Erzurum’da ‘cesur gazeteciliğin’ yapıldığı tartışmasız tek adres olan Palandöken’in kadrosuna ilk olarak 1995 yılında katılmıştım. O günlerde televizyonlarda çalışırken, ERTV ve Kanal 25’in birleşmesiyle birlikte kendimi Palandöken Ailesi’nin içerisinde buluverdim.
Gazeteciliğin ‘g’sini dahi bilmezken, adeta ‘gazetecilik okulu’ olan Palandöken’de Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Şener’in talebesi oldum. İnanılmaz heyecan verici bir başlangıçtı. Haftada sadece bir gün yayınlanmasına rağmen, Palandöken’deki her makale, her haber, bir haftanın gündemini oluşturuyordu.
Ben ve ekipteki diğer arkadaşlarım, Mehmet Şener’den ‘yeni bir şeyler öğrenebilmek için’ müthiş çaba veriyorduk. Ekipte, bugün Aşkale Çimento’da görev yapan Nihat Kılıçoğulları, yanılmıyorsam şu anda Manisa Adliyesi’nde Yazı İşleri Müdürlüğü yapan Hakan Gülmez ile Sağlık Muhabirleri Derneği Genel Başkanı Yusuf Ziya Erarslan da yeralıyordu.
Açıkçası ekibin hiçbiri o tarihlerde ‘deneyim’ sahibi değildi. Herkes, ‘yetişme’ çabasındaydı…
Mehmet Şener ise bir yandan gazeteyi, bir yandan da bizi gazeteciliğe hazırlıyordu…
Haberin kokusunu almayı da…
Haberin namusunu da…
Gazeteciliğin kurallarını da…
Cesur gazeteciliği de…
Kimsenin adamı olmamayı da…
Ben ve arkadaşlarım, Mehmet Şener’den öğrendik…
En azından ben öyle düşünüyorum…
Ne Hakan’ın, ne Nihat’ın ne de Yusuf Ziya’nın aksini söyleyeceklerini de zannetmiyorum…
Yaklaşık iki yıllık çalışma süresinin ardından, Mehmet Şener’in elinde olmayan bazı sebeplerden ötürü ‘yuvamdan’ mecburen ayrılmak durumunda kaldım…
Bu ayrılık tam 9 yıl sürdü…
9 yılın ardından, Palandöken’in sahibi Mehmet Şener olunca, ‘yuvaya dönüş’ artık kaçınılmaz bir hal almıştı…
2006’nın Ocak ayında, ‘ikinci kez’ Palandöken Ailesi’ne girdim…
Çünkü, gerçek anlamda gazeteciliği yapabileceğim tek adresti Palandöken…
Elinize liste tutuşturulmadan, ‘şunu yazma’, ‘bunu yazma’ denilmeden, özgürce çalışabileceğin bir adres…
Mehmet Şener’in tek bir kırmızı çizgisi vardı. O da şuydu:
Haberin namusuna helal getirmeyin, kimseye iftira atmayın yeter. Haberin ayakları yere sağlam bastıktan sonra, Palandöken’in yazamayacağı tek bir Allah’ın kulu yok!
Gerçekten de öyle oldu…
Yeri geldi, MİT lojmanlarının hırsızlar tarafından soyulduğunu yazdık, yeri geldi Emniyet Müdürü’nün keyfi tavırlarını…
Vali Sami Bulut’un tüm Türkiye’yi sarsan skandalını da yine Palandöken yazdı…
AK Partili il genel meclis üyesinin fuhuş rezaletini de…
Daha hatırlayamadığım onlarca gündem belirleyen haber, hep Palandöken’in sayfalarında yeraldı…
Bunları yazarken de, hiçbir şekilde hakkımızda ne bir tazminat ne de ceza davası açılmadı…
Çünkü, haberin namusuna helal getirilmemişti…
Herşey yolunda giderken, bir bölge gazetesi kurulması fikri ortaya çıktı. Ekmeği bölüştüğüm, kader birliği ettiğim arkadaşlarım, ‘Pusula’ adı verilen gazetenin ekibinde benimde olmamı istedi…
Tamamen gazetecilik refleksi ve ‘bölgede ilk kez’ olacak bir oluşumda yeralma duygusuyla, ‘yuvadan’ ikinci kez, gözyaşlarıyla ayrıldım…
Yaklaşık 8 ay sürdü bu ayrılış…
Zira kanımıza işlemişti, ‘cesur gazetecilik’ yapma arzusu…
Haberin namusuna helal getirmeme anlayışı…
Ve hepsinden de önemlisi ‘kimsenin adamı olmama’ duygusu…
Tüm bunlar beni yeniden yuvama kavuşturdu…
Pusula’dan ayrılış hikayesini twitter hesabımdan detaylıca açıkladığım için bu konuya girmiyorum…
Sadece bazı ‘fesatların’ ortalığı karıştırmaması için bir konunun altını çizmek istiyorum…
Ne Palandöken, ne Mehmet Şener, ne de ben, haberin namusuna helal getirecek bir davranışın içerisinde yer almayız…
İftira, kin ve nefret, bugüne kadar Palandöken’in sayfalarında asla yer almadı, bundan sonra da yer almayacak…
Biz sadece gazetecilik yapmak için bu yoldayız…
Bunun dışında olanlar bizi ilgilendirmiyor…
Nokta…
Son olarak da…
Yuvaya üçüncü kez dönüşümde ‘nerede kalmıştık?’ diyerek bana Palandöken’in kapılarını ardına kadar açan Mehmet Şener’e de, bana ‘kimsenin adamı olmamayı’ ve ‘cesur gazeteciliği” öğrettiği için ne kadar teşekkür etsem azdır…
değerli kardeşim… seni defalarca okudum dürüstlüğün, cesaretin yazılarına yansıyor. sana hayırlı olsun… yalakalara da yuh olsun…