O gün orada ne siyasi bir slogan atıldı, ne de hükümeti eleştiren bir pankart asıldı. Hatta emsaline az rastlanacak bir sahneye bile tanık oldum:
Köyün alt başındaki ihtiyar, açık hava toplantısının yapılacağı alana gitmek üzere araca binerken, yanındaki genç adama şöyle sesleniyordu:
“Eğer hükümetin ve Tayip Bey’in aleyhinde bir şey olacaksa ben yokum.”Toplantı boyunca da genel manzara aşağı yukarı böyleydi. Yetmiş yaşındaki dede ile yedi yaşındaki torunu aynı afişi taşıyordu:
“HES demek, zorunlu göç demektir”
Çok az sayıdaki kadınların derdi de aynıydı. Onlar da doğup büyüdükleri, evlenip çoluk çocuğa karıştıkları köylerinin yok olmasını istemiyorlardı:
“Bizi aç bırakın ama susuz bırakmayın”
Gençler daha bilinçliydi; gür de çıkıyordu sesleri:
“Şirketin çıkarı, köylünün felaketi”
Beklenen kalabalık toplanmamıştı ama o bir avuç insan öyle bir kararlıydı ki, tepkisiz toplumların nabzı onların yüreklerinde atıyordu.
HES’lerin kurulması halinde Tortum derelerinin nasıl bir akıbete uğrayacağını göstermek adına, köylü son derece zekice bir tablo çizmişti:
Toplantı alanının üst başına kurulan bir tezgâhın üzerinde, kayısıdan pekmeze, o derelerde yaşayan benekli alabalıktan kuş burnuna, elmadan bala kadar, tam elli çeşit ürün vardı. Hepsi de o derelerin mahsulüydü ve hepsi de aslında bütün insanların ortak değeriydi.
Tamamı organikti…
Söze ya da pankarta gerek yoktu. O tezgâhın üzerinde öylece duran o nimetler, sanki insanlara veda ediyormuş gibi mahzun ve mahcuptu…
Bahçenin öteki başında da, sessiz bir çığlık vardı. Yaşı doksanı aşmış yüreği genç bir adam, buğulu gözlerle etrafı gözlüyordu. Yağmura da, soğuğa da aldırış etmiyordu.
O ihtiyar delikanlı, çok uzaklardan kalkıp Tortum derelerine gelen Hayrettin Karaca’dan başkası değildi elbette ki… O’nu öyle kararlı, inançlı ve samimi gören bütün gençler şemsiyelerini kapatıp, altına girdikleri sundurmalardan çıktılar.
Tortumlu değillerdi belki; ama olup bitenleri kahve köşesinde veya evlerinde oturarak seyreden Tortumlulardan, bin kat daha Tortumluydular.
Bir Işıl Bedirhanoğlu var ki, O’nu zaten tarife gerek yok…
Suskun dillerin tercümanı, yok edilmek istenen tabiatın yılmaz savaşçısı.
O gün hiç kimse hükümetten aş-iş istemiyordu…
Tortumlunun yegâne derdi; bu topraklara bin bir güzellik katan ve bu coğrafyanın renk armonisi olan derelerini, bahçelerini, suyunu ve ağaçlarını korumaktı.
Yürekleri yanıyordu; bu yüzden de suskundular…
Çiseleyen yağmurla ıslanmış bir afişte, yazılanlar ise her şeyi özetlemeye yetmişti:
“Suyumuzu HES’lere, bizleri sefalete, ağaçlarımızı kurumaya, canlıları yok olmaya, kültürümüzü ve topraklarımızı tarihe, bizleri de canlı canlı toprağa gömmeyin”
Bu afiş, Ankara’ya yazılmış bir dilekçe, bir arzu hal gibiydi…
Buna rağmen, kaymakam Tortumluların hak arama çabasından rahatsız olmuştu.
Önce belediye başkanları uyarıldı:
“Toplantıya katılmayın ve TEMA Vakfı’na destek vermeyin!”
Oysa; o gün Serdarlı’da, desteğe muhtaç olan TEMA Vakfı değildi.
Müteahhitlerin hunharca katletmek istediği ceviz ağaçlarıydı desteğe muhtaç olan; dutlardı, bahçelerdi…… Akıp gittiği her yeri zümrüt yeşiline boyayan çağlayandı, derelerdi “bize sahip çıkın” diye haykıran… TEMA değildi.
Nerden bilecekti ki kaymakam, ağaçlar da ağlar, çiçekler de…
Umurunda mıydı ki kaymakamın, balıkların çırpına çırpına can vermeleri……
Bugün olmasa yarın, tayini çıkacaktı nasılsa… Biliyor ki, “egemenlere karşı ödevimi iyi yaparsam daha büyük bir ilçeye atanırım!”
Bu sebeple değil midir ki, köyleri bir tümen askerle kuşatıp, ahaliye gözdağı vermişti!
Elbette boş durmayacaktı ve kendince “gerekli önlemleri” alacaktı!
Öyle de yaptı zaten…
Kısmen de olsa amacına ulaşmıştı. Misal; Tortum ve Pehlivanlı belediye başkanları halkın yanında durmak yerine, çok önceden araziye uymuşlardı! (Muhtemelen birer şilt ve gelecek seçimde yeniden adaylık garantisi verilir bu zatlara… Ama unutmasınlar ki, yeniden aday olduklarında kendilerine oy verecek birkaç yalakalarının dışında, etraflarında kimseyi bulamayacaklar) Fakat o gün, bu “uyarı”ya aldırış etmeyen başkanlar da vardı… Uzundere, Bağbaşı, Serdarlı ve Şenyurt belediye başkanları oradaydı; üstelik de dik duruyorlardı…
Polis yolu keserek, Serdarlı’ya varmak isteyenleri yıldırmak için elinden geleni yapmıştı.
Buna rağmen, o toplantı yapıldı ve herkes aynı dileği bir defa daha, kırmadan-dökmeden medenice dillendirdi:
“HES felaketimiz olacak.”
Kaymakamlara (Tortum ve Uzundere) soruyorum:
Bu sloganın neresinde ideoloji var, bu slogandan ötürü niye bu kadar korktunuz?
Dün haberini aldım; Muğla’da yapılan HES’lere halk tepki gösterince vicdan sahibi işadamı, “Ben bu kadar insanın feryadını ve gözyaşını görmezden gelemem” deyip, santral kurmaktan vazgeçmiş. Rize’de ise mahkeme bir kez daha “yürütmeyi durdurma” kararı vererek, doğaya sahip çıkmış.
Erzurum’da; yani İspir ve Tortum’da ise, yargı kararı ile doğa katliamına izin verildi!
Muğla ve Rize Erzurum’a çok mu uzak, ya da Tortum ve İspir’in haritadan silinecek olmasından birileri niye bu denli zevk alıyor?
Bizim hâkimlerimize soruyorum:
Sizin mahkemelerinizin duvarı taştan, dumanı da mı taştan?
Mehmet ŞENER