Geçmiş yıllarda hayat daha durağan, zaman ise daha az akışkandı.İnsan ilişkileri ise daha sıcak, samimive sahiciydi. Harici âlem ve sokak; bu kadar cazibeli, bu kadar renkli ve bu kadar hareketli değildi. Uyaran da uyarıcı da azdı.Televizyon, internet, cep telefonuhenüz ufuklarımızın çok ötesindeydiler. Her şey çok daha yalın, çok daha tabii idi.
Hayatın teknikle münasebeti asgari seviyedeydi. Zaten çamaşırın, bulaşığın elde yıkandığı, odun-kömür-kül üçgenindeki sobanın ciddi bir çaba gerektirdiği evlerdeherşey göz nuruna,el emeğine, kol kuvvetine ve beden gücünedayanmaktaydı.
Hanımların dünyası ise darlık içinde genişliği, monotonluk içinde çeşitliliği barındırırdı.
Ömür serüvenini kuşatan ailevi sorumluluklar, ev ve el işleri, eş- dost ziyaretleri, sohbet toplantıları, nişan, düğün, cenaze merasimleri, lohusa, hasta, tebrik ve taziye yoklamaları zaman denilen sınırlı sermayeyi boşluk bırakmamacasına doldururdu. Dışardan kısır gibi görünse de kendi içinde zengin ve yoğun bir faaliyet arka planı olan bu hayatın içinde hamamlar önemli bir yer tutardı. Hamam; banyo fonksiyonunun çok ötesinde bir sosyal olgu hükmünde idi. Cemiyetle karışıp kaynaşma, paylaşma, dinlenme, hoşça vakit geçirme, yenilenme fırsatıydı. Bu köklü geleneğin sağlık ve güzellik boyutları da vardı.
Erzurum’da genellikle on beş günde bir hamama gidilirdi. Bu hamamlar içinde Kırkçeşme, Murat Paşa, Saray, Hanım, Fuadiye, İki Göbek hamamları en bilinen ve tutulanlarıydı. “Hamama gitme” faaliyeti evveli, sonrası ve bizzat uygulaması ile başlıbaşına bir seremoni idi. Hamama sabahleyin veya öğleye doğru gidilirdi. Belli ailelerin belli kurnaları vardı. Demirciler’in, Topçular’ın, Kömürcüler’in kurnaları gibi. O ailelerin hamam günleri rutine binmiş olduğundan bu kurnaların rezervasyonu kendiliğinden yapılmış olurdu. Aile bir gün evvelinden pikniğe gidermişçesine yiyecek hazırlığı görürdü. Dolmalar sarılır, köfteler hazırlanır, helvalar kavrulur, keteler çörekler açılır, turşu pancarları pişerdi. Geleneksel hamam menülerinden olan çortutu pancarı, şalgam turşusu ve kavurma ile pişirilen bir yemekti.Mercimekli bulgur pilavı da hamam sefalarının aranan tatlarındandı.
Yemek molasında sedirlerin üzerine sofra bezleri yayılır ve yiyecekler çıkarılırdı. Yenilenden eşe dosta ikram edilmesi ise âdettendi. Anneler, çocukları vasıtasıyla yandaki, karşıdaki, uzaktaki bölmelere yiyecek gönderirlerdi.Muhabbeti pekiştiren bu lezzet alışverişi sofralardaki çeşitlemeleri ikiye üçe katlardı. Bu anlamda hamam, mideler için de bir şölendi.
Her ailenin hamamdan hamama kullanılan hamam halıları mevcuttu. Bu mahallerin girişinde sıra sıraküçük odacıklardan oluşangiyinme, soyunma yerleri bulunurdu. Bu odaların anahtarı o odaya yerleşen hamam müşterisine verilirdi. Muşamba kaplı sedirler ve askılıkların olduğu bu mekânlara küçük halılar yayılır, bohçalar bu halıların üzerindeki yerlerini alırlardı.
Gençhanımlar kayınvalidelerini, annelerini ve ailenin diğer yaşlılarını baştan ayağa yıkar, havlularını tutar, giyinmelerine yardım ederlerdi. Genç annelerin işiise bir hayli zordu. Üç-beş çocuğu sırasıyla teker teker yıkayıp kendi bölmesine çıkarır, giydirir, akıllı uslu oturması hususunda tembih üstüne tembih ederlerdi. Arkasından da kurnaya geri döner, diğer çocukları için iş başı yaparlardı. Bazı çocuklar bu bekleme döneminde bohçaları başlarına yastık yapıp uyuya kalırlardı. Bazıları ise kendiyaşdaşlarıylaoynamak için iyi bir fırsat yakalamış olurlardı.Bu hamamlarda çoğu zaman buhardan gözgözü görmezdi, Bir sauna imişçesine sıcak olan bu yerler;yüksek ısının ve sıcak suyun tesiriyle çığlığı basan çocukların koru halindeki feryatları ile bir mahşer yerine dönerdi. Ama yine de herkes arkadaşını, emsalini bulur, bir kenara çekilerek söze sohbete dalar, dertleşir, söyleşir, sadece maddi olarak değil, psikolojik olarak da rahatlardı. Yeni dostlukların tesisi için de hamamlar bir vesile olurdu. Çocuklar ise mahalle ve okul arkadaşlarıyla buluşur veya yeni akranlarla tanışarak oyuna dalarlardı. Ayrıca oğullarını evlendirmek isteyen anneler, hamamlarda uygun gelin adayı arar, elemeden geçirdikleri genç kızların ailelerini ve adreslerini sorup soruştururlardı. Bu şekilde daha geniş bir çerçevede at koşturmak imkânını elde etmiş olurlardı.
