Tarım sektöründe yaşanan kan kaybının temel nedenleri arasında çiftçiyi hazırcılığa yöneltmek ilk sırada yer alıyor.
Çiftçi ve besici artık yeşil karta muhtaç hale gelmiştir.
Hükümetin bu alanda verdiği destek önemli fakat yapılan yardımların çiftçiyi hazırcılığa yönelttiğide önemli bir gerçek.
EZO Başkanı geçtiğimiz gün bu konuyu gündeme getiren bir açıklamada bulundu.
İnsanlara balık vermek yerine balık tutmasını öğretmek sürdürülebilir kalkınma açısından önemli bir yere sahip.
Başkan Harmandar�ın açıklamaları bu doğrultuda rasyonel açıklamalardır.
Erzurum Ziraat Odası Başkanı Mücahit Harmandar, hükümetin köylere gıda ve kömür gibi sosyal yardımlarda bulunmamasını istedi.
Sosyal yardımlaşma adı altında yapılan yardımların köylüleri üretimden uzaklaştırıp tembelliğe sevk ettiğini öne süren Harmandar, bunun da toplumsal zafiyete neden olduğunu kaydetti.
Hükümetin köylüye gıda, yakacak yardımı yerine şartlı olarak koyun, inek dağıtmasını ve bunların da satılmasını yasaklamasını talep eden Harmandar, “Köylerde tarımsal ve hayvansal üretim yapan kalmadı. Devlet köylüye satılmamak kaydıyla inek, koyun, tosun versin. Bu yardımların takibini de muhtar, köy ihtiyar heyeti ve ziraat odalarına yaptırsın. Sosyal yardımlar sayesinde çiftçi ve besici üretici olmakttan çıkıp tüketici oldu.” diye konuştu.
Sivil toplum kuruluşları bu noktada duyarlı olabilmelidir.
Doğal üretim anlamına gelen ve dünyada her alanda tercih edilen organik üretimde çiftçinin yaşadığı sertifikasyon sorunu göz ardı edilmemelidir. Çiftçi ürettiği ürün için sertifika almak için büyük mücadeleler veriyor. Çiftçi örgütlenmenin temelini oluşturan sivil kitle örgütleri çiftçi ve besicinin ayakta kalma mücadelesinden bahsediyor her fırsatta.Besici, satış yapamamaktan yana dertlerini aktarırken, çiftçi ürününün para etmediğini vurguluyor ve yanlış tarım politikalarının çiftçilik ve hayvancılığı bitirdiğini dile getiriyor.Tarım ve hayvancılık sektörlerinin gelişmesi için, özel teşvikler gerekiyor. Erzurum’da halkın yüzde 60’ının geçim kaynağını tarım ve hayvancılık sektörleri oluşturuyor.Hayvancılık sektörü kent ekonomisinde önemli bir potansiyele sahip olmasına rağmen, uygulanan yanlış politikalar sektörü bitirmenin eşiğine getirdi. Yediğimiz gıdaların, giydiğimiz giysilerin büyük çoğunluğu tarım ve hayvancılıktan elde ediyor. Buna rağmen, söz konusu sektörleri küçümseyeler, yanlış politikaları hayata geçirerek, faal sektörlerdeki üretimleri olumsuz etkiliyorlar.
Çiftçi ve besicinin içinde bulunduğu bu olumsuz durum göç olgusunu gündeme getiriyor. Halinden memnun olmayan istediği üretim potansiyelini yakalayamayan çiftçi ve besici, çareyi kente göç etmekte buluyor ve kentte bu bağlamda sosyal sorunlar yaşanabiliyor.Yani sorunları hepsi birbirine bağlı, eğer sektörlerdeki üreticiler doyum sağlayamıyorsa çareyi başka yollarda aramaya kalkıyorlar ve sorununun faturası oldukça ağır oluyor.Tarım ve hayvancılık sektörlerindeki bir diğer sorunda üretim girdi maliyetlerinin oldukça yüksek olması ve akaryakıta yapılan zamlar. Sorunlarını dile getirdiğimiz çiftçi ve besicinin sorunlarına çözüm üretmek için devlet desteği şart, bu manada özellikle pazarlama sorununun aşılması için Et ve Balık ve Şeker Fabrikası gibi kurumların alımlarını artırmaları gerekirken, sınırlamalar getirilmesinin önüne geçilmelidir.
Üretimi teşvik edecek politikalar uygulanmalıdır. Mazot ve gübre desteği ile yem konusunda desteklemelerde bulunulmalıdır.
Hepsinden önemlisi ise tarım ve hayvancılık sektöründeki potansiyel göz aradı edilmemeli, doğu açısından bu iki sektörün önemli bir yere sahip olduğu gerçeği ile hareket edilmelidir. Teşvikler sadece batı illerini kayırarak hazırlanmamalıdır, aksi halde bugün teşvik yasası örneğinde görüldüğü gibi sadece batıdaki illere yatırım yapmış olursunuz ve söz konusu bu yatırımılar doğu ile batı arasındaki kalkınmışlık farkını giderek artırmaktan öteye geçmez ve sektörel dengesizlik artar.
Gamze İSPİRLİ
Bir yanıt yazın