çehreler değişiyor ama hamam da eski, tas da… Kamu adına hizmet vermesi gereken makamları dolduran kişilerin kimlikleri ve tipleri değişse de, anlayış ya da uygulama değişmiyor.
“Devletin malı deniz, yemen domuz” anlayışı, hala geçerliliğini koruyor ve hala bu öğretinin peşinde azimle koşan ahmaklar var.Ve belli ki vatandaş olup bitenleri, yani kendi hakkının gasp edilmesini izlediği sürece, bu kokuşmuşluk da sürüp gidecek.
Tepki yok…
Hesap soran yok…
Körler sağırlar birbirlerini ağırlayıp duruyorlar.
Yüzlerce, hatta binlerce defa haber konusu olmuştur; hatta hükümetler bu sorunun önüne geçebilmek için yasa çıkarıp, yönetmelikler yayımladı.
Ama nafile bir çaba…
Ne yasal düzenleme çare olabildi, ne de başka yaptırımlar.
Kamunun imkânları arttıkça, kamu adına saltanat da aldı başını gitti…
Kamuya ait tatil köyleri, kamuya ait beş yıldızlı restoranlar, oteller, spor kompleksleri ve de her yıl yeni modelleriyle değiştirilen pahalı sözde hizmet araçları…
Bir müdürü görevden alabilmek ve yargıya karşı hile yapabilmek uğruna, beş yıl içinde 400 müfettiş görevlendiren siyasi irade, ne hikmetse kamudaki araç saltanatı karşısında kılını bile kıpırdatmıyor!
Esasında doğrudan suça iştirak edip, suçluya yardım ediyorlar.
Yasada kimlerin makam aracı kullanacağı açıkça tarif edilmesine rağmen, muhtemelen ülke genelinde olduğu gibi Erzurum’da da, “makam aracı saltanatı” sürüp gitmekte…
Yalnızca kamu hizmeti sırasında kullanılması gereken ve adına da “hizmete mahsus araç” denilen bu resmi plakalı otomobiller ve jeepler kişilerin altında adeta birer oyuncağa dönmüş durumda…
Sadece kendileri keyif çatsa neyse ne; aile fertlerine de “hizmet” veriyor bu araçlar ve şoförler…
Gidin bakın göreceksiniz, sabah ve akşam özel hizmete tahsis edilmiş durumdalar; bir tek kamu hizmeti vermiyorlar!
Bazıları işi öylesine abartıyor ki, devlet hizmetlerine mahsus olması gereken araçlarla, karısını çarşıya pazara yolluyor, oğlunu kızını işe götürüp getirtiyor.
Yandaşlarını toplayıp Tortum Şelalesi’ne kamp kurmaya giden de var, Trabzon’da balık yemeye giden de!
Piknikler ve aile gezmeleri artık sıradan bir görüntü…
Bir de, küstah mı küstah oluyorlar ki, sormayın gitsin.
Misal; trafik kurlarına riayet etmiyorlar, uyarılınca da görevli memura hemen “Ver bakayım sen yaka numaranı” diyerek posta koyuyorlar!
Yetmiyor; bir de…
İstedikleri yerde park etme serbestisine sahipler!
Zannedersiniz ki, adamlar Polit bürosu üyeleridir.
Geçiş üstünlüğü de onlarda; kural tanımazlık da…
Peki bütün bunların hepsi hangi yasada var ve hangi yönetmelik bu adamlara lâüsel olma yetkisi veriyor?
Şehrin asayişini temin etmekle sorumlu polisler, doğru dürüst devriye atamıyorlar; çünkü yeterli miktarda yakıtları yok. Yani devletin verdiği tahsisat kısıtlı…
Ama adamlar altlarındaki kamu araçlarıyla, hemşire kızını hastaneye, çay partisine gidecek karısını eşe dosta yollayabiliyorlar.
Fırından Ramazan pidesi de alıyorlar; balık yemek için onlarca kilometre uzaklara da gidebiliyorlar!
Kim iddia edebilir ki, bu manzaradan yetkililerin haberi yoktur diye…
Bal gibi biliyorlar; ama çark bozulmasın diye kimse kimseye ilişmiyor!
Mantık şu:
“Ben seni görmedim, sen de beni görmedin”
Yani al gülüm ver gülüm hesabı…
Beri tarafta da, bir tas çorba ve bir ekmek alabilmek için, gün boyu yardım kuruluşunun önünde nöbet tutan binlerce fakir fukara var…
Hani merhum Necip Fazıl diyor ya…
“Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!”
Üstat sanki de bu manzarayı tarif ediyor.
Birileri kamu imkanlarını babalarının öz malı gibi kullanıp, bir elleri yağda bir elleri balda saltanat sürüp dururken, bazıları da aynı devletin verdiği bir tas çorba için şükredip duruyor.
Ne yaman bir çelişki ve ne acı bir manzara…
Görüntü o kadar vahim ki, bazılarının bu fütursuz hareketleri yüzünden, vatandaş kendisini işgal altındaki bir halk, yöneticilerini de müstemleke zabitleri olarak görüyor. Bundan daha beter bir sosyal felaket ve bundan daha tehlikeli bir toplumsal huzursuzluk olabilir mi? Halkın refahını, huzurunu, sağlığını, eğitimini, güvenliğini ve yarınlarını teminat altına almak ve daha da yükseltmek için maaş alan kişiler, halkın omuzları üzerinde kartondan şatolar inşa ediyorlar; tüyü bitmemiş yetimin hakkıyla saltanat günleri yaşıyorlar.
Devlet kaynak yaratmış ve yöneticisine de demiş ki; “Bu kaynakla geri kalmış köylere hizmet götür.”
Yönetici bu talimatı şöyle anlamış:
“Al bu parayı önce kendine en pahalısından bir jeep al; sonra oturduğun lojmanı yık yeni baştan ama konforlu biçimde yeniden yaptır.”
Yahut devlet müdürüne diyor ki:
“İşte sana daha iyi hizmet yapman için hizmet aracı. Al bu aracı vatandaşın ayağına git, onun ihtiyaçlarını karşıla ve kamu adına iş yap.”
Müdür anlamak istediğini anlıyor. Nasılsa bal tutan parmağını yalayacak ya…
Bir makam aracından ne çıkar demeyin.
Hele ülke genelinde kamudaki bu araç saltanatının boyutunu hesap edin ve yıl itibarıyla ortaya çıkacak tabloya bakın bakalım ki ne göreceksiniz?
Bir anda sonu bir türlü getirilemeyen çeteler, öbür yanda talan ve vurgun; beri tarafta da kamudaki hesapsız saltanat…
Ve bu devlet buna rağmen ayakta.
Şaşılacak şey…
Mehmet ŞENER
Bir yanıt yazın