MENÜ ☰
ATA-AÖF’te Sınavsız İkinci Üniversite Ön Kayıtları Devam Ediyor
Büyük Erzurum Sofrası
Erzurum Haber Gazetesi » Yazarlar » Bir Erzurum Romanı : Soğuk Cennetin Çocukları!
Belkıs Altuniş Gürsoy
Belkıs Altuniş Gürsoy
Tüm yazıları için tıklayınız.
Bir Erzurum Romanı : Soğuk Cennetin Çocukları!


Eşref Özoltulular adlı yazarın ilk romanı olan bu eser; 1914- 1918 yılları arasındaki  Erzurum  tarihine ışık tutmaktadır. Yakın bir dönemin acı gerçeklerine parmak basan bu kalem mahsulü;  Erzurum’daki Rus işgalini anlatır. Bu işgal sırasında yaşananlar ile Ruslarla beraber hareket eden Ermenilerin şehir halkına reva gördükleri zulüm ve katliamlar konu edinilir. Gerçek isimler ve gerçek hadiseler;  muhayyel unsurlarla beslenmiş ve eser  sağlam bir kurgu içine oturtulmuştur.

Eserin mekânı Erzurum ve çevresidir. Roman,  dört yıllık bir zaman dilimini konu edinmekle beraber, 1916-1917 ve 1918 yılları üzerinde özellikle yoğunlaşır. Ayrıca bu kalem tecrübesinin sonunda şehrin kurtuluşunu takip eden ilk yedi yıl  ile ilgili kısa, derin ve çarpıcı bir ek kısıma yer verilir.

Birinci Dünya Savaşı yılları içinde Erzurum’da soğuk, açlık, yokluk ve  hastalıkla boğuşularak verilen  hayat mücadelesi, ayakta kalabilmeyi  son derece zor bir hâle getirmiştir. Fakat Rus işgali ve onun paralelinde gerçekleşen  Ermeni işkence ve kıyımları hiç bir canlıya hayat hakkı tanımamaya  azmetmiş  bir boyutta cereyan eder. İmparatorluk; aynı anda dokuz ayrı cephede savaştığından şehirde eli silah tutan erkek nüfus neredeyse kalmamıştır.   Bu mazlum, vakur, mert  ve mütevekkil halkın bir kısmı çareyi Batı’ya doğru göçmekte bularak şehri terk etmiş; daha çok yaşlı erkek, kadın ve çocuklardan oluşan bir kısım ahali  ise imkânları ölçüsünde dayanmaya ve mukavemet göstermeye çalışmıştır. Mücadele, bir nefis müdafaası, bir vatan müdafaasıdır. Şehri yakmış, yıkmış, yağmalamış, anne karnındaki bebekten ak sakallı pirifânilere kadar nice canlara kastetmiş düşman; görünürde Ermenilerdir. Ruslar, savaş kurallarına uyarak, şehirdeki sivil halka dokunmamış, çalıp çırpmamış ellerinden geldiğince asayişi korumaya çalışmışlardır. Fakat Rus ordusu içindeki Ermeni askerler ile Ermeni çeteciler, askerlik ahlakından yoksun başı bozuk gruplar hâlinde hareket ederek, benzeri  görülmedik, misli duyulmadık bir biçimde vahşet sergilemişlerdir. Onlar her türlü melaneti büyük bir zevkle gerçekleştirirken, Ruslar bu güruhlar karşısında âciz, otorite sağlayamayan kimseler olarak gösterilirler. İşgal güçleri; Ermenilerin dağı taşı titretecek, kurdu kuşu utandıracak  mezalimlerini ya görmezden gelmekte, ya da bir kaç sonuçsuz soruşturmayla geçiştirmektedirler. Şehirdeki yabancı misyon ve basın mensupları  ise şahit oldukları elim hadise silsileleri   karşısında suskun kalmayı tercih etmiştir. Katliam, işkence, talan ve tecavüzlerden habersizmiş gibi görünmek menfaatlerine ve işlerine uygun gelmiştir.

