Vakti zamanı sinesinde büyütmüş, karada denizde havada ferman yürütmüş, tabiat hükümlerine destur dedirtmiş insanoğlunun mekân tuttuğu bu âlemi bir bilgelik mektebi, bir hikmet ocağı hâline getirmesi beklenirdi. Bunca uzun soluklu bir tecrübenin imbiğinden süzülmek, bunca kadim bir tarihin aynasından aksetmek, bunca çeşit çizginin deseninden karılmak ciddi bir okul olmalıydı.
Ama yüz yıllar başını alıp gitse, insanoğlu nesilleri nesillere eklese de, gelinen nokta ne yazık ki yüz güldürmenin, gönül şenlendirmenin çok uzağına düşmekte.
Gün görmüş dünyamızda insanın dolayısıylatoplumun her geçen gün biraz daha evrensel beşeri değerlerle arasına mesafe girmekte. Teknolojik ve ilmi gelişmelerde akla ziyan hedefler yakalanırken, diplomalı insan sayısı gün günden kabarırken güzel hasletleri bilme ve hayatla buluşturma faslında topyekun bir gerileme yaşanmakta. İnsan olmak noktasında irtifa kaybedilmekte. Âlem halkları giderek sığlaşan, giderek duyarlılığı azalan bir gidişata kapılmış baş aşağı yuvarlanmakta.
“Sevgi”, “saygı”, “edep”, “adap”, “adalet”, “merhamet”, “fedakârlık”, “feragat”, “sabır”, “tahammül”, “olgunluk, “hoş görü”, “iyilik”, “iyilik severlik”, “cesaret”, “vefa”, “tevazu”, “çalışkanlık”, “kararlılık”, “cömertlik”, “dürüstlük”, “iffet”, “nezaket”, “incelik”, “sadakat”, “samimiyet”, ”kanaat”, “rıza”, “sorumluluk”, ”dayanışma”, “paylaşma” gibi erdemler gündem dışı, demode kavramlar olmak yolunda menzil kat etmekte. “Köşe dönücülük”, “iş bitiricilik”, “fırsatçılık”, “faydacılık”, “neme lâzımcılık”, “az emek çok kazanç”, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın”, “gemisini yürüten kaptan”, “ben merkezcilik” ibarelerinin ihtiva ettiği anlam katmanları günümüzde makbul tutulan, rağbet edilen bir hayat algısı sayılmak yolunda koşar adım yol almakta.
Bu toprakların usaresi olan “sevgi” temelli bir hayat felsefesi Mevlana, Yunus gibi nice kutlu canın kelamında döne döne ifadesini bulmuştur. Kültürel dokuyu oluşturan “Müminler bir binanın yapı taşları gibidirler” ayet ve “birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız” diyen hadisi-i şerif koşulsuz sevmenin gereği olan “hoş görü”nün, “bir ve bütün olma”nın, “dayanışma”nın, “paylaşma”nın, “iyilikte yarışma”nın öneminivurgular. Bu büyülü “sevgi” kavramına nispetle diğer bütün değerler; birer türev hükmündedirler. Bu mucizevi kelime dışındaki her bir değer; sevgi denilen kökün gövdesi üzerinde dal budak salmış, yaprak, çiçek ve meyve vererek farklı renge, kokuya, tada, şekle dönüşmüş bir konum arz ederler.
Yukarıdaki satırlarda dile getirmeye çalıştığımız temel insanı değerlerin genellikle “sevgi” odaklı oldukları fikri çok bilinen, çok işlenen bir gerçek olmakla beraber hayat planında samimi bir şekilde karşılık bulamamakta.
Küresel dayatmaların ve baş döndürücü değişimlerin kıskacındaki insan giderek kendi hakikatinden uzaklaşmakta. Günü kurtarma hedefli bir koşuşturmaca içinde sığ ve dar bir çerçeveye hapis olmakta. Küçük hesaplar, kendi aklıyla düşünemeyen akıllar, iğreti zevkler, moda cereyanlar, genel geçer fikirler, yaygın ve popülist yaşama biçimleri melekelerimizi bir iç deniz gibi çepeçevre kuşatmakta. Her geçen gün toplumun can damarları demek olan değerlerimizle ilgili hassasiyetlerimiz aşınıp zedelenmekte.
