Erzurum’da evlenme ile ilgili yaptırımlar ve törenler çok yönlü ve çok çeşitli bir seyir izlerler. Görücü gezme, kız bakma, kız isteme, söz kesme, şerbet içme(küçük nişan), büyük nişan, kına gecesi, gelin hamamı, kısır gecesi, düğün, nikâh gibi bir çok basamaklı seremonilerden geçilir.
Hayatta iken evladının mürüvvetini görme, çocuğunu baş göz etme, yurdunu yuvasını kurma her ana baba için bir ideal hükmündedir. Bu anlayış çerçevesinde küçük kızları artık büyüyen aileler; evlatları için uygun bir damat adayı beklerler. Akraba ve taallukat ile konu komşu dabu uygun adayı bulmak konusunda bir çaba içine girerler. Aynı arayış bilhassa askerliğini yapmış, eli ekmek tutan erkek evlatlar için de geçerlidir.Oğul anneleri helal süt emmiş bir gelin adayı aradıklarını sağa sola duyurup yardım talep ederler. Etraf da bu konuda duyarlı olduğundan münasip buldukları genç kızlarısalık verir, gerekli ön bilgileri aktarırlar. Bu suretle kuvveden fiile çıkma yolundakibu hayırlı niyetin ilk adımları atılmış olur.
Gelin adayını bulma konusunda erkek annesi, teyzesi, yengesi veya ailenin diğer hanım üyeleri sıkı birarama tarama faaliyetine girişir. Görücü gidilirken sabahsaatleri tercih edilir.Genellikle tavsiyelerden hareketle alınan adres doğrultusunda ilgili eve gidilir. Bazen de herhangi bir kapı çalınır. Genç kızı olan evler; her zamankinden daha temiz ve tertipli olmak hususuna riayet ederler. Erkenden kalkar; evi bu davetsizolduğu halde gelmesi muhtemel misafirler için hazırlarlar. Halı ve kilimler sık sık silkelenip silinir. Pencere camları parlatılır. Tahtalar tülbent gibi bembeyaz olsun diyeovulur. Ev su koksun, adeta ayakta dursun anlayışıyla her eşyanın tertibine düzenine dikkat edilir.Belli aralıklarla şallanan bakırlar tereklere itinayla dizilir. Evin kapısı, kapı eşiği ve kapının önü için de aynı hassasiyet gösterilir. Zira genç bir kızın böylesine deri düzgün bir evde yetişmiş olması demek; aynı yapıyı kendi müstakbel evine de taşıyacağı, gördüğünü uygulayacağı anlamını taşır. Böylesine yay gibi kurulu bir düzenden çıkmış olmak; gelin adayı adına barajı geçmek sayılır. Kızın annesinin hanım hanımcık, sessiz sözsüz, geçim ehli ve elli ayaklı (=hamarat) olması istenir. “Hanım ananın hanım kızı olur” kavlince annenin kişiliği kızı için referansyerine geçer. Babanın ise itibarının zedelenmemiş olması dikkate alınır. Gelin adayının akraba ve yakınlarının da her hangi bir ayıba bulaşmamış olması önem arz eder. Bu durum, “ağır soydan ince boydan” ibaresi gereğince genç kız için “iyi hâl kâğıdı” yerine geçer. Gelin adayının akça pakça, kaşlı gözlü, boylu poslu”olması kadar aileden gelen asaleti de artı değer olarak dikkate alınır.Genellikle aileler, ekonomik anlamda kendilerinden bir kademe daha alt seviyedeki bir gelin adayını tercih ederler. “Gelsin iyiyi bizde görsün, iyiyi bizde yesin, takıp takıştırsın,giyinip kuşansın,oduna ocağına dört elle yapışsın” derler. Görücüler nezdindeki birinci ve ikinci elemeleri başarıyla geçen bir gelin adayı,kendi evinde veya başka bir yerde bazen üçüncü