Şehirlerin kalkınması ve gelişmesinde, elbette ki para, başlıca şartlardan biridir. Ancak para tek başına “kurtarıcı” değildir; zira en az para kadar önemli olan başka hususlar da bir arada olmalıdır ki, ortaya dört başı mamur bir şehir çıkabilsin.
Misal; ufuk sahibi ve becerikli bir yerel yönetim… Ayrıca dürüst, çalışkan, cesur ve dünyadan haberdar yerel yöneticiler…Şayet bu vasıflara sahip yerel yöneticileriniz ve yerel yönetim birimleriniz yoksa para, yalnız başına özlemini duyduğunuz şehri vücuda getiremez. Bugün ülkemizde öyle şehirlerimiz var ki, çok ciddi kaynakları çok gereksiz projelere gömdüğü için, beklenen sıçramayı yapamamıştır yahut da olması gereken yerde değildir.
Öyle şehirlerimiz de var ki, muadiliyle aynı imkana sahip olmasına rağmen, tamamen ufuk sahibi yöneticileri sayesinde alıp başını gitmiş…
Bu ikinci kısma giren şehirlerimizin içinde en öne çıkanları kuşkusuz ki, Ankara, Konya, Antalya, Kayseri, Çorum, Eskişehir, Mersin ve Bursa’dır.
Başkent olması münasebetiyle, Ankara’yı bir kenarda tutarak bakacak olursak aynı safta bulunan öteki şehirlerimizin, çok büyük mesafeleri çok kısa zamanda aldıklarını görürüz. Özellikle de Konya, Çorum ve Kayseri’de “modern şehircilik” açısından, kelimenin tam anlamıyla bir devrim yapılmış.
Bir münasebetle, geçtiğimiz haftayı Erzurum dışında geçirdik. Birçok şehirden geçtik, bazılarını yakından inceledik, bazıları hakkında içeriden bilgiler edindik. Bu şehirlerin içerisinde en dikkate değer olanı bizim için Kayseri oldu.
Bilenler bilir ki, Kayseri artık kabına sığmayan bir şehirdir. Hoş bu kadarı bizim için de malumdu; fakat geldiği noktayı bizzat müşahede etmiş olmasaydık, anlatılanların abartıldığını düşünürdük.
Tabii ki, sanayi ve üretim çok önemli…
Yani Kayseri, bidayetinden beri üretim yapan bir şehrimiz. İşin bu kısmı ayrı… Bizim Kayseri’de “dikkate değer” bulduğumuz nokta, şehircilik açısından ulaştığı mesafedir.
Kayseri’nin şehir nüfusu bir milyon… Fakat ilk bakışta bu bir milyon nüfusu sezemiyorsunuz. Çünkü ne trafik sıkışık, ne meskenler iç içe, ne cadde ve sokaklar tıkış tıkış, ne yeşil alanlar yok edilmiş, ne park sorunu mevcut, ne de gecekondu bulunuyor. Bu başarının başlıca sebebi şu: Vaktiyle Kayseri Belediyesi, (Osman Kavuncu, yani nam-ı diğer ‘Kambur Osman’ döneminde) öyle bir şehir temeli atmış ki, sonraki yıllarda da kim iş başına gelmişse, istese de o temelleri bozamamış. Haklarını teslim etmek gerekir ki, Kavuncu’dan sonra gelenler de hep mevcut hizmetlerin üstüne yeni bir şeyler koymuşlar. Üç dönemdir de Mehmet Özhaseki Kayseri’yi yönetiyor. Bu dönemde de Kayseri sürekli yeni atılımlarla karşılaşmış. Bu yeni işlerin içinde, en öne çıkanı da hafif raylı sistem… Öyle ki, şehri dört bir yandan kuşatan bu sistem sayesinde, bugün Kayseri’de “ulaşım sorunu” diye bir gündem yok…
Zaten çalışan, üreten ve ürettikçe zenginleşen bir şehir Kayseri… Bugün ülkemizin hemen her alandaki en baba markaların Kayseri’den çıkmış olması elbette ki tesadüf değil…
Malumunuz biz Erzurum’da yoksullukta, geri kalmışlıkta yarışıp dururken, hatta habis hale gelen kıskançlığımız yüzünden, sürekli birbirimizin mezarını kazırken; Kayseri halkı tam tersini yapmış ve yapıyor:
Zenginlikte yarışıyor…
En büyük eğlenceleri çalışmak yeni şeyler üretmek, ortak paydaları ise daha gelişmiş bir Kayseri inşa etmek…
“Sen-ben kavgası” yerine; Kayseri’de hakim olan anlayış, pasta büyük olsun, herkesin alacağı pay artsın şeklinde…
Bir kere Kayseri’de sokaktaki en sade vatandaştan tutunuz da en büyük işadamına kadar herkesin müşterek bir hedefi var:
Dünyaya hitap edecek bir şehir vücuda getirmek…
Bu sebeple Kayseri’de aç yok, işsiz yok…
Yine bu sebepten olmalıdır ki, Kayseri’de sürekli yeni bir şeyler üretmek, en az ibadet kadar “makbul” kabul ediliyor.
