Maveraünnehir, Asya’da Amuderya (Ceyhun) ile Siriderya (Seyhun) nehirlerinin arasında kalan yaklaşık 660.000 kilometrekarelik verimli toprakların adıdır. Tarihteki Maveraünnehir toprakları bugün için Özbekistan ve Türkmenistan’la Kazakistan’ın bazı bölgelerini içine alır.
Bu bölgede tarihin ilk çağlarından itibaren Türkler ve İranlılar yaşadılar. Hun İmparatorluğu (M.Ö.4. ve M.S.48), Göktürk İmparatorluğu (951-744), Uygur İmparatorluğu (774-1209), Samaniler (819-1005), Karahanlı Devleti (840-1212), Gazneli Devleti (963-1186), Büyük Selçuklu Devleti (1040-1157), Harezmşahlar Devleti (995-1231), Timur İmparatorluğu 1370-1506), Çağatay Hanlığı (1227-1370), Şeybaniler (1500-1598) bu coğrafyada hakimiyet sağladılar.
Maveraünnehir’de 8. yüzyılda başlayan ilmî faaliyetler, Samaniler devrinde en parlak dönemine ulaştı. Bölgenin Türkleşme süreci 9. yüzyılın son çeyreğinde yoğun Oğuz göçleriyle başladı. Karluk ve Halaçlar gibi Türk boylarının bölgeye gelmeleriyle Türkler nüfusun ekseriyetini teşkil eder oldular. İpek Yolu üzerinde bulunan bu bölgeler 17. ve 18. yüzyıllarda eski canlılığını yitirdi.
Maveraünnehir’de yer alan Semerkant, Taşkent, Buhara, Horasan, İsficab, Gazne, Belh, Kaşgar, Fergana, Farab, Hotan, Nişabur, Herat, Tirmiz, Harezm, Çimkent, Yesi, Cürcan, gibi yerleşim yerleri, İlk ve Orta Çağlarda ilim sanat, kültür ve ticaret hayatında önemli bir mevki işgal ederler. Bazıları hâlâ ayakta kalmış bulunan camiler, türbeler, medreseler, kütüphaneler, saraylar, bedestenler ve rasathaneler; bu coğrafyanın zengin tarihî geçmişine şahadet ederler.
Bir medeniyet havzası olan bölgede çok sayıda ilim, siyaset, sanat ve kültür adamı yetişmiştir. O devrin bilim adamları hezar-fenn (=bin fen)dirler. Yani ilimlerde branşlaşma olmadığından devrin bütün ilimlerinde söz sahibi olacak şekilde donanım kazanmışlardır. Bu durum konulara daha geniş ufuklu bakmalarına, parçayı bütünün içinde görmelerine, bir alanın bilgilerini diğer bir alanın içinde kullanmalarına imkân tanıdı. Bu birbirine yakın dallardaki bilgi alışverişinin icat ve keşifte bulunma konusunda erbabını önemli ölçüde yönlendireceği, destekleyeceği açıktır. Bu bilgi transferinin getirilerinin farkına varıldığından günümüzde üniversitelerde birbirini besleyecek, birbirinden yararlanacak alanlarda çift dal veya yan dal gibi uygulamalar önem kazanmıştır.
Bu yazımızda bu topraklarda yetişen Müslüman Türk bilim adamlarından bir kaçını ana çizgileriyle tanıtmaya çalışalım : Dünya Bilim Tarihi Yüksek Komisyonu; (Harvard Üniversitesi’nde Prof. Dr. George Sarton’un başkanlığındaki bir heyet) bilim tarihine olan katkıları sebebiyle her yarım yüzyıla bir büyük ilim adamının adını vermiştir. Bilim Tarihi’nde Beyrûnî ve Uluğ Bey’in içinde yaşadıkları yarım yüzyıllar onların adıyla anılır olmuştur. İlgili zaman dilimleri “Beyruni Yarım Asrı” ve “Uluğ Bey Yarım Asrı” şeklinde isimlendirilmiştir.
HAREZMİ (780- 850) : Dünyanın en büyük matematikçileri arasında sayılan Harezmi matematik, astronomi ve coğrafya bilginidir. Cebirin ve logaritmanın babasıdır. Analitik geometriyi kurar. Avrupa’nın bilmediği “sıfır”ı ve “ikili sayı sistemi”ni bulur. Kitab’ül Muhtasar fi Hesab’il Cebri ve’l Mukabele, (ikinci dereceden bir bilinmeyenli ve iki bilinmeyenli denklem sistemlerinin çözümünü inceler. Harizmi’nin bu eseri matematik tarihi bakımından çok önemli gelişmelere dayanak ve başlangıç olmuş 600 yıldan biraz daha fazla (15. y.y. sonuna kadar) matematik öğretimi için temel sayılmıştır. Eser, Endülüs medreseleri aracılığıyla Batı’ya geçmiştir..) Kitab–el Muhtasar fil hisab il Hindi (bu çalışma dört işlem, Hint rakamları ile ondalık sayıları işler. Dokuz Hint rakamı ve 0’la bütün sayıların yazılabileceğini gösterir) isimli kitapları matematik alanında yazılmış iki eseridir. Ziyc’ül Harezmi, (Harezmi’nin yıldız haritası) Kitab al-amal bi’l Usturlab (pusulanun kullanılmasını ve yapılışını anlatır. Kitab’ül Ruhname gibi kitaplar kaleme almıştır. Bir dünya haritası çizen Harezmi’nin Dünyanın çevresini ve hacmini hesaplama çalışmaları bulunur. Güneş saatleri, ve saatler üzerine yazılmış eserleri vardır.
