MENÜ ☰
Büyük Erzurum Sofrası
Erzurum Haber Gazetesi » Yazarlar » Neyi tartışıyoruz?
Mehmet Şener
Neyi tartışıyoruz?


Kimsenin tekerine çomak sokma gibi bir niyetimiz yok, hoş artık biliyoruz ki bu ülkede birilerinin dönen tekerine çomak sokmak en tehlikeli ve en belalı işlerden biridir. Kim ki, başını derde sokmak istiyorsa, varsın egemenlerin çevirdikleri dümenleri sorgulamaya kalksın!
Kendisini ya yargının önünde bulur, ya da hayat ona zindan edilir. Eğri oturup doğru konuşmak lazım: Bu çarpık anlayış bugüne mahsus bir illet de değildir. Ne yazık ki, başından beri böyle gelmiş böyle gidiyor işte…
Hatırlayınız lütfen; 28 Şubat Süreci’nde bu ülkede bazı egemenler türlü türlü tezgahlar kurup, en karanlık oyunları sahnelemediler mi?
Kimi bankaları hortumlayıp, adlarının önüne Atatürk’ü yerleştirdiler, kimileri de sırtlarını devlete dayayıp laikliği kalkan olarak kullanıp, sermayeyi renklere boyadı.
Bir dönem de geldi, bazıları isimlerinin önüne ne kadar kutsal değer varsa onları geçirip, her türlü rezilliği pervazsızca yaptı. Yani Yaşar Nuri’nin ifadesiyle “Allah’la aldattı”
Oldum olası bu ülkede, din, milliyetçilik ve Atatürk hep istismar alanı olarak, birilerinin servetine servet katma malzemesi edildi.
Şartlara ve esen havaya göre kullanılan malzeme değişti.
Ama değişmeyen tek şey vardı: O da kullanılan, istismar edilen ve her seferinde yeni oyunlara mağlup olan halk…
Adama, “Niye ülkeyi soyuyorsun, niye milletin sırtından geçiniyorsun?” diye sormaya kalktığınızda, esen rüzgara göre, ya “Atatürk’e dil uzattırmam” diyerek karşı saldırıya geçip, hırsızlığını maskeledi; ya da “Sen bu ifadelerinle artık dinden çıkmış bir kimsesin” şeklinde bir iftirayla, Allah adına hüküm verdi.
Formatlar değişti, ama temel anlayış aynı kaldı.
Türkiye bugün yüzlerce milyar dolarlık dış borç yükü altında inim inim inliyorsa, bunun başlıca sebebi soyguncu ve vurgunculardır. Yanlış yatırım, israf ve beceriksiz yönetim bu borç yükünün içinde en fazla yüzde otuzdur. Kuşkunuz olmasın ki Türkiye, bir yandan yıllar içinde borçlanırken, bir yanda da birilerini dünya çapında zengin etti.
Krallıkları ve diktatörlükleri saymazsak, bize benzeyen demokratik bir model yoktur.
Halkı ve devleti fakir ama kamu yöneticileri zengin bir ülkedir Türkiye…
Bırakın ülke genelinde olup bitenleri, şu eti budu olmayan fukara Erzurum bile yıllardır nasıl istismar edildi.
“Dinin bekçisi, milliyetçiliğin kalesi”
Biçilen rol bu…
İşin doğrusu Erzurumlu da bu role dünden razı oldu, verilen senaryoyu başarıyla oynadı!
Bir iki istisna hariç diyen olmadı ki, “Yahu dinin sahibi Allah’tır ve Allah ki dinini koruyacağını taahhüt etmiş. Dini yaşamak ve dindar olmak ayrı şey, dinden geçinmek ayrı şeydir. Erzurum, dindar ve muhafazakar insanların çoğunlukta olduğu bir şehir midir, yoksa ‘din baronları’nın değirmenlerine su taşıyan ‘maraba’ların toplama kampı mıdır?”
Aynı soruları, “kale”si diye gösterilen milliyetçilik için de sormalıyız…
Sormalıyız ki, gerçekte bu şehrin ne olup ne olmadığını öğrenebilelim.
Yoksullukta, geri kalmışlıkta ve ülke genelinde aldığı payda son sıralarda debelenip duran bir şehir, “bekçi”lik ve “kale”lik görevleri için, bir paye ile ödüllendirilmiş olsaydı, hiç böylesine biçare durumda olur muydu?
Olmazdı elbette…
Bir dönem geldi, diyelim ki muhafazakar söylemi güçlü partiler iktidar oldu; ama Erzurum yine yerinde saydı. Çünkü o hükümet nasılsa Erzurum zaten bizden, kimse bizi sorgulamaz diyerek bu şehre dönüp bakmadı. Sadece Binbir Hatimler’in düzenli okunması sağlandı, o kadar…
Benzer tablo milli söylemleri ağır basan hükümetlerde de tekrarlandı. Onlar da şöyle düşündüler:
Erzurum aslanlar gibi sınır bekçiliği yapmakta ve her türlü zararlı cereyanlara karşı sistemin yanında yeralmaktadır. Erzurum orada durdukça biz Ankara’da güven içindeyiz. Siz sadece milliyetçiliği pompalayacak oluşumları destekleyin yeter…
Arada bir sol veya liberal hükümetler iş başına geldiğinde de zaten Erzurumlu otomatikman üvey evlat muamelesi gördü: Orası dinci ve ırkçı bir şehirdir, amandır sakın oraya yeni bir yatırım veya hizmet götürmeyin biraz burunları sürtsün, dediler.
Yani muhafazakar ve milliyetçi söylemleri olanlar, “Nasılsa bizden, hizmet götürmesek de bize küsmezler” deyip unuttu, öbürleri de “Nasılsa bizden değil, boş verin sürünsünler” diyerek sırt çevirdi.

