Marmara Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Halûk Harun Duman, son olarak Erzurum’u konu alan iki kitap yayımladı.
Daha önceki yıllarda Erzurum Basın-Yayın Tarihi (2000), Erzurum Fıkraları ve Meşhur Nüktedanlar (2000) ve Gülen Dadaş (2000) isimli kitapları yayımlayan Halûk Harun Duman hocayla yeni kitapları üzerine renkli ve çok sıradışı bir söyleşi yaptık:
Kenan Gülerci (KG): -Sayın hocam nedir bu Erzurum merakı ve sevgisi? Toplam 5 kitap yayımladınız bu sevgi ne menem bir sevgiymiş anlayalım…
Halûk Harun Duman (HHD): -Kenancığım bilirsin “Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli” diye çok bilinen ve söylenen bir şarkı var. Benim Erzurum sevgim de bu şarkı tadında bir sevgi. Şair burada sevgilisini uzaktan sevmenin güzelliğinden bahsediyor. Ben de doğup büyüdüğüm ve hiçbir zaman aklımdan çıkaramadığım Erzurum’a olan sevgimi bu kitaplarla yazıya döktüm. Söz uçar yazı kalır deyip Erzurum kültür tarihine katkı sağlamaya çalıştım. Çok, çok, çok zengin olsam fabrika açardım. Ancak o kadar para akademisyenlerde yok. Sonra tarihe bakınca zenginler ölüp gidince unutuluyor. Barbaros Hayrettine atfedilen bir söz vardır: “Kişi oldur ki yerinde koya bir eser/Esersiz kişinin yerinde yeller eser.” Binalar yıkılıyor, evler alt üst oluyor, fabrikalar kapanıyor, çeşmeler kuruyor, camiler cemaatsiz kalıyor ve bütün zenginlikler en sonunda yok oluyor. Ancak kitaplar yüzlerce, binlerce yıl yaşıyor. Düşünün Yunus Emre 1250 li yıllarda yaşamış ama halâ hatırlanıyor, hâla baş tacı ediliyor. O yıllarda yaşamış siyasiler, bürokratlar, zenginlerin ise esamesi okunmuyor…
KG: -Peki sayın hocam Erzurum kitaplarının hikâyesi nedir?
HHD: –Ben 1995-96 yılları arasında Amerika’nın en prestijli üniversitelerinden Columbia Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak çalıştım. Bu üniversitenin Butler Library diye bilinen meşhur bir kütüphanesi vardı. O yıllarda 5 milyon ciltlik bir kitap koleksiyonu bulunuyordu. Bizim Millî Kütüphanede ise 700-800 bin kitap vardı. Erzurumla ilgili kaç kitap var diye merak ettim. Raflara bakınca hayal kırklığına uğradım. Çok az sayıda kitap vardı ve bunların çoğu da bilinen kitaplardı. O zaman Erzurumla ilgili kitapları yazmaya karar verdim. İlk yayımladığım kitaplar böyle ilginç bir öyküye sahipler. Sağ olsunlar arkadaşlar sponsorluk yaptılar bunlar arasında Kenan Aktaş, Necmi Akalın, Ali Şahsuvaroğlu ve Adnan Polat beyi özellikle zikretmek isterim. Onların desteğiyle ilk üç kitabı yayımladım. Son kitaplar içinse “Korona Çocukları” diyebilirim. Malum Korona başlayınca eve tıkılıp kaldık. Ne yapayım ne yapayım diye düşününce anılarımı yazmak fikri aklıma geldi. Zaten evden dışarı çıkamıyordum. Oturdum 2 yıl içinde 3 bin sayfaya yakın anı kaleme aldım. Bunlardan 1500 sayfası Erzrum – Kars’la ilgili diğer 1500 sayfası akademik anılar yani Marmara Üniversitesiyle ilgili. Onlar henüz bitmedi.
KG: -Bunları yayımlamaya nasıl karar verdiniz?
