“Rahm” Arapça acıma, esirgeme, koruma anlamına gelen bir kelimedir. Bu kökten rahim, rahman, rahmet, merhamet, merhum, terahhum, gibi kelimeler türemiştir. Merhamet ve türevleri ile adalet, hakkaniyet, sağduyu, aklıselim, iyilik, güzellik gibi kelimeler el ele tutuşarak “vicdan” ve “insaf” denilen değerleri husule getirir. Vicdan; insanı insan kılan en temel unsurlardan birisidir. Ademoğlunun hisseden yüreği ve damıtılmış aklı olan vicdan; fıtratın bir meyvesi olarak insana bahşedilmiş olan “iyilik”, “doğruluk” ve “güzellik” aşkının adıdır. İnsaf ise vicdanın ete kemiğe bürünmüş, söyleme ve eyleme dökülmüş şeklidir.
İnsan; evvelemirde aziz bir emanet olan kendi canını koruma ve esirgeme ile vazifelidir. Nefsine karşı münsif (=insaflı) olmakla mükelleftir. Bu emanet; iyi bakılmak, itina edilmek, adı konulmuş veya konulmamış bütün zararlılardan esirgenmek ister. O halde, insanın sorumluğu kendi nefsinden başlar. Merhamet; öncelikle kendi “ben”inden yola çıkar. Bedeni, zihni ve ruhu korumak, iç ve dış bütünlüğü sağlamak, kendini inşa etme sürecinde de kendi sınırlarını kendi potansiyeli ve imkânları dahilinde en üst basamaklara taşımak bu yükümlülüğün önemli bir parçasıdır. Merhamet halkası kendisinden hareketle uzak ve yakın mesafelere kadar uzanır ve nihayet, bütün mahlukatı kapsayan, bütün mevcudatı içine alan bir çizgide seyreder. İnsan; sevgi eksenli bir merhamet hissiyle, gönüllülük ve rıza esasıyla sorumluluk alanını genişlettiği ölçüde büyür. Büyüdüğü ölçüde de mikrokozmostan makrokozmosa doğru anlamlı bir alışveriş ve daimi bir paylaşım içine girer. Böylesi bir iç içe oluş; ademoğlunu her şartta güçlü ve zinde kılar.
Yukarıdaki satırlarda vicdanı harekete geçiren olgu sevgi, merhamet, adalet, hakkaniyet doğruluk, güzellik ve iyilik gibi insan fıtratının tabii sermayesi olan hasletlerdir demiştik. Zengin bir anlam haritası olan “vicdan” kelimesinin kaderdaşı, yoldaşı ve hâldaşı bir çok ibare vardır. Bunlardan biri “vicdan muhasebesi”, bir diğeri “vicdan azabı”, üçüncüsü ise “maşeri vicdan”dır.
Nefis muhasebesi de denilen “vicdan muhasebesi” insanın kendisini sıgaya çekmesi, kendisiyle yüzleşmesidir. Burada “iç adalet” dediğimiz kavram devreye girer. Bu hesaplaşmada, hata ve sevap cetvelleri bazen yüz güldüren bazen de yüz kızartan boyutlarıyla ortaya dökülürler Bu yüzleşmeden “pişmanlık, suçluluk ve azap”, “kabul ve takdir”, “rıza ve teslimiyet” gibi değerlendirmeler ortaya çıkabilir. Her insanın kendi derununu sık sık yoklamaya ve benliğiyle yüzleşmeye ihtiyacı vardır. Gözü kendi üzerinde olmak, nefsini yeniden yeniden sorguya çekmek; kendi belini doğrultmak adına da en etkili ve verimli yoldur.
“Vicdan” denilen ince ayar teraziden “vicdan azabı” denilen bir tamlama husule gelmiştir. Bu tamlama; vicdanı denilen olgunun insanı yargılayan ve cezalandıran bir mahkeme konumunda olduğunu söyler. “Vicdan azabı” denilen şeyin en ağır azap olduğunu Dostoyevski “Suç ve Ceza” romanında bütün cepheleriyle anlatır. Bu eserin satırları; insanın kendisine biçtiği cezanın en şiddetli ceza olduğunu, bu cezayı hiçbir mahkemenin temyiz etmeye gücü yetmeyeceğini ifade eder. Bu roman, kendi yaratılış hikmetine uyanmış insanın kendi ruh ikliminde açtığı dava dosyasının en etkin dava dosyası ve kendi nefsine biçtiği hükmün de en keskin hüküm olabileceğini dile getirir.
Şahıs bazında içimizde her dem nöbet tutan duyarlılığımız, insan yanımız olan “vicdan”ın, fertten topluma teklikten çokluğu uzanan çizgideki adı ise “maşeri vicdan”dır. “Maşeri vicdan” dediğimiz kavram; topluluğun ortak düşüncesi, hissi, kararı ve davranışıdır. Bu müşterek eğilim; topluluğun birlikte atan yüreği, aynı damarda akan kanı, aynı kalıba dökülen ruhudur. Ortak vicdanda topluluğu güruh olmaktan çıkaran ve millet yapan değerler harekete geçer. Bu bağlamda fikir ve yönelimler, inanç ve kabuller ortaktır. Bir ve bütün olma esastır. Şahsi menfaatler, küçük hesaplar, çapsız ayrıntılar maşeri vicdanda yankı bulmaz. Orada ortak değerler söz konusu olduğundan birlikte harekete geçmek, aynı etki karşısında aynı tepkileri vermek söz konusudur. Bu ortaklığı yöneten akıl ve ruh; kutsal değerler etrafında şekillenir ki bir topluluğu millet yapan da asla vaz geçilmeyecek olan bu mukaddeslerdir. Vatan, millet, din, bayrak, bağımsızlık, haysiyet gibi kavramlar tehlikeye girdiğinde delinmez bir çelik zırh olan “maşeri vicdan” devreye girer.
Son günlerde ülkemizde ayaklanan maşeri vicdan bize millet olma şuurunun uzun soluklu tarihimizin bütün kavşak noktalarında ortaya çıktığı gibi hâlâ dimdik ayakta olduğunu bir kere daha gösterdi. Milletçe iyi bir imtihan verdik, gerektiğinde tek yürek ve tek bilek olduğumuzu cümle alem gördü. Bu birlik ve beraberlik ruhunun bütün iç ve dış hesapları alt üst edeceğini, bütün plan ve projeleri yıkıp geçeceğini dost düşman anladı.
Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz dünyâya milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün âfâkı insâniyyetin,
Nûr olup fışkırmışız tâ sînesinden zulmetin;
Mısralarını Âkif’e söylettiren milletin, bugün de o millet olduğunun sağlaması yapıldı.
Allah bizleri ehli vicdan olmaktan bir an bile geri koymasın. Bu devlete ve bu millete zeval vermesin.
Belkıs Altuniş Gürsoy
Bir yanıt yazın