MENÜ ☰
Büyük Erzurum Sofrası
Erzurum Haber Gazetesi » Yazarlar » Bu sancının sonunda ne doğacak?
Mehmet Şener
Bu sancının sonunda ne doğacak?


Türkiye’de ne zaman bugünkü gibi, bir kaos ve kriz ortamı olduysa, ilk duyduğumuz söz şu olurdu:
“Bu ülke öyle büyük badirelerden geçti ki, bu sıkıntının da üstesinden gelmeyi başaracaktır, bugünler yerini aydınlık yarınlara bırakacaktır.”
Yıllar böylece sürüp gitti…Bir krizden kurtulamadan öbürüne yakalandık durduk. Bir türlü iki yakamız bir araya gelemedi ki, bakalım “aydınlık yarınlar” hakikaten olacak mı olmayacak mı?
Sokaklarda ya kardeş kavgası vardı, ya yokluk ve karaborsa milleti canından bezdiriyordu, ya terör yüzünden gencecik evlatlarımız yitip gidiyordu, ya kifayetsiz muhterisler yüzünden, hükümetler kurulmadan yıkılıyordu, ya suikastlara boyun eğiyorduk, ya çetelere ve mafyaya teslim oluyorduk, ya darbecilerin tankları altında eziliyorduk, ya talancı ve vurguncuların değirmenlerine su taşıyıp duruyorduk, ya “vatan elden gidiyor” teranesine kapılıp, aç karnımıza bakmadan sokakları aşındırıp duruyorduk, ya derin oyunların oyuncağı olup kamplara bölünüyorduk, ya laiklikten veya dinden geçinenlere figüranlık ediyorduk, ya başkaları hesabına birbirimize tetik çekip duruyorduk ve sonunda da top yekûn irademizin üzerine ipotek konulmasına ses çıkarmadık.
Muhtemelen bu yüzdendir ki…
O kadar çok sevdik ki, bu “aydınlık yarınlar” sloganını… Bir güne bir gün “niye bu karanlığa mecburuz” diye sorgulamadık ve bir güne bir gün merak edip de, “madem öyle niye bu aydınlık yarınlar bir türlü gelmiyor” demedik.
Oysa birileri için hem o gün hem de yarınlar zaten hep aydınlıktı…
Çünkü onlar egemendi…
Oyunu da onlar kurardı, kararları da onlar verirdi.
Bu sebeple sokaktaki bizler için, yarınlar değişmiyordu, aydınlık sabahlar hep uzaktaydı…
İşte gelinen nokta ortada; bakın bakalım şu manzaraya hele… Nasıl bir ülkede yaşıyoruz, neleri tartışıyoruz, hangi şok edici gelişmelere tanık oluyoruz?
Merhum Ecevit 1980 öncesinde, çıktığı bir yurt gezisinde Erzurum’a gelir. O gün de tıpkı bugün olduğu gibi, hava sisli ve pusludur. Sokaklar kan gölü, devlet tutanın elinde kalıyordu. Ecevit, yıllardır varlığını artırarak sürdüren ülkedeki kontrgerilla gerçeğiyle henüz tanışmıştır ve bu gerçek karşısında, kendisini yapayalnız ve çaresiz hissetmektedir. İşte o gün, ömrünün sonuna kadar unutamayacağı başka bir gerçeği Erzurum’da duydu: Bir subay (Sabri Yirmibeşoğlu) Ecevit’e, Erzurum’daki milliyetçi gençleri ve parti teşkilatını kastederek, “Bu çocuklar bizim emrimizde, onlara istediğimiz her şeyi yaptırıyoruz” dedi.
Ecevit, zaten içine bir türlü sindiremediği bu derin gücün, bir de gençlere nasıl kirli ve kanlı oyunlar oynattığını öğrenince büsbütün şok olmuştu.
Sonraki yıllarda bu duygularını defalarca dile getirmiş ve devletin içindeki derin yapılanmaların ileride nasıl sorunlar doğuracağına hep dikkati çekmişti.
Sonuçta ne Ecevit, ne Özal, ne Demirel ne de başka bir lider istese bile, bu derinliğin dibine inemedi ve bu derin yapının başında kimlerin olduğunu, onlara kimlerin nerelerden emirler verdiğini bir türlü öğrenemedi.
Ortada acımasız bir güç vardı ve bu güç istediği zaman istediği senaryoyu sahneye koyuyordu.
Aradan zaman da geçse, dünyada şartlar ve politikalar da değişse, bizdeki derin güç kendini hep diri, hep güçlü ve hep tayin edici tutmayı başardı. Ve bu ülkede iki şey asla değişmedi:
1-Türkiye kaos ve krizlerden hiç kurtulamadı.
2-“Bugünler geçer” diyenlerin isimleri değişse de, nakarat değişmedi.
Şu manzaraya bir bakar mısınız?
-Her biri Anayasal olan kurumlar arasında derin bir çatışma var.
-Devlet kendi içinde kendine güvenmiyor.
-Vatandaş artık olup bitenlere hiçbir anlam veremiyor.
-Kim doğru kim yalan söylüyor belli değil.
-Gerçekten birileri bu devleti yıkmak istiyor da, başka birileri de devleti mi kurtarmaya çalışıyor anlamak mümkün değil.
Kesin olan şu ki, bu milletin “aydınlık yarınlar”la vuslatı yine gerçekleşemedi.
Ankara, böyle her gece yeni krizler doğurmaya devam ettikçe, besbelli ki Türkiye pırıl pırıl bir sabaha uyanamayacak.
Zor olduğunu bilmesine biliyoruz da, dilemekten başka çaremiz yok: Bari bu sefer bu sancının ve acının sonunda, millet olarak şöyle derin bir nefes alalım ve yarınlara dair yeni umutlar taşıyalım.
Aslında hasretini çektiğimiz şey, Kaf Dağı’nın arkasındaki Anka kuşu değil…
Hepimizin, her kurumun ve nihayetinde de devletin ihtiyacı olan bir şey;
-Millet iradesinin üstünde bir irade, hukukun üstünde bir güç olmasın…
-Demokrasi lafta, insan hakları kağıt üzerinde kalmasın.
Yetmez mi ödenen bu bedel?

Mehmet Şener

📆 03 Ocak 2010 Pazar 22:52   ·   💬 0 yorum   ·   ⎙ Yazdır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ERZURUM'DA HAVA

ERZURUM
Esentepe Avrupa Konutları
YENİ SAYI

YAZARLAR

RÖPORTAJLAR

ANKET

Üzgünüm, şu anda etkin anket yok.

BAĞLANTILAR