HHD: -Ben yazdığım her kitabı bilgisine güvendiğim arkadaşlara gösterir ve okuturum. Bunlardan biri de Prof. Dr. Cevat Gerni hocadır. Cevat hocam kitabı okuyunca “Yav Haluk Hoca, bu ne kadar insan tanımışsın sen. Onları ayrı bir kitap yapsan iyi olur” diye söyledi. Benzer uyarıyı arkadaşım Ayhan Tunç’tan alınca kitapları üçe böldüm. İlk kitap Erzurum’a Selam Söyle adını verdim. Bu kitapta 1960-1985 yılları arasında gördüklerimi ve yaşadıklarımı anlattım. İkinci kitap Erzurum’un Antika İnsanları ve Mahalle Kültürü başlığını taşıyor. Bu kitapta da sıradışı özelliklere sahip yaklaşık 80 kişiyi ana çizgileri ile tanıttım. Anılarımın bir kısmı da Kars’ta geçiyordu. O bölümü de ayrı bir kitap halinde sunmayı uygun gördüm. Tabi kitap yazmak ayrı bir uğraş, yayımlamak daha ayrı bir uğraş ve maddi destek gerektiren iş. Sağolsun Erzurum’un tanınmış ailelerinden EVYAP ailesinin destekleriyle kitaplar okuyucusuyla buluştu. Öyle tahmin ediyorum ki hiçbir şehre nasip olmamış bir kültürel zenginlik ve birikim gelecek kuşaklara bu yolla miras kalacak…
KG: -Hocam size göre Erzurum neden önemli? Kültürel kimliğini farklı kılan etkenler neler?
HHD: -Erzurum’un önemi, senin de bildiğin gibi ilk önce coğrafi konumundan geliyor. Şehir Roma İmparatorluğu döneminden beri barbar akınlarını önlemek için tepeye kurulmuş bir yerleşim. Romalılar imar konusunda dünyanın en sayılı mimarlarına sahipler. Her yere şehir veya yerleşim birimi kurmuyorlar. Stratejik önemine göre şehirleri kuruyorlar. Erzurum bu açıdan Anadolu’nun en stratejik öneme sahip noktası. Deve Boynu Geçidi adeta bütün Anadolu’nun kapısı konumunda. Kafkaslardan veya İran’dan gelen bir kara ordusu bu geçidi aşmadıktan sonra Anadolu içlerine ilerleyemiyor. Bu konum ticari ve kültürel açıdan da şehre bir zenginlik katmış. Eski çağlarda İpek Yolu’nun en merkezi şehirlerinden biri. Buraya gelen deve kervanları kuzeye, güneye, batıya buradan dağılıyor. Şehirde han, medrese, aş evi (lokanta) sayısını fazla olması bu yüzden. Doğal olarak Erzurum farklı kültürlere açık bir metropole dönüşmüş. Yani Erzurum Çarşı Pazar sözü boşuna söylenmemiş. Ticaret hayatın her alanını etkiler. Erzurum da bir zamanlar ticari zenginliği kadar kültürel zenginliği ile dillere destan dönemler yaşamış. Ancak savaşlar, depremler, göçler ve kaybedilen zenginlikler şehrin canlılığını yitirmesine sebep olmuş.
KG: -Çocukluk dönemi Erzurum’u ile günümüzü karşılaştırırsanız neler söyleyebilirsiniz?
HHD: -Ben 1960’lı yıllarda doğmuşum. Çocukluk dahil gençliğimi Erzurum’da geçirdim. Şehir o yıllarda kabuğunu değiştirmeye çalışan bir süreçteydi. Muhafazakarlaşma fazla değildi. Cumhuriyet değerleri her köşe başında kendini hissettiriyordu. Herkes “şehirli” sayılmıyordu. Mesela Dağ Mahallesi, Telisizler, Gavurboğan vs. taşra sayılıyordu. Şehirde halk müziğine, folklörüne, örf ve adetlerine dayanan canlı bir iletişim ağı vardı. 1970’li yıllarda Millî Görüşün etkisiyle siyasal islam yoğun propagandaya başladı. Başta köylüler olmak üzere şehre yeni yeni gelenlerin kılık kıyafetleri, hayat anlayışları değişti. Bu durumu gören zenginler ve aydınlar birer ikişer şehri terk edip batıya göç ettiler. Bir kısım köklü aileler bütün mal varlıklarını satıp savdılar. Yaşlı kuşaklar öldü. Bu etki 1979 İran İslam devrimi sonunda daha da hızlandı. 2000’li yıllarda AKP ile zirve yaşandı.
Bakın çok acı bir gerçek. Bugün şehirde üniversiteler olmazsa Erzurum orta ölçekte bir anadolu şehrine dönüşür. Ben çok yakın zamanda, yani Mayıs 2024 tarihinde Erzurum’da bulundum. Şehir obez denilecek şekilde kalitesiz bir tarzda büyümüş. Verimli bostan ve tarım alanlarına binalar dikilmiş. Bir şehir planlaması yok. Karman çorman. Her yere bir cami, bir lokanta veya kebapçı, birkaç kahvenahe yapılmış. Bu kahvelerden bazıları 7/24 faaliyette olan kahveler. Yani insanlar laklak etmek için gece gündüz buralarda bir araya geliyorlar. Batıda 7/24 çalışan fabrikalar, kütüphaneer, üniversiteler veya üretim tesisleri varken Erzurum’da tembelhaneler 7/24 açık. İdeolojik islamın veya genel olarak islam kültürünün teknolojik hayata kattığı artı hiçbir değer olmadığı için tüketim yönü gelişmiş, kıt kanaat geçinmeyi yaşamak sanan bir topluluk Erzurum’u kuşatmış durumda. Kıyafetler, inasan manzaraları, mimari yapılaşma çok ama çok karışık. Şehir büyümüş ama sakat büyümüş gibi.
