2011 Üniversitelerarası Kış Oyunları için artık sona yaklaşıyoruz. Her ne kadar şehir genelinde olması gereken “kentsel dönüşüm” projesi, kamil anlamda hayata geçemediyse de, belediyeler makyaj babından müdahalelerle hiç olmazsa genel görüntüyü bir parça kurtarmaya çalışıyorlar.
Yeterli değil tabii ki, ancak hiç yoktan da iyi…Merkezi hükümet Erzurum’a dönük ciddi projelere imza attı. Misal; ikinci üniversite, kış turizmi, lojistik merkez, sağlık alanındaki yatırımlar…
Şayet yerel yönetimler de aynı tempoda bu sürece ayak uydurabilmiş olsalardı, belki de Erzurum bugün çok farklı bir yapıda olabilirdi.
Olmadı; bu avantajlı süreci lehimize değerlendiremedik…
İşin hazin tarafı sokaktaki vatandaş da, bu olumsuz havayı dert etmedi. Niye daha fazlası yok, niye filanca hizmet gelmedi, niye bizim şehrimiz halâ kentsel dönüşümü başaramadı, diye kimse sormadı; sormuyor.
Eğri oturup doğru konuşmak lazım: Bu çarpık anlayış bugüne mahsus bir illet de değildir. Ne yazık ki, başından beri böyle gelmiş böyle gidiyor işte…
Hatırlayınız lütfen; 28 Şubat Süreci’nde bu ülkede bazı egemenler nasıl tezgâhlar kurup, nasıl filmler çevirmedi mi?
Kimi bankaları hortumlayıp, adlarının önüne Atatürk’ü yerleştirdiler, kimileri de sırtlarını devlete dayayıp laikliği kalkan olarak kullanarak sermayeyi renklere boyadılar.
Bir dönem de geldi, bazıları isimlerinin önüne ne kadar kutsal değer varsa onları geçirip, her türlü rezilliği pervazsızca yaptı. Yani Yaşar Nuri’nin ifadesiyle “Allah’la aldattı”
Oldum olası bu ülkede, din, milliyetçilik ve Atatürk hep istismar alanı olarak, birilerinin servetine servet katma malzemesi edildi.
Şartlara ve esen havaya göre kullanılan malzeme değişti.
Ama değişmeyen tek şey vardı: O da kullanılan, istismar edilen ve her seferinde yeni oyunlara mağlup olan halk…
Adama, “Niye ülkeyi soyuyorsun, niye milletin sırtından geçiniyorsun?” diye sormaya kalktığınızda, esen rüzgâra göre ya “Atatürk’e dil uzattırmam” diyerek karşı saldırıya geçip, hırsızlığını maskeledi; ya da “Sen bu ifadelerinle artık dinden çıkmış bir kimsesin” şeklinde bir iftirayla, Allah adına hüküm verdi.
Formatlar değişti, ama temel anlayış aynı kaldı.
Türkiye bugün yüzlerce milyar dolarlık dış borç yükü altında inim inim inliyorsa, bunun başlıca sebebi soyguncu ve vurgunculardır. Yanlış yatırım, israf ve beceriksiz yönetim bu borç yükünün içinde en fazla yüzde otuzdur. Kuşkunuz olmasın ki Türkiye, bir yanda yıllar içinde borçlanırken, bir yanda da birilerini dünya çapında zengin etti.
Krallıkları ve diktatörlükleri saymazsak, bize benzeyen demokratik bir model yoktur.
Halkı fakir ama yöneticileri zengin bir ülkedir Türkiye……
Bırakın ülke genelinde olup bitenleri, şu eti budu olmayan fukara Erzurum bile yıllardır nasıl istismar edildi.
“Dinin bekçisi, milliyetçiliğin kalesi”
Biçilen rol bu…
İşin doğrusu Erzurumlu da bu role dünden razı oldu, verilen senaryoyu başarıyla oynadı!
Bir iki istisna hariç diyen olmadı ki, “Yahu dinin sahibi Allah’tır ve Allah ki, dinini koruyacağını taahhüt etmiş. Dini yaşamak ve dindar olmak ayrı şey, dinden geçinmek ayrı şeydir. Erzurum, dindar ve muhafazakâr insanların çoğunlukta olduğu bir şehir midir, yoksa ‘din baronları’nın değirmenlerine su taşıyan ‘maraba’ların toplama kampı mıdır?”
Aynı soruları, “kale”si diye gösterilen milliyetçilik için de sormalıyız…
Sormalıyız ki, gerçekte bu şehrin ne olup ne olmadığını öğrenebilelim.
