İstanbul’da yürütülen yolsuzluk ve rüşvet operasyonuyla birlikte Türkiye bugüne kadar görülmemiş bir karışıklığın içerisine girdi.  Yaşanan ortam yüzünden kim yolsuzluk yaptı, kim kime rüşvet verdi, öğrenemedik. Açıkcası hükümet kanadı öylesine profesyonelce gündemi değiştirdi ki, bugün ülkede konuşulan tek bir konu var, PARALEL YAPI…

Başından beri, ergenekon v.b davaların dayanaksız olduğunu savunan biri olarak, bugün yapılan tartışmalara “şimdi mi aklınız başınıza geldi?” sorusunu yönelterek katılıyorum.

Özellikle de Erzincan’da yürütülüp, Erzurum’da yargılaması yapılan davaları başından sonuna izlediğim için rahatlıkla bu kanıya varabiliyorum.

Rüşvet ve yolsuzluk operasyonları hakkında da kesin bir fikre sahip olmasam da, ayakkabı kutuları, para sayma makinalarını öyle hükümetin iddia ettiği gibi çok da masum olmadığını düşünüyorum.

Bir kere, “Nasıl İçişleri Bakanı’nın haberi olmaz!” görüşü çok saçma.

İnsanların aklıyla alay eden bir savunma zira…

Yani, bu işin gerçek olma ihtimalinin yüksek olduğuna inanmakla birlikte, yargı ve emniyetteki parallel oluşumun da varlığına inanıyorum…

Tartışma da burada başlıyor zaten…

Devlet için de parallel devlet olur mu?

Elbette olmaz ama 12 Eylül 2010 referandumu aklıma geliyor ve AK Parti’nin de çok masum olmadığı aklıma geliyor…

Bu yapıyı acaba ben mi kurdum diye kendimi bile sorguluyorum ama ne Ak Parti’nin ne de Başbakan Erdoğan’ın bunu sorguladığını görmüyoruz…

AK Parti açısından 17 Aralık hadisesinin özeti, KENDİM ETTİM, KENDİM BULDUM olarak ifade edilebilir…

Öyle dış güçler, İsrail, faiz lobisi, ABD filan anlamam…

Paralel yapının kurulmasına izin veren AK Parti’nin bugün ağlamaya hakkı yoktur, diyerek, başlığımızdaki konumuza gelelim…

Paralel yapı ve hükümet arasındaki kavganın Erzurum versiyonunda da hayli ilginç olaylar yaşanıyor…

Bir zamanlar parallel yapı olarak adlandırılan Gülen Cemaati’nin içinde yeralan AK Parti İl Başkanı Murat Kılıç, hedefteki isim konumunda…

Cemaat, bu süreçte Kılıç’ın istifa edip, parallel saflara katılmasını arzu ediyor…

Ancak, Murat Kılıç ise “herkes bir yerlere sempati duyar ama kimse aklını kiraya vermez” yorumunu yapıyor…

Yani, Murat Kılıç, cemaatin isteğini yerine getirmiyor…

Tavrı açık ve net…

Başbakan Erdoğan neredeyse, ben oradayım…

Bunu Büyükşehir Belediye Başkan aday adaylığı, ilçe belediye başkan adaylarının tespitinde de hep birlikte gördük…

Kendisinin aday gösterilmemesi, destekledikleri isimlerin aday edilmeyip, desteklemediklerinin aday edilmesine rağmen istifa etmeyerek, Başbakan’a ve partisine bağlılığını açıkça gösterdi…

Herşeye rağmen Murat Kılıç’ın görevine devam etmesi, cemaatin il yönetimindeki isimlerinin istifalarına da tepki göstermesi, belli ki cemaati rahatsız etmiş…

Birkaç günden beri sosyal medyada, özellikle de twitter’da bir kampanya başlatıldı Sayın Kılıç hakkında…

Güya Murat Kılıç, (Cemaatçilerin ifadesiyle MURAT KILIÇOĞLU!) demiş ki, “Ben istifa edeceğim ama parti Kılıçoğlu’nu ve Kardelen TV’yi bitiririz diye tehdit etti!”

Bunu da cemaat mensuplarıyla paylaşmış ki, bu mensuplarda “kes-yapıştır” yaparak, aynı metni takipçileriyle paylaşıyor, ülkenin önde gelen gazeteci ile siyasetçilerine aktarıyorlar…

Amaç belli ki Murat Kılıç’ı bu şekilde partiden koparmak…

Murat Kılıç’ın böyle saçma ve çocukça bir ifadeyi kullanmadığına eminim…

Anlamadığım, kendilerini dine adamış insanların, görevden ayrılmasını istedikleri ama bu doğrultuda hareket etmeyen birisine iftira atarken, söylemediği bir sözü söylemiş gibi yayarken hiç mi Allah’tan korkmadılar?

Zira biliyoruz ki, iftira ve kul hakkı en tehlikeli günahlardan biri…

Dinin içerisinde olan insanların bu kadar gözünün dönmüş olmasına değil üzülmek, kahroluyor insan…

Yazık hem de çok yazık…