Çağımızda birbirimizi samimi hislerle garazsız ivazsız sevdiğimizi, birbirimizin yararını istediğimizi söylemek zordur. Günümüzde yetişkinler; hız ve haz çağının insanı olmanın icabına uygun bir şekilde “güç elde etme”, “her durumda menfaatini kollama” eksenli bir dünyada ayakta kalabilme, kendine yer açabilme endişesi içinde. Yeni nesiller de ömrünün ilk yıllarından itibaren kendi iradesinin dışında amansız bir yarışın ve üstün gelme telaşının içine sürüklenmekte. İyi okulları kazanma, iş bulmada gerekli şartları oluşturma asıl hedef sayıldığından erdemli insan olmanın gerekleri ne aile ortamında, ne de okul ve sokakta yeterince rağbet görmemekte. Bu arenada “maksada giden yolda her şey mubah” diyenler; bir yolunu bulup hızla basamakları tırmanırken, dünya nimetlerinden pay kapmada engel ve ölçü tanımazken; erdem sahipleri beceriksiz, saf, budala mevkiine düşmekte.
“Büyük balık” olup bütün “küçük balık”ları yutmayı ön gören bu algı; çeşitli kanallardan hareketle bünyelere zerk edilmekte. Aynı tornadan çıkmış seri malı üretim unsuru mesabesindeki insan tiplemesi ise; “sevgi” adına faydalı, zevkli, rahat(=kolay), gösterişli denilen bu muhteşem dörtlüyle amel etmeyi akıllı adam olmanın olmazsa olmazlarından saymakta. Burada “insan fıtratına aykırı bu gidişte rüzgârın esişi nasıl tersine çevrilebilir. İnsan kendi cevheriyle nasıl yeniden buluşturulabilir” sorusuna cevap aramak hususu zaruri bir ihtiyaç hâlini almıştır.
Etkin güç medyanın “sevgi” başta olmak üzere değerleri işleyen programlar yapması, dizilerde iyilik, güzellik ve doğruluk kavramlarını dolaylı yoldan da olsa işlemesi ve doğru mesajlar iletmesi ilk etapta uygulama sahasına konulabilir. Okullarda “adabımuaşeret”, “güzel ahlâk”, “etik”, “estetik”, “değerler eğitimi”, “insani kalkınma” gibi dersler okutulabilir. Bakanlıklar, belediyeler ve sivil toplum kuruluşları bu anlamda kurslar, seminerler, konferanslar tertip edebilirler. “Aile kültürü”, “komşuluk kültürü”, “akrabalık kültürü”, “apartman kültürü”, “mahalle kültürü”, “şehirde yaşama kültürü”, “kamu alanlarını kullanma kültürü”, “tarih ve tabiat varlıklarına sahip çıkma kültürü”, “öfke kontrolü ve sabır kültürü”, “hırs kontrolü kültürü” gibi konular basın yayın, sinema, tiyatro, radyo, televizyon, örgün ve yaygın eğitim kanalları yoluyla her dem gündemde ve canlı tutulabilir. “Kötülük dillendirildikçe normalleşir ve artar” kavli mucibince öfke, şiddet, hiddet, kin ve nefret ihtiva eden haberler minimum ölçekte ve nadir hâllerde toplumla paylaşılabilir. Dizi ve filmlerde kavga, geçimsizlik, vurdu, kırdı, aldatma, usulsüz ilişkiler yerine insanoğlunun insan yanına, yani gönlüne hitap eden konular gündeme getirilebilir.
“İnsani kalkınma”; “ekonomik ve teknolojik kalkınmaların çok çok önündedir. Bu itibarla değerlerin eğitimi başat bir mesele olup, hak ettiği ölçüde değer bulmalıdır.
Belkıs Altuniş Gürsoy