dördüncü defa yeniden görülür. Bu ziyaretlere diğer yakınlar da katılarak fikirlerini beyan ederler. Bu yolla genç kız, daha sıkı bir elemeye tabi tutulmuş olur.Olumlu karar alma eğilimine giren erkek tarafı, genç kızı ve ailesini etraflıca sorgular. Bazen gelin ve damat adayı aile içinde birbirleriyle tanışıp görüşürler. Bazen de gençlerin birbirlerini görmesi için bir fırsat yaratılır. Bu şekilde damat adayının da onayı alındıktan sonra kız isteme faslına geçilir. Bu istemenin ardından bu sefer de kız tarafı, damat adayı ile ailesini çok yönlü bir araştırmaya tabi tutar.“Delikanlının kötü bir alışkanlığı var mı? Bir evi geçindirebilecek yeterli geliri var mı? Ailenin kendi içindeki dirlik ve düzeni yolunda mı? Aile toplumda nasıl tanınıp biliniyor.”Gibi hususlar dikkate alınır. Neticede müspet bir hükme varılırsa taraflar söz kesmek için uygun bir tarih tespit ederler. Gerek kız, gerek oğlan tarafı bu kararın akabinde hummalı bir faaliyet içine girer.
Aslında “kız beşikte çeyiz sandıkta”sözü kavlince kızaileleri evlatlarının bebekliğinden başlayarak ufak ufak hazırlık yapıp bir kenara koymuşlardır. Geçmiş yıllarda her türlü metanın el emeğine dayandığı zamanların devamı olan bir alışkanlıktır bu. El emeği ile üretmek sabır ve vakit ister. Nakışlar, danteller, örgüler, biçilip dikilecekler hususunda aileler tedarikli olmayı tercih ederler. Ayrıca çeyiz hazırlama sürecini uzun bir zaman dilimine yaymış olmakmaliyet bakımından da kolaylık getirir. Anneler, teyzeler, ablalar ve yengelerin yanı sıra komşu ve ahbaplar da “sevaptır ve adettir yeni kurulacak olan yuvada bizim de bir tutam tuzumuz olsun, bugün onlara yarın bana” düşüncesiyle bu üretim faaliyetinde rol alırlar. Bazı ağır işleme, örme parçaların profesyonel kimselere ücret mukabilinde ısmarlanarak yaptırıldığı da olur.
Her aile kızına “yüz ağartacak” ölçekte bir çeyiz vermek endişesi taşır. Zayıf ve sıradan bir çeyiz takımının kendi şanlarına yakışmayacağını düşünür. Ayrıca düşük ölçekteki bir tedarikin “el kapısı açacak, el söküğü dikecek” yani “ellere karışacak” olan kızlarının ileride başına kakınç olacağından çekinir. Bu “dokuzlama” diye tabir edilen zengin ve gösterişli çeyiz hazırlama faaliyeti bir anlamda da eşe dosta, ele güne karşı maddi gücünü ve kendini ispat etme yarışıdır. Zira Erzurum’da kimse kolay kolay aç açık,yok yoksul görünmek istemez. “Kol kırılır yen içinde sözü” tam da bu durumu karşılar. Temel ihtiyaçlardan kesinti yapma, mahrumiyetlere katlanma pahasına da olsa taraflar içten içe bir fedakârlık yarışına girerler. “Dişten tırnaktan, elden ayaktan” artırmak suretiyle imkânların üstünde bir birikim oluşturmaya çalışırlar. (Günümüzdeki hızlı değişim her eşyanın daha kullanışlı, daha zevkli ve daha üst bir modelini üretmeye elverişli olduğundan artık alıp da, yapıp da bir kenara koymanın pek de akılcı olmadığı (dantel, nakış ve el işlemeleri hariç) açıktır. Bu bağlamda israfa kaçıldığını ve bin bir güçlükle oluşturulan varidatın da çoğu zaman kullanılmayıp sandık köşelerinde bekletildiğini belirtelim.