FARABİ (870- 950) Mantık, felsefe, matematik, tıp ve musikî alanlarında otoritedir.Bu konular üzerinde yüzden fazla eser verir. Aristo’nun bütün eserlerini şerh eder. Platon ve Aristo felsefesini İslam felsefesi ile bağdaştırmaya çalışır. İslam felsefesi geleneğinde “ilk öğretmen” olarak bilinen Aristotales’ten sonra “ikini öğretmen” olarak bilinir. İhsâu’l-Ulûm, adlı eseri Doğu dünyasının ilk ansiklopedisi sayılır. İbni Sina ve İbni Rüşt gibi büyük filozoflar onun öğrencisi oldular. El-Medinetü’l-Fâdıla bir sosyoloji ve siyaset bilimi kitabıdır. Farabi, aynı zamanda musiki alanında da söz sahibidir. Bir kaç musiki âleti geliştirir. Akort ve intarvaller teorilerine önemli katkılar sağlar. Ayrıca Kitabü’l-Musikiyyu’l-Kebîr (Büyük Musiki Kitabı) adlı eseri bulunur.
BÎRÛNÎ (Beyrûnî) (977- 1051) Astronom, matematikçi, tarihçi, botanikçi, eczacı, jeolog, fikir adamı, coğrafyacı ve şair olarak bilinir. Çağdaş astronominin temellerini atan Biruni, Mesudî-fi’l-Heyeti ve’n-Nücum adıyla bir astronomi ansiklopedisi yazar. Dünyanın kendi ekseni etrafında ve güneşin etrafında döndüğünü Kopernic’ten beş yüz sene önce açıklar. Dünyanın çekirdeğinin çapını ve ekliptik eğilimini çok küçük bir yanılmayla bulur. Dünyanın yuvarlak olduğunu ve yer çekiminin varlığını ortaya koyar. Trigonometriye sekant, kosekant ve kotanjant fonksiyonlarını ilave etmiştir. Bu değerler, Batı Dünyasında ancak iki asır sonra kullanılabilmiştir. Kitâbü’l-Camahir fi Mârifeti’l-Cevâhir adlı eserinde yirmi üç katı maddenin ve altı sıvının özgül ağırlıklarını bugünkü değerlerine çok yakın olarak tespit etmiştir. Nihâyâtü’l-Emâkin adlı eseri, coğrafya,, jeoloji ve jeodezi konularında kaleme alınmıştır. Tıp alanında da birçok eser veren Birûni, döneminde bir kadını sezaryenle doğum yaptırtır. Şifalı otlar ve birtakım ilaçlar Kitabu’s Saydele( üç bin kadar bitkinin neye yaradığını ve nasıl kullanıldığınıanlatır.İlaçlarla, bitkilerin Arapça, Farsça,Yunanca, Sanskritçe, Türkçe karşılıklarını veren bu eser; etimolojik açıdan çok önemli bir çalışmadır. )
Bîrûnî, tek bir ilim dalına veya belli bir konuya bağlı kalmadan ilmi bir bütün olarak gören bir ansiklopedisttir. Bir de romanı yazmıştır.
İBNİ SİNA (980-1037) :Felsefe, matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp, müzik ve mekanik gibi çeşitli alanlarda söz sahibidir. Tıp alanında ise modern tıbbın doğuşuna kadar Doğu ve Batı dünyasında otorite sayılır. Ancak, İbn-i Sina dendiğinde, onun adıyla özdeşleşmiş ve Batı ülkelerinde 16. yüzyılın, Doğu ülkelerinde ise 19. yüzyılın başlarına kadar okunmuş ve kullanılmış olan El-Kânûn fî’t-Tıb (Tıp Kanunu) adlı eser akla gelir.
Beş kitaptan oluşan bu ansiklopedik eserin birinci kitabı, anatomi ve koruyucu hekimlik, ikinci kitabı basit ilaçlar, üçüncü kitabı patoloji, dördüncü kitabı ilaçlarla ve cerrahi yöntemlerle tedavi ve beşinci kitabı ise çeşitli ilaç terkipleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler vermektedir.
Tarihte ilk defa tıp ve cerrahiyi iki ayrı disiplin olarak değerlendiren İbn-i Sina, cerrahi tedavinin sağlıklı olarak yürütülebilmesi için anatominin önemini özellikle vurgulamıştır. Hayati tehlikenin çok yüksek olmasından ötürü pek gözde olmayan cerrahi tedavi ile ilgili örnekler vermiş ve ameliyatlarda kullanılmak üzere aletler teklif etmiştir.
El-Kanun fi’t-Tıb (Hekimlik Yasası), Kitabü’l-Necat (Kurtuluş Kitabı), Risale fi-İlmü’l-Ahlak (Ahlak Konusunda Kitapçık), İşarat ve’l-Tembihat (Belirtiler ve Uyarılar), Kitabü’ş-Şifa((sağlık kitabı) gibi eserler kaleme alır.
Ahmet Yesevi, Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Gazneli Mahmut, Babürşah, İbrahim Ethem, Ali Şir Nevai, Zemahşeri, Uluğ Bey, Hüseyin Baykara, Buhari, Fergani, Cürcanî, Fahreddin-i Razî gibi siyaset, ilim, sanat ve kültür dünyasının kilometre taşı olan nice isim, bu toprakları bütün bir insanlığın ortak hafızasına köklü bir medeniyet havzası olarak kazımışlardır.
Belkıs Altuniş Gürsoy
Bir yanıt yazın