MENÜ ☰
Büyük Erzurum Sofrası
Erzurum Haber Gazetesi » Yazarlar » Yan gelip yatış mı… Yoksa yardım ve yataklık mı!
Öztürk Akkök
Yan gelip yatış mı… Yoksa yardım ve yataklık mı!


Dünün karizmatik, ülke yönetiminde söz sahibi kenti Erzurum, bugün mazisini arıyor.

Bu sözü, şunu veya bunu suçlamak amacıyla söylemiyorum.

Sadece bir tespit yapma niyetindeyim.

Katılır mısınız, bilemem, takdir sizin.

***

Bugün her şeye rağmen Erzurum, bölgenin “en gelişmiş kenti” olma özelliğini koruyor.

Ama ciddi anlamda kan kaybettiğimiz bir gerçek.

Bu sözü söylerken sakın ola ki, ekonomik anlamda dibe vurmuşluğumuzdan…

Sosyal hayatın tükenişinden…

Eğitimde giderek gerilediğimizden filan bahsedeceğimi sanmayın, yanılırsınız.

***

Çoğumuzun bildiği gibi Erzurum, son 10 yıldır “en büyük ve yerine yenisinin konulması mümkün olmayan” insan sermayesini kaybediyor.

Anlayacağınız Erzurum yitiyor, Erzurumlu gidiyor, hatta gitmenin ötesinde resmen, hem de ardına bile bakmadan kaçıyor.

***

Bir zamanların efelenen, çevresine hava atan ve hedefe emin adımlarla yürüyen Erzurum, ne olduysa önce sarsılmaya başladı, derken çöktü ve tepetakla oldu.

 

Yaşanan olumsuzluklar, beyin ve sermaye kaçışını beraberinde getirdi.

Önce nüfus azaldı, tabiki nüfusla birlikte de servet.

10 yıl önce bir milyon sınırına dayanan nüfusun üçte biri kar gibi eridi.

20 ilçesi, bine yakın köyü ve merkezinde şımdılarda 650 bin kişi ya kaldı, ya kalmadı.

Üstelik, eziği, çürüğü, ıskartası ile birlikte.

***

Hani dışarıdan gelen ve Erzurum’u “sıçrama taşı” gibi gören, bir süre buralarda barındıktan sonra Batı’ya yelken açan “şehir kiracıları” ile onların kalıntıları olmasa, nüfus şimdi belki 500, belki 450 bin idi.

***

Keşkeee!!!

***

Hani “Ah ulan Rıza ah” dercesine hayıflanarak diyorum ki:

“Ah ulan Erzurum ah, keşke gelenin, keşke dolanın, keşke nefesini burada alanın olmasaydı da, sen yine bizim bildiğimiz, yiğitleri barındıran, hanımlara ev sahipliği yapan, ülkenin ileri karakolu olma görevini hakkıyla yerine getiren, ‘eyvah, ülkem elden gidiyor’ telaşına kapılanlara, ‘meraklanmayın ve rahat olun ben buradayım’ diyen ve her şeye rağmen dadaşlığının verdiği özelliklerin hiç birini kaybetmeyen Erzurum olarak kalsaydın!”

***

Üzülerek söylemek ve hatta acı da olsa itiraf etmek gerekirse…

Adını ülke tarihine altın harflerle yazdıran, hafızalara da “yiğitliğin ve mertliğin sembolü insanların yaşadığı şehir” gerçeğini kazıyarak nakşeden Erzurum yok artık!

Şehrin suyu, havası nasıl kirlendi, caddesi, sokağı nasıl kokuştuysa, insanımız da aynen öyle bozuldu, deforme oldu!

***

“Birdenbire!”

Yani aniden, yani hızla, yani çabucak!

Gerçekten çok ani oldu her şey.

Belki kabullenmeyeceksiniz ama…

Akşam eve götürdüğümüz, ama kaynatmayı unuttuğumuz süt gibi…

İlk başlarda tertemiz, bembeyaz…

Ama sonrasında çürümüş!

 

Aynen o misal.

***

Bugün gördüklerimiz, duyduklarımız karşısında afallayıp, şaşkınlık içinde“n’oluyor” sorusunu soruşumuzun…

Ve de eskinin özlemi ile yanıp, tutuşumuzun nedeni bu çürümüşlük ve kokuşmuşluk değil midir?

