Bir şehrin sosyo-ekonomik yapısını ölçmenin birçok yolu vardır. Misal; ödenen toplam vergi miktarı, ihracat rakamı, üretim kapasitesi ve banka mevduatı gibi…
Bu verilere ilaveten çok önemli başka bir ölçü de, o şehirdeki icra dosyası sayısıdır.
Uzmanlar bir şehrin iktisadi profilini çizerken, öncelikle “icralık vatandaş” sayısına bakar.Bu sayı, toplam nüfusun içinde binde ile ifade ediliyorsa, ortada tehlikeli bir durum yok demektir. Fakat bu oran, binde yerine yüzde ile hesap edilir duruma gelmişse, anlayın ki felaket kapıya dayanmıştır.
Tıpkı Erzurum’da olduğu gibi…
Kabul edelim ki, bütün dünyayı kasıp kavuran ve halen etkisi yer yer devam eden küresel ekonomik kriz, kuşkusuz ki Türkiye’yi de iliklerine kadar sarstı. Büyük küçük bütün şehirlerimiz ve geliri iyi kötü herkes, bu krizden olumsuz yönde etkilendi. Bankalar hariç, bu krizin ezip geçmediği kimse sanki de kalmadı.
Erzurum, büyük oranda kamu girdilerine dayalı bir ekonomiye sahip… Ciddi üretimimiz, ihracatımız ve güçlü bir hizmet sektörümüz ne yazık ki yoktur. Bu şehirden, Atatürk Üniversitesi’ni ve kamu kurumlarını çıkarırsanız geriye orta ölçekli yoksul bir kasaba kalır.
Bugün Erzurum bölgede fena bir konumda değil ise, bunu kamuya borçlu olduğumuzu unutmamak lazım. Buna rağmen Erzurum’un geldiği nokta, gerçekten ürkütücü bir boyutta:
Dört icra dairesi, artan iş talebini artık karşılayamaz bir durumda… Geçen yıl, icra dosyası sayısı 48 bin 650 olmuş… Bu yılın ilk iki ayında da, bu rakam şimdiden 16 bin 350’ye ulaşmış.
Ekonomistler, bu tablonun ziyadesiyle kötü olduğunu belirtmekle kalmayıp, derhal alarm verilmesi gerektiğini bildiriyorlar.
Merkez nüfusun zorlamayla 350 bin civarında olduğu düşünülürse, 2009 yılında yaklaşık elli bin kişinin icralık olmasının ne anlama geldiği yeterince anlaşılır demektir.
Daha da beteri, bu yıl ilk iki ayda sayısının 17 bin sınırına dayanmasıdır. Allah korusun, artışın bu hızla devam etmesi halinde, 2010’nun sonunda, Erzurum’daki icra dosyası sayısının yüz bini bulacağını söylemek mümkün…
Bu da her üç kişiden birinin icralık olduğu anlamına gelir.
Dolayısıyla, “icralık şehir” başlığı da abartılı bir bakış olmamış olur…
Erzurum’daki bu tabloya baktığımızda çarpıcı bir gerçek çıkıyor karşımıza:
En büyük alacaklı olanlar bankalar!
En öne çıkan borç kalemi de kredi kartı borçları…
Sonra; taşıt, tüketici ve konut kredisi geliyor.
Erzurum’da bankalar, ikinci el araç ve konut zengini durumunda! Bu cepheden bakınca ortada, mahvolmuş bir şehir var.
Ama aynı Erzurum’a öbür cepheden bakınca da müthiş bir tenakuz çıkıyor karşınıza çünkü, cadde ve sokaklar modelli pahalı araçlardan geçilmiyor. Eskisi kadar olmasa da her yıl yeni binalar yükseliyor, yeni uydu semtler kuruluyor.
Ayrıca, bir süre evvel hizmete giren büyük alış-veriş merkezi de özellikle hafta sonlarında insan kaynıyor. Gerçi küçük esnaf diye bir şey kalmadı, hatta şehrin göbeği sayılan Cumhuriyet Caddesi dahi neredeyse iflas bayrağını çektiyse de, sonuçta insanlar başka bir merkezde harıl harıl para harcamaya devam edebiliyorlar.
Bu durumda sormak lazım:
Hangi Erzurum gerçek?
Yani neredeyse üç kişiden birinin icralık olduğu Erzurum mu, lüks taşıtların hızla arttığı Erzurum mu?
Uzmanlar haklı olarak, icra dairesi ve buradaki dosya sayısına bakarak, felaket alarmı üretiyorlar. Ama öteki yanda da, bu alarmı geçersiz kılacak bir yapı var…
Şurası muhakkak ki Erzurum, kalkınmış, zengin bir şehir değil… Kişi başına düşen milli gelirden aldığı pay da, Erzurum’u “yoksul iller” kapsamına sokuyor.
Ödenen toplam vergi de, çapımızı göstermekte zaten…
Özetleyecek olursak, caddelerde dolaşan lüks araçlara bakarak değil, icra dairesinde kartopu gibi büyüyen dosya sayısına bakmamız lazım. Her ne kadar icralık olan her vatandaş, kriz sebebiyle icralık değilse de…
Pek çok olumlu gelişmenin yanında, Erzurum’da iyiye gitmeyen bir şeyler var.
Her üç kişiden biri icra kapısındaysa, demek ki tehlike zilleri acı acı çalmaya başlamış…
Bu rakamları sadece uzmanlar değil, bu şehrin sivil teşekkülleri ve politikacılar da yorumlamalı ve üzerine kafa yormalıdır.
Çünkü, bu gidişat hiç de hayra alamet değil…
Mehmet ŞENER
Bir yanıt yazın