Yoksullukta, geri kalmışlıkta ve ülke genelinde aldığı payda son sıralarda debelenip duran bir şehir, “bekçi”lik ve “kale”lik görevleri için, bir paye ile ödüllendirilmiş olsaydı, hiç böylesine biçare durumda olur muydu?
Olmazdı elbette…
Bir dönem geldi, diyelim ki muhafazakâr söylemi güçlü partiler iktidar oldu; ama Erzurum yine yerinde saydı. Çünkü o hükümet nasılsa Erzurum zaten bizden, kimse bizi sorgulamaz diyerek bu şehre dönüp bakmadı. Sadece Binbir Hatimlerin düzenli okunması sağlandı, o kadar…
Benzer tablo milli söylemleri ağır basan hükümetlerde de tekrarlandı. Onlar da, Erzurum aslanlar gibi sınır bekçiliği yapmakta ve her türlü zararlı cereyanlara karşı sistemin yanında yer almaktadır. Erzurum orada durdukça biz Ankara’da güven içindeyiz. Siz sadece milliyetçiliği pompalayacak oluşumları destekleyin yeter…
Arada bir sol veya liberal hükümetler iş başına geldiğinde de zaten Erzurumlu otomatikman üvey evlat muamelesi gördü: Orası dinci ve ırkçı bir şehirdir, amandır sakın oraya yeni bir yatırım veya hizmet götürmeyin biraz burunları sürtsün, dediler.
Yani muhafazakâr ve milliyetçi söylemleri olanlar, “Nasılsa bizden, hizmet götürmesek de bize küsmezler” deyip unuttu, öbürleri de “Nasılsa bizden değil, boş verin sürünsünler” diyerek sırt çevirdi.
Sonunda Erzurum da işte bugünkü bu manzaraya mahkum oldu.
Sadece siyasetçiden mi darbe yedi?
Keşke…
Cemaatler, sivil toplum örgütleri ve devlet mekanizması da darbe vurup durdu.
Kimisi geldi, esti gürledi: Erzurum fabrikalar şehri olacak!
Tam bir balondu, şişmeden patladı.
Kimisi gelip, üniversiteler kuracağım, şehri eğitim merkezi yapacağım dedi, nutku bitmeden sözün başında ne söylediğini unuttu.
(Neyse ki, ikinci üniversite balon olmadı ve hükümet verdiği sözü hem de tam zamanında tuttu; Erzurum Teknik Üniversitesi yasal olarak kuruldu.
Hükümetin hakkını teslim adına, bu gerçeğin altını kalınca çizmemiz ve ilgili herkese teşekkür etmeliyiz.)
Kimisi gelip, asrın en büyük yatırımı Erzurum’a yapılacak dedi ve geniş kitleleri heyecan denizinde yıllarca yüzdürdü, sonunda denizin ortasında öylece bıraktı.
Fakat bütün bunları yüreği acıyarak yaşayan Erzurumlu her defasında yeni senaryolara kanıp, yeni oyunların figüranı olmaktan kendini kurtaramadı.
İşte o yüzdendir ki geçen yıl Erzurum’da, ayakkabılarını korumalarına bağlatan ve belki de hiçbir padişaha nasip olmayan bir saltanata sahip yöneticilerimiz mevcuttu!
Gerçi o yönetici müstahak olduğu muameleye maruz kaldı ama biliyoruz ki onlarcası da saltanatına aynen devam ediyor.
Erzurumlu bakıyor, ama görmüyor; Erzurumlu hissediyor ama kavrayamıyor.
Başka bir şehirde peş peşe bu kadar balon patlamış olsaydı, orada kızılca kıyamet kopardı. Ama Erzurumlu her balon patlayışında, yenisinin şişmesi için var gücüyle nefes tüketmeye devam ediyor.
En komiği de arada bir, “Biz niye geri ve ilkel bir şehiriz?” diye sormuyor mu?
Böyle de yapmasa hepten somurtup kalacağız.
Yani Erzurumlu mizahı da biliyor.
Rahmetli Reyhani de aynı şeyi sormuş, bendeniz de soruyorum:
İbrahim Hakkı niye sürgün, Emrah neden mezarsız?
Vaktiyle Çetin Baydar, “Erzurum maraba bir şehirdir” dediğinde, şimdi anlıyorum en çok niye marabalar bağırıp isyan ettiler.
Meğerse marabalık da zaman içinde bir geçim kapısı olmuş…
Mehmet ŞENER
Bir yanıt yazın