Başka alanlardaki gelişmeler bir yana, Türkiye’nin sağlık hizmetlerinde geldiği bu noktaya bakıp da, şapka çıkarmamak mümkün mü?
Eksiği var, fazlası yok; yaşanan gelişme aynen şöyle:
Erzurum’dan havalanan ambulans helikopter Hınıs’a gidiyor, orada henüz doğmuş Berkay adı verilen hasta bebeği alarak doğruca İstanbul’a götürüyor.Gözlerinizi kapatın ve tahayyül edin, bundan on yıl öncesinin Türkiye’si için böyle bir şey mümkün olabilir miydi?
Eskiden sadece ve sadece ancak aşırı varlıklı insanların yahut da gurbetçilerimizin sahip olabildikleri bu imkân, bugün Yeşil Kart’lı bir aileye sunuluyor.
Üstelik de ucunda ne siyasi nüfuz var, ne maddi karşılık ne de reklam beklentisi…
Sağlık Bakanlığı, bu tür hizmetleri artık öylesine “sıradan” bir hale getirdi ki, şayet bu son olayda habere konu olan henüz doğmuş bir bebek olmasaydı, belki yazılıp çizilmeyecekti bile…
Bu işlerden az çok anlayan bir dostuma sordum; böyle bir hizmetin maddi karşılığı ne kadar eder diye…
Hiç düşünmeden, “en az 100 bin dolar” dedi.
Tamam; mevzubahis insan olunca gerisi teferruattır ama kimse kimseyi kandırmasın, bu temel ilke, şimdiye kadar ülkemiz için asla geçerli değildi.
Biliyorum yine saldıracaklar ve yine o basmakalıp yakıştırmayı yapacaklar; “Ak Parti yalakası”
İnanın hiç umurumda değil. Çünkü ben kendimi biliyorum ve hayatımın hiçbir döneminde ne AK Parti ne de başka bir hükümete yalakalık etmedim. Ama şu gelinen noktayı görüp ve en sıradan vatandaşa bile sunulan şu sağlık hizmetlerine tanık olunca, bu başarının arkasındaki siyasi iradeye, hükümete ve verilen emeğe şükran duyuyorum, o anlayış karşısında hürmetle eğiliyorum.
Adına kim ne derse desin, benim için önemli olan insana verilen değerdir.
Berkay bebek, Horasanlı bir ailenin henüz doğmuş bir çocuğu… Ne aile nüfuzlu kimselerden oluşuyor, ne de olup bitenden Ankara’nın haberi var. Tamamen rutin bir uygulama gerçekleşiyor. O anda görevli doktor karar veriyor: Hasta İstanbul’a sevk edilecekse, İstanbul’a gönderiliyor.
Kimseden emir alınmıyor, icazet istenmiyor…
Öyle çok uzaklara gitmeye gerek yok; bu şehirde ve bu ülkede on yıl öncesinde cebinde bıçak parası olmadığı için, ameliyat edilmeyen hasta hikâyelerini hâlâ unutmuş değiliz. Biz unutmuş olsak dahi basın arşivleri o haberlerle dolu…
O tarihlerdeydi; Numune Hastanesi’ne eşinin doğumu için giden İspirli bir çoban, (Haberini yazdığım için çok net biliyorum) doktorun istediği bıçak parasını bulamadığı için, hanımını ve doğmamış çocuğunu kaybetmişti.
Şayet biz o haberi yazmamış olsaydık, gözü para hırsı bürümüş o doktor, yaptıklarıyla kalacaktı ve o güne kadar yaptığı gibi, kim bilir daha kaç cana kıyacaktı. Neyse ki, bu ülkede o gün de adalet vardı ve o katil doktor yargı önünde layık olduğu cezaya çarptırıldı.
Bugün için o tür haberler öylesine geride kaldı ki, gençlere anlatsanız bile anlayamıyorlar.
Ne demek bıçak parası, ne demek adamınız yoksa hastaneden kovulmak?
