışı bundandır. Yorgunluğun, bezginliğin, tükenmişliğin benden uzak kalışı bundandır. Her şartta dimdik ayakta duruşum, her dakika yeniden dirilişim bundandır.
Çünkü ben bir öğretmenim.
Bu naçiz yazı vesilesiyle bütün öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü kutlar, Rahmeti Rahman’a kavuşmuş ve şehit düşmüş öğretmenlerimizihürmet, minnet ve rahmetle anarım.
Belkıs Altuniş Gürsoy