Eserin ana kahramanı Doğu cephesinde savaşmakta olan yüzbaşı Mehmet’tir. Genç karısı ve küçük oğlunu İstanbul’da bırakarak cepheye atılan bu idealist subay, bir Ermeni çetenin  eline esir düşer.  Yüzü ve gövdesi ateşe tutulmak suretiyle  yakılan bu genç askerin bir gözü oyulur. İşkence yoluyla  bedeninde çeşitli yaralar açılır. Dili kesilir. Bütün bu felaketlerin üstüne savaş ortamındaki yoğun top ve tüfek seslerinden dolayı   işitme duygusunu yitirmiştir.   Mehmet, bu hâlde iken zulüm mahallinden kaçarak kurtulmak fırsatını yakalar. Fakat ne yazık ki,   nice badireler atlatarak  hayatta kalmış olmayı başarmasına  rağmen hafızasını kaybetmiştir.

1. Dünya savaşının farklı cephelerinden toplanarak, ailelerine teslim edilmek üzere Erzurum’a getirilen  hasta ve yaralı erat arasında Mehmet de vardır. Askerdeki oğullarının dönüşünü beklediği hâlde elleri boş kalan Hacı Muhlis Bey ile eşi, bu görünüşü ile insanı ürküten sahipsiz askeri merhameten yanlarına alırlar. İsimlerini bilmedikleri bu perişan gence askerdeki oğulları Agah’ın adını verirler. Agah, bu yeni ailesinin hayat şartlarına kısa zamanda uyum sağlayarak, evin ahırı ile hayvanlarının bakımını üstlenir. Aile fertleri, bu çalışkan, iş bilir ve hâlden anlayan genç  askere kısa zamanda alışır ve  ona büyük bir  sevgi ve saygı ile bağlanırlar. Mehmet de hane halkına ve evin çocuklarına karşı vefa ve muhabbet hisleri besler.

Bu arada Ermeniler evlere sık sık  baskınlar  düzenlemekte, zorla girdikleri ocakların halkını   işkenceyle öldürmekte, genç kız ve kadınlara tecavüz etmektedir. İş vermek, tarlada çalıştırmak bahanesiyle toplatılan ahaliyi,  uzak yerlere götürerek toplu halde katletmektedirler. Ermeni çeteler  sık sık köylere saldırmakta, korumasız ve savunmasız köylülerin tamamını  türlü zulüm modelleri uygulayarak öldürmektedirler. Haberleşme imkânı olmadığından kimse diğer mahallelerde veya köylerde neler olup bittiğini bilmemektedir. Fakat yine de şehir halkını teşkilatlandırmaya çalışan kanaat önderleri kendi mıntıkalarını korumaya çalışmakta, bir iş birliği ağı oluşturmakta, halkın zayiatını azaltmak adına sık sık uyarılar yapmaya çalışmaktadır.  Erzurum halkı; eldeki imkânların kısırlığına mukabil  işgale boyun eğmeyerek,  olağanüstü bir direniş gösterir. Keskin bir nişancı olan Agah, bu savuma hatları içinde pek çok Ermeni’yi öldürerek, düşman kuvvetlerince fark edilir. Genç subay, son olarak da zorla evlerine girdikleri ailenin -saklanmayı başarmış bir  bir çocuk hariç- bütün  üyelerini hunharca  katleden Ermeni çetecileri  imha eder. Fakat Agah takip edildiğini ve tehdit altında olduğunu bilir.    Kendi ailesi bildiği Hacı Muhlis ailesini koruması gerektiğini düşünerek, Kürt Haşim adlı bir dostun  da desteği ve refakatiyle  evin gelini ve üç çocukla birlikte  şehrin dışına çıkar. Maksadı,  Eğerli dağındaki bir mağaraya sığınmak ve emanetindeki kadın ve çocukları mukadder saldırılardan korumaktır.  Genç subay ile  Kürt Haşim; dağ yolunda karşılarına çıkan Ermeni milislerini bertaraf ederler. Fakat, diğer Ermeni çeteleri bu küçük kafileyi takip ederek  korundukları mağaranın yakınına kadar  gelmeyi başarırlar. Neticede gerçekleşen müsademede Ermeniler çokca zayiat verirlerse de  Mehmet, vurulur.  Tam da bu günlerde  Kâzım Karabekir kumandasındaki Türk askeri şehre girdiğinden  Erzurum kurtulur.

Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu roman çerçevesinde şöyle bir değerlendirme yapabiliriz : Bu tip eserler;  zamanın tozlu perdelerini kaldırarak yaşanmışlık hikâyelerini genç nesillere tanıtan,  millî hafıza ve tarih şuuru  oluşturmaya yarayan  çok önemli bir görev üstlenirler. Uzun asırlar boyunca hem beşiğimiz hem de mezarımız olan, üzerinde bin bir hatırayı barındıran, alın terimiz  ve al kanlarımızla karılan bu topraklarda verilen ölüm kalım mücadelelerini işleyen sanat eserlerinin varlığı hayati bir önem taşır. Zira bu kabil bahislerin çok sayıda kalem erbabı  tarafından farklı boyutlarıyla işlenerek gündeme taşınması elzemdir.  Tarihî gerçeklerin şiir, roman, hikâye, hatıra gibi edebi türler içinde işlenmesi  sinema, tiyatro ve televizyon filmi haline getirilerek; kitlelere mal edilmesi geleceği geçmişin üzerine şekillendirmek adına da bir ehemmiyet arz eder. Bizim bu hususlarda yeterince uyanık, verimli  ve üretken olduğumuz söylenemez.

Sadece uzak tarihimiz değil, yakın tarihimiz de  nisyana gömülmüştür. Gençler,       ata- dedelerinin neler yaşadıklarını, hangi amansız mücadelelerden geçtiklerini ancak böylesi edebi eserler yoluyla hafızalarına nakşedebilirler.  Bir kamu vicdanı oluşturmak, ancak millî vicdanları ve millî hafızayı donatmakla mümkün olacağından, bu tarz kalem mahsullerinin fonksiyonunun çok yönlü olduğunu söyleyebiliriz.  Hele Ermeni çığırtkanlığının global ölçekte dile getirildiği, her dem taze tutulduğu günümüzde;  haklı bulunanların ve gerçek mağdurların daha cesur, daha tok sesli olmaları  ancak, bu çeşit sanat eserleri  ile ilim eserleri sayesinde  mümkün olabilir.

Bu eserin kurgusu içinde Azeri Türklerinin  bu zor yıllarda yanımızda yer alarak maddi ve manevi her  çeşit yardımı sağlamaya çalışarak,  şehri ve şehir halkını  desteklediği ifade edilir. Romandaki bu   vurgulama;  Türk dünyasının bir bütün olduğunu, her halûkârda birinin yekdiğerinin imdadına  yetişeceğini ifade eden yerinde bir işaret taşı mahiyetini taşır. Eserdeki Mehmet ile  Kürt Haşim dayanışması ise bir başka önemli hususa dikkat çeker. Türkler ve Kürtler yan yana tek yürek, tek bilek olarak topraklarını savunmuşlar, birlikte nice şeref sayfasına imza atmışlardır. Günümüz şartlarında bir kere daha bu hususun altını çizmekte   yarar vardır.

Erhan Özoltulular, yoğun bir  okuma ve  araştırma dönemine ilaveten büyüklerinden ve çevresinden dinlediklerinden de yola çıkarak belgesel kıvamında böylesine manidar  bir işe koyulmuştur. Yazarın, mekânın ve zamanın ruhunu yakalamakta başarılı olduğu, hadiselere içten nüfus ettiği, yaşananları derununda hissederek satırlarında duyurmaya çalıştığı  söylenebilir.

Bu roman ve mukabil sanat eserlerinin bu konulardaki kalem tecrübelerinin artması için teşvik edici bir rol oynayacağı  düşünülebilir. Bu eserin  başta İngilizce olmak üzere pek çok yabancı dile çevrilerek, daha geniş okuyucu kitleleriyle buluşması gerektiğini  söyleyerek;   bu kutlu çabasından dolayı, Erhan Özoltulular’ı tebrik ederim.

📆 26 Nisan 2013 Cuma 14:29   ·   💬 1 yorum   ·   ⎙ Yazdır

“Bir Erzurum Romanı : Soğuk Cennetin Çocukları!” için bir yanıt

  1. mustafa dedi ki:

    bu ve bunun gibi kitaplar mutlaka yayınlanmalı, yazılması ve okunması teşvik edilmeli. ermeni düşmanlığı veya kin gütme adına demiyorum ama tarih yeniden tekerrür edeceği zaman bilinçli nesillerin olması adına mutlaka yeni nesiller bilinçlenmeli. “soğuk cennetin çocukları” göz yaşları içinde ve ibretle okunacak bir kitap.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ERZURUM'DA HAVA

ERZURUM
Esentepe Avrupa Konutları
YENİ SAYI

YAZARLAR

RÖPORTAJLAR

ANKET

Üzgünüm, şu anda etkin anket yok.

BAĞLANTILAR