Gelin hamamları evlenme merasimleri içinde önemli bir yer tutardı. Genellikle düğünden iki gün önce tertip edilirdi. Bu gelenek oğlan evinin kız evine bir cemilesi olurdu. Aileleraralarında gün belirler, hamam adı tespit eder ve davet edilecek misafir sayısına sınırlama getirirlerdi. Mesela “bizden yirmi kişi gelecek, sizden de yirmi davetli olursa iyi olur” şeklinde bir teklifte bulunurlardı. Bazen de hamam tamamen kapatılır, gayrıların o gün o hamama gelmelerinin önü alınmış olurdu. Gelin ve misafirler, o gün için itina ile hazırlanırlardı.
Gelin bohçaları (kadama dediğimiz cinsten sırma el işi işlemeli) kadife veya atlastan olurdu. Kadama bohça,keşanlıpeştemal, gümüş nalın, gümüş hamam tası, fildişi tarak (üzerinde gelin ve damadın isimlerinin baş harfleri altın harflerle içiçe geçmiş bir şekilde yazılı), gümüş kildan (kildan; kapaklı, kulplu gümüş bir çanta şeklindeydi. Daha eski dönemlerdebanyoda kil kullanıldığı ve içinde kil taşındığı için bu şık kaplara kildan adı verildiği düşünülebilir.Suları kükürtlü Hasankalesikaplıcalarında saçları yumuşatan ve parlatan kil, hâlen yaygın olarak kullanılır. Bu kildanın içinde ipek kese, lif, sabun,fildişi tarak gibi malzemeler bulunurdu),özenli yeni çamaşırlar, oyalı tülbentler, yazmalar, kadife havlularile hamam için gerekli araç ve gereçler muntazam bir şekilde yerleştirilmiş olurdu. Önceden titizlikle seçilen bu malzemeler; “oğlan evi” tarafından söz kesimi akabinde “şeker başı”veya “hamam takımı” adı altında “kız evi”negönderilirdi. Hamam takımına el dokuma yün bir hamam halısı ilave etmek de usuldendi.
Gelin hamamındaev sahibi ve davetliler yeme içme faslına daha fazla itina ederlerdi. Akraba, taallukat ve konu komşu ile bir araya gelinir, gün boyu eğlenilip hoşça vakit geçirilirdi.
Gelin; bütün ziynetlerini takınmış, saçlarına fildişi tarağı tutuşturmuş,Keşanlı peştemalına bürünmüş ve gümüş nalınlarını giyinmiş olduğu hâlde tek sıra hâlinde yürüyen bir genç hanım kafilesi ile birlikte ahenktar adımlarla hamamın yıkanma bölümüne girerdi. Bu arada tef çalınır, neşeli türküler söylenirdi. Gelin göbek taşının etrafında hanım arkadaşları ile beraber oynayarak dolaşırdı. Kurnalardaki yerlerini almış bulunan davetliler de bu eğlenceye eşlik eder, bu çalıp söyleme ve oynama faslına dahil olurlardı. Mekândaki akustik bu sesleri birkaç kat güzelleştirirdi. Tellak; türküler eşliğinde gelinin saçlarını özenle yıkayıp, tarardı. Oğlan evi misafirlere mevsimlik taze meyve, çerez ve sabun dağıtırdı. Yemek molası için ara verildiğinde de büyük bir neşe içinde güle oynaya yenilir, içilir ve eğlenilirdi.
Gelinlerin “gelin hamamı” sonrasındaki diğer hamam âlemlerinde başta kayınvalide olmak üzere ailenin yaşlı üyeleri ile çocuklarının yıkanmalarına yardımcı olmaları töre idi. Büyüklere hizmet edip hayır dua almaları matlup olurdu.
Hamamlar aynı zamanda bir sosyal statü belirleyicisi, bir seviye tespit sınavı, bir ölçme değerlendirme kıstasıydı. Kısacası bir mihenk taşıydı. Hanımlar, iyi ve kusurlu yanları ile kendilerini bu mekânda belli ederlerdi.
Hamamların bizim kültürümüzün önemli bir parçası olduğunu söyleyerek yazımızı burada bağlayalım.
Hamamda yaşlı hanımlara yardımla ilgili gülünç bir hatıra anlatmıştı biri: Gençler yaşlı teyzeyi yıkayıp giydirmişler. Sonunda teyze onlara dua etmiş:” Siz beni pakladız, Allah da sizi pakliya”
Selam ve hürmetlerimle.