Öğreniyoruz ki, Kayseri’de değişmez kuralların başında şu geliyormuş: Her Kayserili önce Kayseri’yi düşünmek zorunda…
Kayseri de, eski ile yeni harman olmuş durumda… Tepeden baktığınızda görüyorsunuz ki bu şehir, hem kadimden beri var olan bir şehir, hem de çağın koşulları ile kuşanmış bir şehir…
Ne eskiyi yakıp yıkmışlar, ne de yeninin esiri olmuşlar.
Zenginlikte, sanayide, üretimde tavan yapmalarına karşın, misal kış turizmine sırtlarını dönmemişler. Hayır, “bizde yüzlerce binlerce üretim tesisi, fabrika var, bırakalım kış turizmi de başkalarının uğraş alanı olsun” demedikleri gibi, aksine belediye Erciyes’te kış turizmi için yüzlerce milyon dolarlık bir yatırıma girişmiş…
Başkan Özhaseki bu durumu açıklarken, “Şehircilik adına yapılacak bir iş olmadığı için, mesaimizi ve kaynaklarımızı kış turizmi için kullanıyoruz” diyor.
Hakikaten de öyle…
Kayseri’de belediyecilik açısından en azından şu otuz kırk yıl içinde yapılacak neredeyse bir iş yok…
Elbette bu başarının sırrı, Kayseri’nin bir milyon nüfusa ulaşmış olmasında değil…
Şayet marifet nüfusun çokluğunda olmuş olsaydı, Kayseri’den çok daha fazla bir nüfusu barındıran Diyarbakır da gelişmiş olurdu.
Gazetelerde çıkmıştı; birkaç hafta önce bizim belediye başkanımız Ahmet Küçükler, Kayseri ziyaretinden döndükten sonra, bu şehre dair övgüler dizdirmiş ve nasıl hayran kaldığını anlatmıştı. Basın da bu tespitinden ötürü Küçükler’i eleştirmişti.
Aslında başkan birey olarak haklıydı: Kayseri övgüye layık bir şehir. Ancak yerel bir yönetici üstelik de Büyükşehir Belediye Başkanı olarak da haksızdı. En azından “hedefimiz Kayseri gibi olmak” diyebilirdi. Çünkü Kayseri’yi, Kayseri yapanlar da belediye başkanlarıydı.
Tamam; Kayseri kadar zengin olmamız en azından şu yüzyıl için mümkün değil; lakin Kayseri şehri gibi modern bir şehir olmayı da, Kaf Dağı’nın arkasındaki Anka Kuşu gibi de görmemek gerekir.
Ahmet Küçükler’in bu yönde hedefi ve vizyonu olmak zorunda…
Mesele, Ankara’nın size ne kadar kaynak ayırdığı değil, sizin bu kaynakları nasıl değerlendirdiğinizdir.
Özhaseki’nin de iki eli bir başı var. O da aynı yasalara tabi, Kayseri de…
Üstelik orada öğreniyoruz ki, hükümet çoğu zaman Kayseri’nin paylarını kısarak gönderiyormuş; yeterince kalkındınız ve zenginleştiniz gerekçesiyle…
Para önemlidir; ancak paradan önce insan gelir…
Erzurum’un sorunu, sanırım yeterli kaynak olmamasından önce, insan yapısıdır.
Kayseri’yi yakından müşahede ettikten sonra anladım ki, biz Erzurum’un adam akıllı bir sıçrama yapabilmesi için, önce insana dair olan arızalarımızı gidermemiz lazım.
Bizim zenginimiz Erzurumlu olmayı, yılda bir kez memleketine “zekat göndermek” olarak algılarken, Kayserili zengin ise aynı şeyi, memleketine “yatırım yapmak” şeklinde anlıyor.
Bizim “sivil toplum”, sivil toplumun ödevlerini, cemaate bağlılık, yandaşlar arasında dayanışma, başkalarına hayat hakkı tanımamak ve “küçük olsun benim olsun” diye amentü bellemişken; Kayseri’nin sivil toplumu ise, “Cemaat Kayseri’den daha kıymetli değildir” diyebiliyor.
Bizde siyaset, güç gösterisi ve ‘cezalandırma’ sistemi biçiminde yorumlanırken, Kayseri’de siyaset; şehrin ortak paydası için kullanılabilecek bir araçtır.
Bizde siyaset ve bürokrat el ele verip, doğal güzellikleri yok etmek için, HES kurdurmak isterken; Kayseri de aynı gruplar çalının-çimenin peşine düşüyor.
Bizde milletvekilleri ve belediye başkanları zerre miskal halkı ciddiye almazken; Kayseri’de, en küçük bir projede dahi yöneticiler önce halka müracaat ediyor.
Uzatmaya gerek yok…
Sonuçta biz biziz; Kayseri de Kayseri işte…
Keşke sebep sadece para olsaydı, çözüm belki daha kolay olurdu.
Ama artık biliyoruz ki sadece para, bir cüzden ibaret; bizim paradan önce sahip olmamız gereken onlarca haslete ihtiyacımız var.
Mehmet ŞENER
Bir yanıt yazın