Önümüzdeki ay bugün, yani 27 Ocak’ta 25. Dünya Üniversiteler Kış Oyunları’nın açılış töreni yapılacak.
Kayak sporuna gönül vermiş insanların ifadesiyle, dünyanın “en mükemmel” pistlerine sahip Palandöken ve doğal olarak Erzurum, bu oyunlar sayesinde görücüye çıkacak.
***
Düne kadar bu olay, bizim açımızdan “müthiş bir rüya” idi.
Anlayacağınız, herkes çok şey düşlüyordu…
Buralara binlerce, onbinlerce yerli ve yabancı turist gelecek ve gelecek olan turistler sayesinde şehir ekonomik anlamda canlanacak, dolayısıyla“beyaz kâbus” olarak görülen kar, çile olmaktan çıkıp, “beyaz altın”a dönüşecek ve sonuçta hem Erzurum, hem de bölge kalkınacaktı.
***
Böyle düşünülüyor, böyle hayal ediliyordu oyun, olimpiyat veya şampiyonalar.
Derken bir gün rüya gerçeğe dönüştü…
Birileri, “2011 Dünya Üniversiteler oyunları sizin” dediğinde yer yerinden oynadı.
Bayram ettik adeta.
***
Peki ya şimdi! Şimdi öyle mi acaba?
Gördüğümüz o “müthiş rüya” maalesef bugünlerde iş bilmeyen, kerameti kendinden menkul, beceriksiz ve belki de artniyetli birileri yüzünden“kâbus”a ha dönüştü, ha dönüşmek üzere.
***
Oyunların başlamasına şunun şurasında bir ay kaldı, ama bakın, dağda kar yok.
Sadece dağda kar olmasa neyse…
Havamız da müthiş kirli.
Kömür dumanı, üstümüze kara bir bulut gibi çökmüş durumda.
***
Bugünlerde çalışmalara yön verdiklerini ve işleri koordine ettiklerini zanneden “acemiler”in renginin kaçmasının, ellerinin ayaklarına dolanmasının ve söyleyecek bir söz bulamayıp, “işi Allah’a havale etmelerinin” en önemli sebebi bu.
***
Dedik ya, “Kar yok, inat etmiş yağmıyor!”
Bunlar, bizim buralarda görülmüş şey değil.
***
Erzurum’u bilenler ve buralarda yaşayanlar, ekim ayı ile birlikte kışın geldiğini, karın yağmaya başladığını ve dondurucu soğukların da bu aydan itibaren kendini hissettirdiğini iyi bilirler!
Ama bu yıl, hiç de bilindiği ve beklenildiği gibi olmadı.
Ekimin sonu geldi, “kışın başlangıcı” olarak bilinen Cumhuriyet Bayramı geçildi, kar yağmadı. İkinci kavşak noktası olan 10 Kasım da yine karsız ve soğuksuz dönüldü.
***
O günlerde yarım kalan işleri, inşaatları tamamlama adına havanın soğumaması ve karın yağmaması için dua edenler, bugünlerde kurdukları suni kar sisteminden de yeterli verimi alamayacaklarını anladıklarından olsa gerek, gözlerini diktiler havaya.
İnanıyorum ki, sabah yataklarından doğrulan bazı çokbilmişler, ilk iş olarak perdenin arasından dışarıya bakıyor, karşılarında masmavi bir gök, pırıl pırıl parlayan güneş ve ılıman havayı gördükçe boyun büküyor, “Rabbim”diyor ve “kar yağsın” diye yalvar yakar oluyorlar.
***
İşin bu noktasında şeytanın avukatlığına soyunup, “Arkadaşlar hani siz ya suni kar sistemi kurmuştunuz, n’oldu?” diye sormak istiyorum.
Ne cevap verir “burnundan kıl aldırmayan işgüzarlar?”, doğrusu çok merak ediyorum.
Öyle ya, kar olmasa da, suni kar yağdırılarak soruna çözüm bulunmayacak mıydı sonuçta.
Daha ne duruyorlar, yağdırsalar ya suni kar’ı!
***
Bu amaçla İtalyanlar Erzurum’a davet edilmiş, milyonlarca Euro da gözden çıkartılmıştı.
İtalyanlar istenileni yaptı ve hem Palandöken’i, hem de Konaklı’yı suni kar sistemiyle bir ağ gibi ördüler adeta.
Ama bir şey var ki…
O bir şey, hiç kimsenin zamanında aklına gelmedi.
“Neydi o bir şey?” derseniz…
Su’dur su. Yani acil ihtiyaç duyulan ve “olmazsa suni kar da olmaz”dedirten madde.
Nereden temin edilecekti su?
Göletten elbet.
Bu sebeple gitti dağın başına bir gölet yaptı, ama bir de döndü baktılar ki, su yok!
Sonra ovada sondaj vurdu, dağın tepesine su taşımaya başladı gariplerim!
Anladınız mı orta yerdeki garabeti, ya da ben anlatabildim umarım.
***
Böyle olunca akla Allah geldi.