Çok şükür ki ülkemiz adına utanç sahnesi olan o günler artık mazide kaldı.
Kimse ne bıçak parası vermediği için kapı dışarı ediliyor, ne de tedavi için nüfuzlu bir kimseye ihtiyaç duyuluyor.
Bu gerçeğin altını kalınca çizmeyip de ne yapacaktık?
On yıl öncesinde bizim insanımız için, neredeyse Kaf Dağı’nın arkası kadar uzak olan hizmetler, bugün tek tek mümkün oluyor.
Helikopter Horasan’dan aldığı bebeği yaşasın diye İstanbul’a yetiştiriyor; ambulans uçak Ankara’dan Erzurum’a gelip, beyin kanaması geçiren kadın hastayı Ankara’ya götürüyor.
Avrupa’da yaşayan yüksek standartlara sahip insanlara mahsus bu hizmetler, bugünün Türkiye’sinde artık Yeşil Kart’lı kimseler için de sunuluyor.
Irk, inanç, mezhep ve bölge ayrımı yok; yeter ki insan olsun…
Bu inkişafın altındaki imza kuşkusuz ki öncelikle Başbakan Erdoğan’a aittir, ama sonra da en az Erdoğan kadar önemli olan diğer isim de Sağlık Bakanı Recep Akdağ’dır.
O, bu toprakların bir evladı olarak bu topraklara olan borcunu öyle fazlasıyla ödüyor ki; tarih bugünü anlatırken inanıyorum ki, Akdağ’a dair çok geniş bir sayfa açacaktır.
“Ambulansın yakıtı yok”, ya da “Ambulans var ama şoför izinli” veya da, “Ambulans gelir ama sizden ücretini alırız” gibi hüküm cümleleri, hepimizin kulaklarında bugün bile çınlıyor.
Aradan öyle asır filan geçmedi; sadece sekiz-on yıl…
Demek ki oluyormuş, demek ki insan hayatına da değer verilebiliyormuş.
Devlet aynı devlet, ama kaptan değişti.
Palandöken, çok enfes bir başlıkla habere sürmanşetten duyurmuştu:
“Berkay Bebek yaşasın diye”
Hakikaten öyle oldu; Berkay bebek yaşasın diye, Sağlık Bakanlığı dolar hesabı yapmadan tüm imkânlarını seferber etti…
Ucunda hiçbir beklenti yok.
Berkay bebek, yani bir çocuk yaşasın diye…
Bu hizmeti Erzurum’a ve bu ülkenin insanına sunan kimse Recep Akdağ’dır.
Yani bu şehrin evladı ve bizden biri…
Vaktiyle bu ülkenin uçakları ve helikopterleri elbette vardı ama kimsenin aklının ucundan dahi geçmezdi; o araçlar fukara bir ailenin ölmek üzere olan bir bebeği için uçsun…
Bugün uçuyor işte.
Sizce bu az bir şey midir?
MEHMET ŞENER
Sayın Şener;
Bir soru soralım Bakan’a yaklaşık 9 yıldır bakan kendisi ve neden bu ameliyat için yeterli cihaz, ekipman ve ekip Erzurum’da yok.
Sizin sorgulamanız gereken ve asıl gazetecilik budur.
(Erzurumda hala bir çok dalda alet ve doktor yok)
Sizin yaptığınız ise bu eksikleri görmezden gelmektir.
Siz Erzurum’da son 9 yılda kişi başına düşen yatak ve kişi başına düşen UZMAN doktor sayısını bir araştırsanıza bakalım karşınıza ne çıkacak.
Şunu bilin ki bu şehre diğer onlarca şehire göre sağlık alanında çok az yatırım yapılmış ve bu şehrin onlarca UZMAN doktoru büyük şehirlere götürülmüştür ve yerlerine yenisi gelmemiştir.
ERZURUM’A SAHİP ÇIKIN BAKANA HERKES SAHİP ÇIKAR (koltukta oturduğu müddetçe)