İsteme adresi: www.duyapyayınları.com
Kitaplar Erzurum Kitap Fuarı’nda Dergâh Yayınları ve Kitap Sarayı Stantlarında satılmaktadır. Ayrıca www.duyapyayınları.com dan da sipariş verilebilir.
KG: -Biraz da kitaplarınızı tanıtırsanız sevinirim? Kitaplarda neler anlatıyorsunuz.
HHD: -Son yayımladığım kitaplardan ikisi Erzurum biri de Kars’ı konu alıyor. Bizim ailemiz 1828 yılında şimdi Gürcistan sınırları içinde bulunan Ahıska’dan önce Kars’a ardından Erzurum’a gelmişler. Kars ve Erzurum’un yerlilerinin büyük bir kısmının kökeni Ahıska’ya dayanır. Şayet bir Ahıskalıyla konuşursanız Erzurum ağzı ile konuştuğunu fark edersiniz. Kültür aynı kültür. Bu nedenle 1960-1985 yılları arasında gördüklerim, yaşadıklarımdan yola çıkarak anı-tarih karışımı bir seri oluşturdum. Tabi benim anlattıklarım buz dağını benim tarafımdan görünen bir yüzü. Başka insanlar başka taraflarını görmüş olması gayet doğal. Benim özelliğim detayları iyi yakalayıp yazıya dökebilmemden kaynaklanıyor. Ben Erzurum Fıkralarını yayımlayınca tanımadığım biri telefon açtı ve bana “Hocam ben senden daha fazla fıkra biliyorum” dedi. Ben de o zaman yaz bana gönder, yeni baskıda senin adınla yayımlayalım dedim ve 15-20 gün süre verdim. Bu bir hafta sonra tekrar bana telefon açtı ve: “Hocam bu yazma işi çok zormuş, ben anlatsam sen yazsan olmaz mı?” dedi. Senin anlayacağın tam bir fıkralık durum. Yani şunu demek istiyorum görmek, bilmek ve yazmak birbirinden farklı eylemler. Her bilen kişi güzel yazıp anlatamaz. Bunun birçok örneği var. Mesela Feridun Andaç diye bilinen bir yazar var. “Erzurum: Bir Şehrin Solgun Yüzü” diye hacimli bir kitap yazmış. Aldım okumaya başladım içinde Erzurum yok. Yayımlayan arkadaşa telefon açtım “Kardeş, bu kitabı boş defter halinde satsaydınız daha iyi olurdu, hiç olmazsa insanlar not alırdı” dedim o da bana hak verdi. Erzurum’u bilmeyen, tanımayan, anlamaya her kalem erbabı veya kalemşör şehir hakkında ahkam kesemez. Bazıları da anılarını yayımlıyor, sanki kutsal kitapmış gibi besmeleyle işe başlıyor. Bunlar sakil davranışlar, Erzurum’a, Erzurumluya ve Erzurum kültürüne yakışmayan tavırlar. Eskiler boşuna: “Biliyorsan söyle ibret alsınlar/ Bilmiyorsan sus adam sansınlar.” dememişler.
KG: -Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederim. Başka söylemek istediğiniz bir şey var mı?
HHD: -Erzurum için yapılan her güzel şeyi candan destekliyorum. 40 yıldır Erzurum’dan uzakta olsam da onu her zaman içimde hissediyorum. Erzurum’u konu alan iki film senaryosu yazmıştım onların çekilmesini çok isterdim. Ancak iş yoğunluğum nedeniyle bunu başaramadım ama bu senaryoları da kitap halinde yayımlamayı düşünüyorum. Ayrıca ilginç bir petrol hikâyesi var onu da kitaplaştırınca Erzurum sayfasını kapatmayı düşünüyorum. Yeter benden bu kadar. Benim gibi şehirden 40 yıldır uzakta olup 7 kitap yazmış biri var mı bilmiyorum. Tahminime göre yoktur. Sana zaman ayırdığın için teşekkür ediyor, bütün okurlara selamlarımı ve sevgilerimi sunuyorum.
Sağlıcakla kalın…
Bir yanıt yazın