Her darda kalan müminin aklına geldiği gibi!
Şimdiye kadar hep “biz yapıyoruz” diyenler, birden her şeyin Sahibi’ni hatırlayıverdiler.
O yüzden “eller çaktırmadan yukarıya uzatılmaya” ve o sebeple boyunlar yana bükülüp, “masum ve mazlum” rolü oynanmaya başlandı bugünlerde.
***
Tabi el açan, boyun büken kardeşler sadece kar yağsın istemiyorlar.
Aynı zamanda rüzgarın esmesini, esen tatlı rüzgarın da şehrin üstünü örten kirli ve dumanlı havayı, yani kara bulutları sıyırıp, götürmesini arzuluyorlar.
Anlayacağınız sadece “ekmek kadayıfı” değil istenen.
“Ballı ve kaymaklı da olsun” diyorlar.
***
Diyelim ki, “eyvallah!”
Gücü, kudreti, serveti sonsuz olan Allah, elbet her şeyi vermeye ve yaratmaya kadirdir. Bu sebeple de istenileni verir sonuçta…
Ancak, işin içinde önce “samimiyetin” ve “ihlasın” olması kaydı şartıyla.
Ben, “işin başındakiler ihlassız ve samimiyetsiz” iddiasında değilim.
Ama, yapılan, daha doğrusu yapılmayan işler niyeti böyle gösteriyor sonuçta.
***
Bakın şimdi…
Haydi kar Allah’tan. İster yağdırır, ister yağdırmaz. Kuvvet de O’nun, kudret de.
Peki kirli havayı da mı O gönderdi?
O mu şehri görünmez, havasını solunmaz hale getirdi?
Birilerinin ifadesiyle O mu Erzurum’a gelecek 3 bin sporcunun zehirlenmesini istiyor?
Haşa!
***
Öyle ise…
Nedir bu kirliliğin hikmeti?
Cevabı belli bir soru ile karşı karşıyayız.
Kesinlikle “Kirlilik kader” değildir.
Sebep – sonuç ilişkisidir karşımızda duran.
Kalitesiz, isi, dumanı fazla, kalorisi düşük kömür yakarsanız, havayı kirletirsiniz sonuçta.
***
Demem o ki, “duman oluşumuzun” nedeni kar’sızlık değil sadece. Umursamazlık, aymazlık, boşvercilik ve “ben yaptım, oldu” mantıksızlığı da var işin içinde.
***
İşte bu noktada, o “canalıcı soruyu” sormanın zamanı geldi sanırım:
“Suç kimde?”
Fazla düşünmeye, aramaya, araştırmaya, bilimsel toplantılar filan yapmaya hiç gerek duymaksızın vereyim cevabı isterseniz?
Sanık sandalyesinde oturması gerekenler, “Ben Erzurumluyum” diyen ve Erzurumluluğun nimetlerinden yararlanıp, külfetine ve sorunlarına sırtını dönen herkestir.
Yani ben, o, biz, siz, hepimiz. Ayırt etmeksizin, topluca hem de.
***
İşlenen “toplu cürüm” arasında sadece “ilgisizlik, duyarsızlık, bananecilik, vurdumduymazlık” yok.
“Vefasızlık ve emanete sadakatsizlik” de var…
***
“Vefasızlık”tan ne kastettiğimi anladınız mı bilemiyorum!
İsterseniz izah edeyim…
***
Kış Oyunları’nın Erzurum’a alınmasında “kontür garantisi” olan tek insan, hiç şüphesiz Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Yani sizin dağınız, bağınız, kar’ınız, pistiniz, şuyunuz, buyunuz olabilir…
Ki, vardı tüm bunların hepsi ve bir anlam da ifade etmiyordu açıkcası.
Çünkü, siyasi bir destek gerekiyordu sonuçta.
***
Eğer Başbakan Erdoğan, FISU Başkanı George Killian’a, “Ne gerekiyorsa yapın. Biliniz ki, biz hükümet olarak varımızla, yoğumuzla bu projenin arkasındayız” demese de o desteği vermeseydi şayet…
Alabilir miydik oyunları?
Aldıysak ve böyle bir garantiyi de Başbakan verdiyse…
Bu, hiç şüphesiz sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Erzurum’a ayrıcalık tanımasından kaynaklanıyor.
Bir Erzurumlu olarak, kendisine bu sebeple sonsuz teşekkür ediyorum.
***
Ve son söz olarak diyorum ki…
Erzurum, bu anlamda hedefine varamaz ve kar’sızlıktan, hava kirliliğinden, organizasyon bozukluğundan dolayı sıkıntı üstüne sıkıntı yaşarsa…
Hem işin başındaki “sorumsuz sorumlular” ve hem de yığınla olumsuzluğu, sorunu, sıkıntıyı gördükleri halde, skandallara seslerini çıkartmayıp, gerçeklere sırtını dönenler…
Yani şehrin ahalisi ne diyecek ve nasıl bir savunma yapacaktır.
E vallahi merak ediyorum doğrusu.
Öztürk Akkök
Bir yanıt yazın