Sosyal hayatın az renkli ve sınırlı olduğu, insan ilişkilerinin iç içe yaşandığı bir cemiyet nizamı içindeçevre baskısı ve kontrolünün insanları böylesi bir yaklaşıma zorladığı düşünülebilir. Adına töre denilen bu bir diziye yaptırımı layıkıveçhile yerine getirmeye çalışmanın bazen ağır bedelleri olur. Burada bütçelerin lüzumundan fazla zorlandığını hatta çoğu zaman borca girildiğini de hatırlayalım.
Oğlan tarafı için de aynı kaygılar söz konusudur.Erkek çocuk aileleri de işe çok önceden başlayarak tasarruf yapmaya çalışırlar. Zira “oğul everecek olanın ya bir torba parası ya da bir torba yalanı olacak” denilir. ”Altın alarak biriktirmek, yatak yapmak, halı almak, hamam takımı, sandık eşyası hazırlamak gibi kalemler önceden düşünülür. (Anadolu’nun bazı yörelerinde yeni doğan erkek çocuklar adına ağaç dikilmesi, bir fidanlık oluşturulması, güzel bir âdet olarak yaşamaktadır. Çocuk yetişkin olduğunda kesilerek satılan bu ağaçlar; bir sermaye oluştururlar.
Her aile kızını “ağırlığınca altın” değerinde gördüğünden evladı için olabildiğince çok şey beklemek temayülündedir. Koca evinde “el üstünde tutulsun, bir eli yağda bir eli balda yaşasın, yorulduğu yerde han hamam yapılsın” istenir. Bu her şeyin en iyisini,azami ölçüde ummak; aynı zamanda gerek kız ailesine gerekse gelin namzedine verilen kıymetin bir ifadesi, sosyal statünün bir belirleyicisi olarak da düşünülür. Mesela geline hediye edilen altın ziynet eşyasının 22 ayar olmasına dikkat edilir. Herkesin çocuğunu her şeyin en iyisine layık görmesi bazen de nefsinde yaşamadığı heveslerini yavrusunda tatmin etmeye kalkması bir dereceye kadar tabiidir. Ama Erzurum’da bu bağlamda hem gençleri hem de ailelerini zora sokacak bir anlayışla hareket edildiğini söylemek mübalağa olmaz.
Düğünden on beş gün evvel kız evi çeyiz dizer. Kız evinin büyücek bir odası veya salonu bu iş için tahsis edilir. O mekânın tabii eşyası çıkarılır. Bu boşaltılmış mahalle genç kızın çeyizi bir sergi, bir müze veya bir kermes eşyası gibi sınıflandırılmak suretiyle yerleştirilir. Çeşit çeşit elbiselik kumaşlar, iplere asılır. Elbiseler, ayakakabı, çanta gibi giyim kuşam eşyası usulünce yerleştirilir. Sandık çeyizi diyebileceğimiz eşyalar ise kendi içlerinde istif edilir. Dizi dizi dantelli ve işlemeli havlular, onlarca seccade, iğne oyası, mekik, boncuk oyası yazma,tülbent desteleri, elde örülmüş nakışlı yün çorap safları, eşarplar, namaz örtüleri, çamaşırdemetleri, yatak takımları, oda takımları (kaneviçe, ara dantel, iğne oyası, çin iğnesi, sap işi, sarma, Maraş işi, beyaz iş, tel kırma, Türk işi, kadama,aplike), bohçalar, ziynet eşyası (altın set, kordon, burma ve çöp bilezikler, tektaş yüzük ve küpe, inci, elmas veya pırlanta takılar), (gümüş nalın, fildişi tarak, gümüş hamam tası, hamam halısı, bornoz takımı) gümüş şekerlikler, aynalar, yemek takımları, çatal-bıçak, tencere, porselen setleri, mutfak malzemeleri, göze hoş görünür bir intizam ve titizlikle yerleştirilirler. Bazen de yakınlara ait seçkin eşya “göz doldursun, az ikençok görünsün” mülahazasıyla emaneten bu çeyizde gelin adayına aitmişçesine sergilenir. (Günümüzde elektronik eşya ve mobilya gibi büyük parçalar çoğu zaman doğrudan yeni evli çiftin yaşayacağı eve gönderilmektedir.)(Önceki dönemlerde kayda değer bir elektronik eşya ile takım takım mobilyaların pek de söz konusu olmadığını söyleyelim. Geçmiş yıllarda yatak odası ile koltuk takımı diye adlandırılan misafir odası takımı az parçadan oluşurdu.)
