MENÜ ☰
Büyük Erzurum Sofrası
Erzurum Haber Gazetesi » Yazarlar » Ummandan bir damla
Belkıs Altuniş Gürsoy
Belkıs Altuniş Gürsoy
Tüm yazıları için tıklayınız.
Ummandan bir damla


13. Yüzyılda yaşamış âlim, şair ve bilge bir Türk mutasavvıfı olan Mevlana, sadece bizler için değil, bütün bir dünya için sadre şifa olacak bir gönül ehlidir.

Mevlana; günümüz dünyasının hızlı dönen çarkları arasında ezilen, hayat yorgunluklarının binbir hengâmesi içerisinde giderek sıkışan, daralan insanı kendi hakikatine uyandıracak bir kutlu nefestir. Onun söyledikleri evrensel gerçekler; her zaman ve zeminde geçer akçe hükmündedir. Zira o insanın özüne, insanın fıtratına seslenir. Bu itibarla Mevlana “biz pergel gibiyiz. Bir ayağımız din üzerinde sağlamca durur. Öteki ayağımız yetmiş iki milleti dolaşır” der.

Psikologdan eğitimciye, sosyologdan siyaset bilimciye kadar beşerî alanlarla uğraşanların bir ihtisas kütüphanesi gibi yararlanabileceği Mevlana’nın eserleri; asırların birikimiyle karılan insanlık tecrübesinin edebî bir imbikten süzülerek bizlere sunulması mahiyetini taşır.

Bir kişisel gelişim ansiklopedisi mesabesinde olan “Mevlana Külliyatı” okuyanların, kendi içlerinde derinleşmelerine, kendi insanlık cevherlerini fark etmelerine yol açacak başucu kitaplarındandır.

Kaynağını İlahi aşktan alan samimi bir sevgiyle bütün yaratılmışları kucaklayan Mevlana, “güzel ahlâk”ı temele oturtan bir dünya görüşüyle Mesnevi’sinde hikâyeler anlatır. Bu hikâyeler ders verici niteliktedir. Mesnevi’den aldığımız üç hikayeyi burada sizlerle paylaşmak istedik.

SULTAN MAHMUT VE AYAZ (1)       

(Bu kibirlenme nedir? İçten haberdar olmamak.

Donan  suyun güneşten gafil oluşu gibi.

Fakat su, güneşten haberdar oldu mu buzu kalmaz, yumuşar, ısınır, akıverir.

Sen, kendini beğenme yurdundan dışarı çıkarsan her işin beğenilir.)

Gazneli Sultan Mahmut’un sadık bir kölesi vardır. Adı Ayaz olan bu köle; son derece akıllı, vefalı ve sağ duyulu bir kimsedir. Bu özellikleriyle sultanın gönlünü kazanmış ve bir köle olmasına rağmen onun en yakın dostu olmuştur. Ayaz’ın daima kilitli tuttuğu bir odası vardır. Ayaz, arada bir bu odaya girer, kapıyı kilitler, bir süre kalır, çıkarken de yine kapısını kilitlerdi. Kimse o odaya giremezdi. Ayaz’ı çekemeyenler onun bu odada herkesten gizli bir hazine biriktirdiğini düşünürler ve onu Sultan Mahmut’a şikâyet ederler. Sultan, aslında Ayaz’ın dürüstlüğünden ve o odada hazine olmadığından emindir. Ama kıskanç ve kötü niyetli adamlarına bir ders vermek ister ve odayı açıp bakmalarına, hazine bulurlarsa paylaşmalarına izin verir. Adamlar odayı açarlar. İçeride sadece eski bir çarık ve bir hırka vardır. Hazinenin gizlenmiş olacağını düşünerek odanın tabanını, duvarlarını kazarlar, deşerler.  Fakat başka bir şey bulamazlar. Mahcup bir vaziyette sultan Mahmut’a durumu anlatırlar. Hatalarından dolayı af dilerler. Sultan, onların Ayaz’a iftira ettiklerini, bu yüzden de affetme veya cezalandırma hakkının da Ayaz’a ait olduğunu söyler. Ayaz da, sultanın yanında böyle bir yetkiye sahip olmadığını, hiç kimseyi cezalandırmak istemediğini edepli bir ifadeyle dile getirir. Sultan, Ayaz’a bu çarıkla hırkayı niye sakladığını sorar. Ayaz; “ben saraya bunlarla geldim. Onlardan başka bir şeyim yoktu. Sizin sayenizde büyük bir devlete, yüce bir makama kavuştum. Ancak aslımı unutmamak, benliğe ve bencilliğe düşmemek, kibirden korunmak için bunları sakladım. Arada bir odaya girer, kendime,”Ayaz bak, sen eskiden buydun, şimdi yine aynı Ayaz’sın, sakın devlete aldanma, kibre kapılma! Diye nasihat eder, nefsimi terbiye ederim”der.

SULTAN MAHMUT VE AYAZ (II)

(Kendi etrafında dolan, kendi suçunu gör. Hareketi güneşten bil, gölgeden bilme.

