şehir bizim şehrimiz; iyi de olsa bizim, kötü de olsa bizim… Nasıl ki bir insan annesini çok güzel bir kadın olduğu için sevmez, onu annesi olduğu için severse… Erzurum da bu şehrin evlatları için bir anadır, bir babadır ve bir sevdadır.
Eksiğine, acıtan yanına ve nobran kültürüne rağmen Erzurum’u seviyoruz.Yok hayır; şehir şovenizmi filan yapma derdinde değiliz. Bilakis, o çok sevdiğimiz şehrin zaman zaman evlatlarına karşı nasıl acımasız olduğunu anlatmak istiyoruz.
“Hangi anadan babadan dünyaya gelmek isterdin?” yahut da “Senin elinde olsaydı hangi ülkede hangi şehirde doğmak isterdin?” diye sorsalardı, kim bilir nasıl uçuk cevaplar verilirdi.
Kuşkusuz ki, Paris güzel bir şehirdir, yine kuşkusuz ki, İngiliz Kraliyet Ailesi’ne mensup olmak da hiç de fena bir şey olmazdı!
Dolayısıyla bütün bu uçuk cevapları anlayışla karşılamak insani bir refleks olmalıdır. Ama her şeye rağmen şayet elimde olsaydı bendeniz, aynı anadan aynı babadan olmuş olmayı ve bu nezaket fukarası şehirde doğmuş olmayı tercih ederdim.
Bu tezimi güçlü kılacak elimde kuvvetli argümanlarım yok; lakin benim de kendime anlatmakta zorlandığım sebeplerden ötürü, bu şehre meftunum ve bu şehirde ölmek istiyorum.
Hoş biliyorum ki, bu şehir insan öğüten acımasız bir makinedir; hoş biliyorum ki, bu şehirde ne yazık ki son yıllarda oluşan şekliyle, ‘gelenin keyfi için geçmişe söven’ bir anlayış baskın kültür oldu. Hoş biliyorum ki bu şehir, geçmişi arasındaki köprüleri hızla söküp atıyor ve yarınlarını dosdoğru kurgulamıyor. Hoş biliyorum ki bu şehir, artık sahte kahramanların cirit attığı, riyakâr ve dalkavukların pirim yaptığı bir memleket oldu. Hoş biliyorum ki bu şehir, testiyi kıran ile testiyi taşıyanı ayırt edemeyecek kadar akıl tutulmasına yakalandı.
Bütün bunlara hatta daha beterine rağmen ben bu şehre Mecnun’un Leylası’na meftun olması gibi meftunum…
Ama ne ırkçıyım, ne yerel milliyetçi, ne de sırılsıklam şapşal bir aşığım…
Otuz yıla yakın zamandır yazı hayatının içinde biri olarak, geçen günlerde bu şehrin yöneticilerinin Diyanet eski Başkanı hemşehrimiz Mehmet Nuri Yılmaz’a yaptığı vefasızlığı ve kabalığı görünce, korkmadım, ürkmedim desem yalan olur…
Mehmet Nuri Hoca, namı diğer “Cambazın oğlu” veya “Şapkalı Vaiz”……
Hangi sıfatı yakıştırırsanız yakıştırın; ama O bu şehrin bir evladı ve mümtaz bir alim, ışık saçmış bir muallim, sağlam bir Dadaş ve “Reis Efendi”dir…
Doğup büyüdüğü memlekete bir eser kazandırma adına O, Diyanet’in çok önemli bir kurumu olan “hizmet için eğitim merkez”lerinden birini, devri iktidarında Erzurum’da açtı. O gün için öylesine alkışlandı, öylesine övgü dolu sözlere mazhar oldu ki, anlatmakla bitmez…
Fakat aradan yıllar geçti, eski çanlar bardak olunca; Mehmet Nuri Hoca da birilerinin gözünde adeta “devri sabık” oldu.
İster vefasızlık deyin, isterse korkaklık…
Hakikat şu ki bu şehir, O’nun adının silinmesine, O’nun kurduğu eserin yok sayılmasına ses çıkarmadı; uzaktan seyretti sadece…
Kurnazlığa bakar mısınız; Mehmet Nuri Hoca’nın adını silenler, kendi isimlerini yazmaya elbette cesaret edemedikleri için tuttu yine çok büyük bir değerimiz olan başka bir zatın adını yazdılar:
“Ömer Nasuhi Bilmen”…
Aslında hepimiz biliyoruz ki, Ömer Nasuhi Bilmen adını yazanlar Ömer Nasuhi Bilmen’i de tanımazlar, O’nun Erzurum kültürünü de…
Ama onlar sırf konjöktüre denk düşsün diye, yalakalıkta sınır tanımayıp, o eseri oraya kuran gerçek müellifin adını kazıyıp attılar.
Tabii ki Ömer Nasuhi Bilmen bu şehrin manevi mimarlarından biridir ve bu şehrin her daim saygıyla ve rahmetle anacağı bir büyüktür.
Fakat Ömer Nasuhi Bilmen adına cadde var, okul var, iş merkezi var, cami var…
Birini ötekine üstün kılma çabası, ne kadar kaba ve ne kadar cahilce…
Ömer Nasuhi Bilmen de bu memleketin bir evladıdır, Mehmet Nuri Hoca da…
Ömer Nasuhi Bilmen Hoca da, Nuri Hoca da Diyanet İşleri Başkanlığı yaptılar bu ülkede; hem de uzunca yıllar…
Ne olursa olsun; birini öteki ile yarıştırmak niye?
Kendi evlatlarının başkaları eliyle boğulmasına bu şehir dün de seyirci kalmıştır, bugün de ne yazık ki…
Oysa Mehmet Nuri Hoca, kendisini boğmak isteyen o güruhtan milyon defa kıymetlidir ve milyon kez büyük hizmetlere imza atmış bir kimsedir.
Erzurum öylece izledi ve kendi içinde bile sessiz bir çığlık koparmadı.
Yani bu şehir gelenin keyfi için geçmişine sövdü. Bereket bu hazin manzaraya Akif şahit olmadı. Yoksa kahrolurdu…
Evet… Ne yazık ki memleketimiz bu: Bivefa…
Ama neylersiniz ki anamız, babamız, yurdumuz ve ocağımız……
Dün Mehmet Nuri Hoca’nın adını, kendi yaptırdığı eserinden kazıyan dalkavuk şampiyonları, unutmasın ki, gün gelir devran döner başka dalkavuklar da onların isimlerini silip atar. Çünkü kahrolsun ki, benim anam kadar mübarek bu şehirde böyle bir anlayış hızla kök salıyor:
“Giden gitti, gelenin önünde secde et”
Bu noktadaki hissiyatımıza yine büyük bir hemşehrimiz ve manevi dinamiğimiz olan Avlarlı Efe Hazretleri tercüman oluyor. O’nun şu muhteşem Erzurum betimlemesi ile noktayı koyalım.
Erzurum kilidi, mülk-i İslâm’ın,
Mevla’ya emanet olsun Erzurum.
Erzurum derbendi ehl-i İslâm’ın,
Mevla’ya emanet olsun Erzurum.
Gayet şecaatli erler var idi
Nisası, ricali hayadâr idi.
Edepli erkânlı bir diyar idi,
Mevla’ya emanet olsun Erzurum.
Mehmet Şener
Bir yanıt yazın