Oyunlar henüz başlamadı ama adı bile şimdiden ülke genelinde büyük yankı uyandırdı. Öyle ki, oyunları yerinde izlemek ve özellikle de açılış törenini görmek isteyen binlerce vatandaşımız, yurdun dört bir tarafından Erzurum’a gelmek, o coşkuyu yerinde yaşamak istiyor.
İlgililerin tahminine göre, en az on bin kişi de çeşitli ülkelerden gelecek.Bu arada 7 Ocak’ta Başbakan Erdoğan ve özel konuğu Yunanistan Başbakanı Papandreu Erzurum’a geliyor.
Henüz netleşmemekle birlikte, aynı gün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de açılış için Erzurum’da olacak. Yani bu haftadan itibaren Erzurum misafir akınına uğrayacak. Yerli ve yabancı medya mensupları ise şimdiden kamp kurmaya başladılar. Şayet organizasyonda ciddi bir aksaklık olmaz ise, Erzurum bir ay boyunca onlarca ülkenin turizm ve medya gündemine oturacak.
Peki Erzurum böylesi bir akına hazır mı?
Daha önce birkaç kez dikkati çekmeye çalışmıştık; Erzurum 2011’e spor tesisleri, ulaşım, konaklama ve organizasyon olarak hazır. Ancak yerel hizmetler noktasında onlarca eksiği var ve şehir bir türlü 2011 gerçeğini kavrayamadı. Misal; belediyeler kelimenin tam anlamıyla çuvalladılar. Dolayısıyla şehir, genel görüntü olarak değil ama tesisler olarak yarışlar için hazır…
Gözlemimiz şöyle:
Orda bir köy var, uzakta…
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da…
O köy bizim köyümüzdür.
Ahmet Kutsi Tecer’e ait bir şiirin ilk dörtlüğüdür bu… Şiirin tamamını bilen kimse sayısı çok değildir. Zira Ahmet Kutsi Tecer, bambaşka amaçla o dizeleri kaleme almış olsa bile, günümüz Türkiye’sinde ne vakit ihmâl edilmiş bir yöreden bahsedilse, hemen bu dörtlük akla gelir ve peşinden de o can alıcı soru çakılır:
“Gidip gelmediğin bir köy nasıl senin köyün olabilir?”
Bütünüyle yanlış bir soru değildir; lâkin genellikle bu sorunun arka planında ideolojik bir bakış ve protest bir anlayış hakimdir…
Olsun…
Hayat; sorguladığınız, araştırdığınız ve peşinden koştuğunuz cevaplarla daha anlamlı değil mi zaten…
Orada bir köy olacak ve siz o köyü çok sevip özleyeceksiniz ama bir güne bir gün o köyde insanlar ne yer, ne içer, nasıl yaşarlar ve ne konuşurlar diye merak etmeyeceksiniz…
Sonra da kalkıp o köyün sizin köyünüz olduğunu anlatacaksınız. Dedik ya, şairin muradı başkaydı belki ama sonuçta dizelere yüklü olan anlamdır asıl şiiri anlatan…
Geçen hafta benzer bir duygu beni kuşatmıştı. Uzaktan uzağa ve basında çıkan haberlere göre 2011’le ilgili çalışmaları takip edip durduk. Ve gitmeden, görmeden, dokunmadan o tesisleri hep sevip, “bizim tesislerimiz” dedik.
Tıpkı Ahmet Kutsi Tecer’in, uzaktan uzağa sevdiği köyler gibi…
Neyse ki doğru olan işi yaptım:
Geçen Pazar gün boyunca 2011’le ilgili yapılan tesisleri dolaştım tek tek…
Bereket hava çok soğuk değildi ve neyse ki atlama kulesi hariç diğer tesisleri gezmek çok da zor olmadı.
Yapılan bütün o tesisleri görünce anladım ki, uzaktan uzağa “sevmek”le olmuyormuş bu işler.
Görmek, dokunmak ve anlamak gerekiyormuş.
Değil Türkiye’nin veya Avrupa’nın, dünyanın en büyük atlama kulelerinden biri Erzurum’da inşa edildi; artık herkes özellikle akşamları ışıl ışıl yanan ve test yarışlarını başarıyla tamamlayan kuleyi gidip görebiliyor.
İçinde restoran da var, beş yıldızlı otel de…
En yüksek standartta bir atlama kulesi nasıl yapılırsa, daha iyisi işte Erzurum’da inşa edilmiş. Paraysa para, imkânsa imkân, yetkiyse yetki…
Devlet hiçbir fedakârlıktan kaçınmamış.
Keza diğer salonlar…
Hangi tesisi gezdim ise, hepsi birbirinden görkemliydi ve tamamı bir inancın, azmin ve sevginin ürünüydü.
Konaklı ise zaten anlatmayla bitecek gibi değil…
Bu tesisleri gördükten sonra bir kez daha inandım ki, 2011 Erzurum’un istikbalini şenlendirecek muazzam bir başlangıç olacak.
En gelişmiş kayak merkezlerinin bir çoğunda dahi olmayan bu tesisler, Erzurum’da sadece birkaç gün sürecek bir yarış için elbette yapılmadı. Neresinden ve nasıl bakarsanız bakın anlıyorsunuz ki, bu tesisler yarınların Erzurum’unu anlatıyor ve kış turizminin hedeflerini gösteriyor.
O tesisleri bizzat yerinde gördükten sonra anladım ki, uzaktan uzağa ahkâm kesmekle olmuyor bu işler.
Ne yapılmış, nasıl yapılmış ve ne için yapılmış?
Bu sorulara cevap bulabilmek için, bizzat gitmek, görmek ve anlamak lazım.
Ben onu yaptım, size de tavsiye ediyorum.
Bir gününüzü ayırın ve henüz havalar da imkân veriyorken gidip Konaklı ve atlama kulesi başta olmak üzere, şu tesisleri gezin görün.
O vakit siz de hak vereceksiniz:
Bir şeyin sizin olması veya bir şeyi anlayabilmeniz için görmeniz, dokunmanız ve o havayı teneffüs etmeniz lazım.
Bana öyle geliyor ki, Erzurum dönüşüyor, değişiyor…
Bunu anlayabilmek ve iyi okuyabilmek için bizzat yerinde görmek, incelemek gerekiyor.
Bir yanda devlet trilyonları gömüyor kayak tesisleri yapıyor; öbür yanda aralarında Hilton gibi büyük işletmelerin olduğu şirketler otel için Erzurum’da temas üstü kuruyorlar.
Anladım ki başkaları orda bir köy var, anlayışı ile meseleye bakmıyor.
Biz de artık öyle bakmamalıyız.
Üstelik de tesislerin en uzağı bile yarım saatlik mesafede…
Konaklı’da ve atlama kulesinin yapıldığı Kiremitlik Tabya’da yeni bir dünya kuruluyor.
Köyden de farklı, şehirden de…
Anlayabilmek için, illâ da görmek lazım.
Mehmet Şener
Bir yanıt yazın