Kaç kez yüreğimiz yandı. Kaç kez bin bela okuduk. Kaç kez can evimizden vurulduk. Ne haçlı seferleri bitti, ne ASALA’sı, ne PKK’sı, ne TİKKO’su, ne Hizbullah’ı ne de DHKP-C’si.
Bu gidişle biteceği de yok. Çünkü benim ülkemde ulusal bir terör yasası yok. Gelen siyasetçilerin umuduna kalmış bir terörle mücadele var.
Meslek hayatımın neredeyse yarısına yakınını terör haberleri yaparak geçirdim. Güneydoğu ve Doğu’da yapılan her eylemin ardından insanlar o bölgeden kaçarken, gazeteci olarak oraya girmeye çalışırsın. Gördüğün manzara korkunçtur.
Toplumsal tepkiyi, ulusal çıkarları düşünür, o görüntüleri süzgeçten geçirerek okuyucuya ya da izleyiciye aktarırsın. Ama tıpkı güvenlik güçleri gibi gazetecilerinde hafızaları bu görüntülerle doludur, benim de öyle.
En son 2007’de Dağlıca’ya gitmiş, 12 vatan evladının şehit olduğu hain saldırı sonrası gelişmeleri takip etmiştim.
Bırakın geceyi gündüz bile insanın ürperdiği bir yer Dağlıca. Dar, ıssız, uçurum… Çanakta kurulan bir karakol. Karşı yaka Irak, sınırın sıfır noktası.
Belli ki 2007 den bu yana o askerleri orada bırakmış, unutmuşuz. Bölgede çözüm süreci boyunca hiç temizlik yapamamışız. Bırakın bölgeyi terörden arındırmayı onların kullanımına sunmuşuz. “Su uyur düşman uyumaz” diyememişiz. Ya da düşman görmemişiz, adı her neyse…
Yazılacak o kadar çok şey var ki ama dil lal, kulaklar sağır…
Dağlıca için iddialar korkunç ötesi. Bu ülke hiçbir döneminde bu kadar kötü duruma düşmemişti. Eğer o iddialar doğru ise Mehmetçiklerin bir kısmının naaşları örgütün elinde. Ben bu yazıyı kaleme alırken haber ajansları eski HDP Milletvekilleri öncülüğünde 200 kişinin terör örgütünün elinde olduğu iddia edilen şehit cenazelerini almaya Dağlıca’ya gittiğini son dakika haberi olarak veriyordu. Derken saldırı sonrası saatler geçmesine rağmen ağzını bıçak açmayan TSK açıklaması geldi. 16 kahraman askerin şehit, 6 kahraman askerimizin yaralı olduğu bildirildi.
Bırakın 16’yı tek bir askerimiz, polisimizin burnu kanasa elbette yüreğimize kor düşer. Fakat şartlar ne olursa olsun bize düşen bu hain saldırılara karşı daha fazla kenetlenmek olmalıdır.
Asla bir iç kargaşaya fırsat verilmemelidir. Elbette ihmali, kusuru olanlara hesap sorulmalı. Hatta hepimiz… Çözüm sürecinin ne olduğunu bilmeden, yanı başımızda örgütün palazlandığını gördüğümüz halde siyasi iktidarı uyarmadığımız için…
“Onlar bizden daha iyi bilir” dediğimiz için…
“Çözüm sürecini birde bize anlatın. Her şeyi referanduma götürüyorsunuz, bunu da götürün. Şartları bizde bilelim, ne verip ne alacağız” diyemediğimiz için bizde suçluyuz.
Dün vur kaç taktiği ile eylem yapan ‘üç beş çapulcu’ olan bu örgüt, çözüm süreci ayağına içimize kadar girip, silah ve mühimmat depoları inşa ederken, bunlara ses çıkarmadığımız için hakka yürüyen her şehidin üstünde bizimde vebalimiz var.
“Sen kapını kilitli tut, komşunu hırsız yapma” der atalarımız. Eğer biz topraklarımıza sahip çıkabilseydik, o alçaklar bugün bizi tehdit edecek cüreti de gücü de kendinde bulamazdı.
Hala ‘kalkınmış bir ülkeyiz’ diyoruz ama bir profesyonel askerliği çıkaramadık. Terörle sadece silahla mücadele edilmez, birde bunun para kaynaklarını kurutmak lazım. Gümrük kapılarından tutun uyuşturucu trafiğine kadar her şey bu ülke üzerinden geçerken, “ Bunların önüne neden geçilemedi” diyemediğimiz için bizde suçluyuz.
Ama işte biz böyleyiz, hep bir kurtarıcı bekleriz. Sonra gözümüzü kapatır, “ Onlar ne derse doğrudur” der risk almayız. Hesap sormayız, yıllarca susar hiç konuşmamamız gereken yerde konuşur, masayı yıkarız.
Terör hainliğini yapacak, onlara belada, lanet de okusak ne fayda. Biz önce vatanımıza sahip çıkacağız. Biz önce kendi ordumuza destek olacağız. Ve siyasileri bir takım tutar gibi değil, partizanca değil, tamamen ülkenin menfaatleri doğrultusunda yönlendirip, çalıştırmanın mücadelesini vereceğiz.
Yani diyeceğim odur ki; Bu ülkenin düşmanı her zaman olacaktır.
En zayıf anımızda dahi bizi aşamamış bu güçler, bugün bize asla diş geçiremez…
Bir yanıt yazın