Sonunda Erzurum da işte bugünkü bu manzara mahkum oldu.
Sadece siyasetçiden mi darbe yedi?
Keşke…
Kimisi gelip, üniversiteler kuracağım, şehri eğitim merkezi yapacağım dedi, nutku bitmeden sözün başında ne söylediğini unuttu.
Kimisi gelip, asrın en büyük yatırımı Erzurum’a yapılacak dedi ve geniş kitleleri heyecan denizinde yıllarca yüzdürdü, sonunda denizin ortasında öylece bıraktı.
Fakat bütün bunları yüreği acıyarak yaşayan Erzurumlu her defasında yeni senaryolara kanıp, yeni oyunların figüranı olmaktan kendini kurtaramadı.
İşte o yüzdendir ki bugün Erzurum’da, ayakkabılarını korumalarına bağlatan ve belki de hiçbir padişaha nasip olmayan bir saltanata sahip yöneticilerimiz mevcut!
Erzurumlu bakıyor, ama görmüyor; Erzurumlu hissediyor ama kavrayamıyor.
Başka bir şehirde peş peşe bu kadar balon patlamış olsaydı, orada kızılca kıyamet kopardı. Ama Erzurumlu her balon patlayışında, yenisinin şişmesi için var gücüyle nefes tüketmeye devam ediyor.
En komiği de arada bir, “Biz niye geri ve ilkel bir şehiriz?” diye sormuyor mu?
Böyle de yapmasa hepten somurtup kalacağız.
Yani Erzurumlu mizahı da biliyor.
Rahmetli Reyhani de aynı şeyi sormuş, bendeniz de soruyorum:
İbrahim Hakkı niye sürgün, Emrah neden mezarsız?
Vaktiyle Çetin Baydar, “Erzurum maraba bir şehirdir” dediğinde, şimdi anlıyorum en çok niye marabalar bağırıp isyan ettiler.
Meğerse marabalık da zaman içinde bir geçim kapısı olmuş…

📆 10 Aralık 2009 Perşembe 02:20   ·   💬 0 yorum   ·   ⎙ Yazdır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ERZURUM'DA HAVA

ERZURUM
Esentepe Avrupa Konutları
YENİ SAYI

YAZARLAR

RÖPORTAJLAR

ANKET

Üzgünüm, şu anda etkin anket yok.

BAĞLANTILAR