Aynı şaşkınlığı hocalarımız, imamlarımız ve müftülük görevlilerimiz de yaşıyor olmalılar ki, hemen her cuma hutbesinde veya vaazlarında “insanlık dersi” vermeyi giderek mecbur sayar oldular.

 

***

Şu sözlere bakar mısınız lütfen:

“Çevrenizi kirletmeyin, sokağa sümkürmeyin, borcunuzu zamanında ödeyin, trafik kurallarına uyun, camiye temiz gelin, komşunuzu rahatsız etmeyin, çalışın, üretin, haramdan kaçının, hırsızlık yapmayın, başkasının malına da, namusuna da göz dikmeyin, birbirinize kem gözle bakmayın, kardeş olun!”

Bunların her biri ilahi mesaj, yani Allah’ın koyduğu yasaklar ve hepsinin içinde de “kul hakkı” gizli.

İnananlar olarak, bu yanlışları yapmamamız gerekiyor ama, yapıyoruz maalesef.

 

***

Tabi genelleme yapmak, “hassas” düşünen ve davranan insanlara haksızlık olur.

Onları alıyorum bir kenara…

Geride kalan büyük çoğunluk için, “bilin ki tehlikedeyiz” diyebiliyorum.

Aslında “tehlikedeyiz” diyen ben değilim, böyle bir uyarı yapmak haddime de değil.

Yapılan yanlışları sıralayan, ardından da uyaran hiç şüphesiz din adamları, hocalar, imamlar.

***

Eskiden nerede görülmüştü sahtekarlık, dolandırıcılık, ahlaksızlık?

Çok abarttığımı sanmayın!

Bu şehrin de hafif meşrebi, tosunu, arsızı, namussuzu vardı elbet.

 

Ama ipin ucu bu kadar da kaçmamıştı.

Dünün Erzurum’unda mütevazı bir yaşam göze çarpıyordu.

İnsanlar belki yarı aç, yarı tok yaşıyor, ama kimseye minnet etmeden geçinip, gidiyorlardı.

Dolayısıyla ne arsız çıkabiliyordu ortaya, ne uğursuz, ne de namussuz.

***

Şimdi öyle mi?

Tosunların sayısı bugün düne göre hayli artmış vaziyette.

Ama alayı kılık değiştirmiş durumda.

 

Yolanı, yolduranı, çalanı, çaldıranı, hayatını yalan üzerine inşa edeni, haramı“helal” diyerek yiyeni ve hatta namusunu satanı sanırsınız sütten çıkmış ak kaşık!

Artık herkes ağa, herkes bey, asil ve eşraftan!

Hal böyle, ama şehir de işte orta yerde tüm çıplaklığı ile duruyor.

Neyse…

Geçeyim bunları.

***

Hey canına yandığımın memleketi!

Hani ne diyor Başbakan…

“Nerdeeen nereye!”

Bu sözü şimdilerde Erzurum için     söylemek lazım: Nerdeeen nereye!

***

Bu gerçekleri kabullenmek zor, bunun farkındayım.

Çünkü biz böyle değildik ve biz böyle de doğmamıştık.

Hani mezarda yatan ecdad kafasını maazallah ir5 kaldırsa var ya, yüzümüze tükürürler billahi.

O tükürükler de boğar bizi inanın.

 

***

Bu nedenle silkinmemiz ve kendimize gelmemiz gerekiyor.

Erzurum için şart bu, ülke için de öyle.

Geleceğimiz için, çocuklarımızın yarınları için silkinme, dirilme ve ayağı kalkma mecburiyetimiz var.

***

 

Gözümüz kör değil, görüyoruz memleketin elimizden kaydığını.

Görüyoruz dönen oyunları, görüyoruz kepenk kapatanları, görüyoruz “hak istiyoruz” diye haykıran haksızları, görüyoruz “zulüm var” yalanını söyleyen zalimleri…

Bakın tehlikenin ayak seslerini mahallenin başında duymaya başladık.

Aslında o sesler yeni sayılmaz.

Düne göre tek fark, seslerin bugün çok daha gür ve istekli çıkıyor olması.

Oysa o mahallenin başında bir zamanlar dadaşlar bar tutar, yiğitler ata biner, davulun, zurnanın ve atılan nara’nın sesinden geçilmezdi.

Ya şimdi!

Şimdi ne olduğunu, haspalar yere oturduklarında, parmaklar V şeklinde açıldığında daha iyi gördük.