Neye çalıştın da zararını, faydasını görmedin? Ne ektin de devşirme vakti onu biçmedin?

Suçunu başkasına yükleme, suçu kendinde bul, tohumu sen ektin)

Gazneli Sultan Mahmut’un Ayaz isimli bir kölesi vardır. Köle; parlak zekâsı, çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile kısa zamanda padişahın sevgisini, takdirini kazanır ve sultanın en yakın arkadaşı olur. Mahmut’un etrafındaki beyler onun Ayaz’a bu kadar değer vermesini çekemezler.          Kıskançlıkla Ayaz aleyhinde konuşmaya başlarlar. Vaktiyle bir köle olarak saraya gelmiş sıradan birinin böylesine itibarlı olmasını, ona yüksek maaş ödenmesinin sebeplerini Gazneli Mahmut’a sorarlar. Gazneli Mahmut “ben size neden böyle olduğunu göstereyim”der.

Bu beyler otuz kişidir. Sultan hepsini yanına alır, avlanmak üzere dağlara çıkarlar. O sırada uzaktan bir kervanın geçtiğini görürler. Gazneli Mahmut, beylerden birisine “git de sor bakalım, o kervan hangi şehirden geliyor?” der. Bey gider, sorar gelir. “Kervan, Rey şehrinden geliyormuş” der. Padişah, “peki nereye gidiyormuş?” Deyince cevap veremez.

Bir başka beye, “git bakalım sen de nereye gidiyor öğren” der. O da gidip gelir. Yemen’e gidiyormuş” der. Padişah kervanın yükü neymiş?” Diye sorunca  şaşırıp kalır. Padişah bir başka beye “ Haydi sen de yükü neymiş, onu öğren” der. Bey, gidip gelir. “Her cins mal var, fakat çoğu Rey kâseleri” deyince padişah, “kervan Rey’den ne zaman çıkmış?” diye sorar. O bey, bu soruya cevap veremez. Böylece otuz beyin her biri ikinci soruya cevap vermekte âciz kalır.

Bunun üzerine Gazneli Mahmut, beylere der ki; “ben bir gün tek başıma Ayaz’ı sınadım. Şu kervan nereden geliyor? Git, anla dedim. Gitti, hepsini sorup öğrenmiş. Daha ben sormadan kervanın bütün ahvalini olduğu gibi bir bir anlattı. Bu otuz bey,  otuz defada ne öğrenebildiyse o, hepsini birden öğrenip geldi.

KUŞ VE ÜÇ ÖĞÜDÜ

(Öğüt veren kişi yüzlerce kere çalışıp çabalasa da, öğüdü duymak ve kabullenmek için dinleyende kulak olmalıdır. )

Bir adam kurduğu tuzakla kuş yakalar. Kuş adamın elinde dile gelir ve der ki; “sen bugüne kadar ne koyunlar, ne develer yedin ama hâlâ doymadın. Benim küçücük bedenim seni hiç doyurmaz. En iyisi sen beni serbest bırak, ben de sana birbirinden değerli üç öğüt vereyim. Birinci öğüdü elindeyken, ikincisini duvarın üstünde, üçüncüsünü de ağacın üstünde veririm. Bu üç öğüt senin çok işine yarayacaktır.” Adam kabul eder. Kuş, ilk öğüdünü verir. “Olmayacak söze kim söylerse söylesin inanma!”

Adam bu öğütten sonra kuşu bırakır. Kuş duvarın üstüne uçar. İkinci öğüdünü verir. “Kaçırdığın fırsatlar için üzülme! Geçmiş bitmiş şeyler için tasalanma!” Sonra; “şu küçücük bedenimde yüz gram ağırlığında paha biçilmez değerde bir inci var . O inci senin olsaydı, zengin olurdun. Fakat kısmetin değilmiş, fırsatı kaçırdın” der.

Adam üzüntüyle dövünmeye başlar. Kuş “sana kaçırdığın fırsatlar için üzülme demedim mi? Madem geçip gitti, neden feryat ediyorsun? Ya öğüdümü anlamadın yahut da sağırsın! Sonra bir de sana olmayacak söze inanma demedim mi? Bu ilk öğüdüm değil miydi? Ben ancak yüz gram gelirim. İçimde yüz gramlık inci nasıl bulunsun?”

Bu sözü duyan adam kendine gelir. “Haydi” der, “üçüncü öğüdü de ver!” O zaman kuş : “Evet, Allah için o iki öğüdü iyi tuttun da, üçüncüsünü de mi söyleyeyim?” Der ve uçar gider.

Kıssadan hisse: Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır.

Aptallık ve bilgisizlik yırtığı yama kabul etmez. Ey öğütçü ona hikmet tohumunu pek saçma!

 

Belkıs Altuniş Gürsoy

📆 20 Ocak 2012 Cuma 13:24   ·   💬 0 yorum   ·   ⎙ Yazdır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ERZURUM'DA HAVA

ERZURUM
Esentepe Avrupa Konutları
YENİ SAYI

YAZARLAR

RÖPORTAJLAR

ANKET

Üzgünüm, şu anda etkin anket yok.

BAĞLANTILAR