Düğüne davetli olanlara çeyiz dizildi haberi salınır. Cümle tanıdık bildik, eş dost çeyiz bakmaya gelirler. Bu buğusu üstünde nadide eşya ile donanmış çeyiz odası; on-on beş günmüddetle ziyaretçilere açık tutulur. Bu göz ve gönül okşayan sergi gezilirken gelin hanımın yakınları ziyaretçilere “bu eşyalar oğlan evinin, bunlar da kız evinin” tarzındaki cümlelerle izahat verirler. Gelenler, gelin veya damada yakınlıkları ile ekonomik durumları ölçüsünde “saçı” diye anılan hediyeleri getirirler. Bazen de “kızımızın nesi eksik, ne alalım” diye sorarlar. Âileler, nazlarının geçtiği kimselere bu eksikliklerden bahsederler. Ütüsü yok, tenceresi eksik” gibi. Bazı kimseler de para getirerek katkı sağlarlar. “Saçı vermek sevaptır” anlayışıyla hareket edilir. Yeni kurulacak bir yuvaya katkı sağlamak sosyal anlamda önemsenir. Çeyiz toplanmadan bir gün evvel kız ve oğlan tarafından aile büyükleri gelerek çeyizdeki malzemeleri kalem kalem kayda geçirirler. Bu şekilde tarafların mal varlıkları tespit edilmiş olur. Ertesi gün oğlan tarafının hanım yakınları gelerek çeyizi toplarlar. Erkek yakınlar da kiraladıkları vasıtalarla bu malzemeyi yeni evine taşırlar. Bu fasılda kız evinini oğlan yakınlarına “çeyiz ekmeği” adı altında yemek vermesi âdettendir.
Masraf, israf, gösteriş merakı, desinler kaygısı diyerekbirçok noktada bu yaptırımları eleştirdik. Ama bir bedel ödeyerek, hatta ağır bir bedel ödeyerek bir şeyi elde etmenin sosyo-psikolojik, boyutları olduğu söylenebilir. İyi yetişmiş bir genç kızı, evinin hanımı yapmanın, onu bir aileye katmanın yani onu kaderine ortak etmenin çok önemli bir kazanım olduğu açıktır. Bu cümlenin damat adayı için de aynı ağırlıkta olduğunu söylemek gerekir. Aile, toplumun asıl rüknüdür. İyi teşkil edilmiş aileler ülkelerin hayat garantisi, güvenlik sigortasıdır. Bu bakımdan bu kurum adeta kutsanır. Çok basamaklı seremonilere dayanan bu külfetli ve zahmetli yuva kurma geleneğinin; durağan toplumların eğlenme, oyalanma, hoşça vakit geçirme ihtiyacını karşıladığından ihdas edilmiş olduğunu düşünmek hatalıdır. Bu katmerli geçitler; bir anlamda bu müesseseyi ciddiye almak olarak yorumlanabilir. Zira bu uygulamalar; evlilik kurumunu kurulması kadar bozulup dağılmasını da zor bir hale getirmektedir. Sağlam temelli mutlu ailelerin çoğalması temennisiyle..
Belkıs Altuniş Gürsoy
Bir yanıt yazın