Mahallenin başında yaşanılanlar varılan en son noktadır.

**

Yaşadıklarımızı sakın yabana atmayın.

Düşman hem güçlü, hem de çok istekli.

Bölücü hainin tek hedefi “Doğu’da ayakta durmayı başarmış” Erzurum!

 

Bilin ki, burası düşerse Doğu düşer, Doğu düşerse, ülke elden gider.

Bu gerçekleri iyi biliyor ve hatta görüyor, ama ne gariptir ki, hiç umursamıyoruz.

Sanki “size bir şey olmaz” diyen birileri, bize sağlam yarınların garantisini vermiş.

***

Oysa yaşananlar, oynanan oyunlar ortada.

Başımızı kaldırıp yaşananlara bakıp, ders alacak yerde iyice kafayı sokuyoruz kuma!

***

Tamam kardeş, sen başını kuma çok daha kuvvetli sok, eyvallah da…

Ya arkandaki değirmen taşı ne öyle?

Kıçın açıkta, kıçın!

Farkında değil misin bunun?

***

Bizim toplum olarak acilen uyanmamız, silkinmemiz ve kendimize gelmemiz gerekiyor.

 

Aymazlığın, umursamazlığın, boş vericiliğin alemi yok.

Kaldı ki, muazzam bir emanetin sahipleri olarak böyle bir lükse sahip de değiliz.

Erzurum gidiyor elden ve hatta ülke.

***

Eğer biz birbirimize sahip olmazsak, çakallara yem olacağımız ortada.

Bunun için, bugünden tezi yok harekete geçmeliyiz.

Kim varsa kendini bir parça sorumlu hisseden vicdan ve insaf sahibi…

Şehrin valisi mi, belediye başkanı mı, bürokratı, sivil kitle örgütü yöneticisi, siyasetçisi mi!..

“Önce Erzurum” diyerek, Allah rızası için çıkmalılar öne, düşmeliler yola.

***

 

Gün birlik, gün beraberlik, gün vatana, millete, bayrağa ve toprağa sahip çıkma günüdür.

O kararlılığı göstermemiz gerekiyor.

Adı ne konulursa, konulsun, hareket noktası ne olursa olsun!

“Seferberlik” diyelim mesela.

**

“Seferberlik…”

Ürkütücü bir söz.

Savaşın hazırlığının bir ifadesi gibi.

 

Kabul!

Savaşsa savaş…

***

Ama kardeş kanı dökmek için değil…

Bu savaş cahillikle, cehaletle, yobazlıkla, geri kalmışlıkla, milli benliğimizi dik tutma adına olmalı.

***

Görüyoruz sonuçta…

Ülkenin belli coğrafyasında vatan hainleri, sözde özgürlük adına savaş açmış, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı’na bile kepenk kapatarak, sokağa çıkmayarak, sırt dönerek, taş atarak “küstahça” karşı koymaya başlamışlarsa…

Bizim akşam yatağa gönül rahatlığı içinde uzanmamız ayıp…

Ve hatta suçtur.

 

Hem de teammüden işlenmiş bir suç!

***

Ama yatıyoruz biz.

Hem de öyle bir yatış ki, rahatça ve “bana ne” dercesine!

Oysa düşman gelmiş, kapıya dayanmış.

 

Tek düşüncesi var:

Yutmak!

Yani “önce bölecek, sonra parçalayacak ve ardından da yutacak”lar!

Vatan ve millet düşmanları böylesi amansız bir mücadele içindeyken, ya bizdeki bu yatışa, bu rahatlığa ve bu umursamazlığa ne demeli?

***

Bunu aklım bir türlü almıyor.

Bu nedenle sorayım istiyorum:

“Gece rahatça yatağa girmenin, Erzurum’da söylenen şekliyle ‘ört ki görmim’ deyip, yorganı başa çekmenin bir diğer adı, ‘yardım ve yataklık’ değil midir?”

Bu ilginç soruya umarım cevap veren birileri çıkar belki!

Öztürk Akkök

📆 24 Mayıs 2011 Salı 14:52   ·   💬 0 yorum   ·   ⎙ Yazdır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ERZURUM'DA HAVA

ERZURUM
Esentepe Avrupa Konutları
YENİ SAYI

YAZARLAR

RÖPORTAJLAR

ANKET

Üzgünüm, şu anda etkin anket yok.

BAĞLANTILAR