MENÜ ☰
Büyük Erzurum Sofrası
Erzurum Haber Gazetesi » Yazarlar » MEDENİYETLER DİYALOĞU
Belkıs Altuniş Gürsoy
Belkıs Altuniş Gürsoy
Tüm yazıları için tıklayınız.
MEDENİYETLER DİYALOĞU


 

Son günlerde okuduğumuz bir kitap MEDENİYETLER DİYALOĞU İnsanca Yaşamak İçin (Roger Garaudy, Çev.Cemal Aydın, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul 2011) adını  taşımaktaydı..

Eser, insanlığın birçok temel  meselesini ele almakta; daha mesut bir dünya için tespit, teklif ve tavsiyelerde bulunmaktadır. Yazar, yeryüzünü bir bütün olarak görmekte ön yargılardan ve şartlanmış kabullerden uzak olarak geçmişi ve bugünü tarafsız bir gözle değerlendirmektedir. Neticede gelinen noktanın hiçbirimiz için iç açıcı olmadığını söylemekte, Batı uygarlığı denilen dünyayı birçok sıkıntının kaynağı olarak görmektedir. Bir Fransız düşünür tarafından kaleme alınan bu etüt, farklı medeniyetlerin birbirleriyle olan ilişkiler ağını yorumlayan ve bu bağlamda Batı dünyasını yargılayan bir medeniyet tarihi kitabıdır.

Biz, kendimizden hiçbir ilave ve yorum katmaksızın bazı cümleleri sizinle paylaşmak  istedik :

“Paul Valéry Avrupa’nın üç gelenekle yoğrulduğunu söyler : .
Ahlak alanında :Hristiyanlık ve özellikle Katoliklik,

Hukuk, siyaset ve devlet alanında : Roma hukukunun kesintisiz nüfuzu,

Düşünce ve sanat alanında : Eski Yunan geleneği.

Bu üç ‘akım’da kendi asıl kaynaklarından niçin koparılıyor bilir misiniz? Böylece Batı’nın mutlak bir başlangıç olduğu, köklerinin araştırılması reddedilen, yalnız ve biricik, bir çeşit tarihî mucize gibi, hudayinabit bir ağaç olarak boy attığı kuruntusu yaratılmak isteniyor da ondan. Maksat şu gerçeği gizlemektir:

Batı diye adlandırılan medeniyet, doğuşunu Mezopotamya ve Mısır’a, yani Asya ve Afrika’ya borçludur.” ( Garaudy 2011, 19)

“XV1. Yüzyıldan XX. Yüzyılın sonuna kadar Batı medeniyetimizin gelişmesine üç postulat =temel kabul)  hükmetmiştir :

-İnsanı çalışmaya ve tüketmeye indirgeyen,

-Ruhu zekâya indirgeyen,

-Sonsuzluğu miktara indirgeyen.”

Bizim gelişmiş denilen toplumlarımız bu postulattan yola çıkarak eskiden Sofistlerin ilkesi olan şu prensibe uygun hareket ediyorlar. En yapay ve zararlı olsalar bile ihtiyaçlar ve istekler icat etmek, sonra da bunları tatmin etmenin çarelerini üretmek. (Garaudy 2011, 39- 41-42)

Gelişme ilk anlamı itibariyle, her şeyden önce birey düzeyinde bireyin kendisinde taşıdığı bütün yeteneklerin ortaya konabilmesidir: …. Bireylerin bu gelişiminin gerçekleştirilmesi bütün toplumda, bu yeteneklerin her etapta azami derecede açılımına imkân veren kurum ve kuruluşların gelişim şartına bağlıdır: ..Her bir insana hürriyet, sorumluluk ve herkesin gelişimiyle âhenkli kişisel gelişiminin hürriyetini, sorumluluğunu ve vasıtalarını garanti eden bir toplum.

Ne var ki şimdiki Batı toplumlarımızın gelişme adını verdikleri şey, çok daha dar, tek yanlı, sırf ekonomiye dayalı kriterlere göre tarif ediliyor : İnsanî bir projeye veya bir hayat kalitesine bağlı olmaksızın üretim ve tüketimin miktar olarak büyümesi…. İşte günümüzde toplumlar ve halklar  ‘bir gayrisafi millî hasıla’ya indirgenen böylesi kriterlere göre kıyaslanıyor ve sıralamaya tabi tutuluyor.

“Kârın büyümesi mi, yoksa insanın gelişmesi mi? (Garaudy 2011, 42-43)

“Batı’nın ‘gelişmesi’nin olmazsa olmaz şartı, üç kıtanın soyulup (Asya, Afrika, Amerika) zenginliklerinin Avrupa ve Kuzey Amerika’ya aktarılmasıydı. Dolayısıyla da bugün Üçüncü Dünya adı verilen ülkeleri az gelişmiş durumuna sokan Batı’dır.” ( Garaudy 2011,44)

-“Bir diğer deyişle: Gelişmişlik ve azgelişmişlik aynı sistemin, yani kapitalist sistemin iki bileşenidir. Sermayenin ilk birikimi, sonra onun genişletilerek yayılması (ki bugün ona ‘büyüme’ adı veriliyor) şu birkaç aşamadan geçerek gelişmiştir. Amerika yerlilerinin XV1. yüzyıldan itibaren soykırıma tabi tutulması, bu soykırım yüzünden halksız kalmış bir Amerika’nın  madenlerini ve topraklarını işletmek için zorunlu hale gelen Zenci köle ticareti, peşinden de (bu birikim sayesinde ortaya çıkan) ‘sanayi ihtilali’ sonrası yeni tekniklerin artık köleliğe gerek bırakmamasıyla köleliğin kaldırılışı ve kelimenin tam anlamıyla “sömürgeciliğin başlaması,  yani Afrika’nın ve Asya’nın en büyük bir kısmının siyasi ve askerî hegemonya altına alınarak ve emeğe düşük ücreti ve ithal mallara yüksek fiyatı zorla dayatarak, sanayi ve ticarette mükemmel verim sağlayacak yatırımların garanti altına alınması… (Garaudy 2011, 44 )

-… Avrupa kapitalizminin ‘refahının kökeninde yağma, katliam ve Amerika yerlileri ile Afrikalıların köleleştirilmesi bulunduğunu apaçık bir şekilde gözler önüne sermiştir. Amerika’da altın ve gümüşün keşfi, çapul, kölelik ve yerli halkın maden ocaklarına gömülmesi, Afrika’nın siyah derililer avı için bir ticaret deposuna dönüştürülmesi, bütün bunlar kapitalist üretim çağının kanlı doğuşunun mühürleridir. (Garaudy 2011, 49)

-“Bazen köle ticaretinin birkaç milyon insanın Amerika’ya götürülmesiyle sınırlı (!) kaldığı söylenir. Oysa bu, gemilerle sağ salim götürülen her bir köleye karşılık ortalama on insanın öldüğünü unutmak demektir. .. Alınıp götürlen on milyon köleye bedel, yüz milyon insan yok edilmiş demektir. (Garaudy 2011, 50)

-“Avrupalı istilacının tutumu her yerde aynıdır. Tıpkı uyuşturucu ticaretini zorla kabul ettirmek için Fransız, Alman ve İngilizlerin Çin’e karşı birleştikleri ’Afyon Savaşı’nda olduğu gibi..

1816’da İran ve Hindistan’da üretilen 3290 kasa afyon Çin’de İngilizler tarafından satıldı; 1830’da 18750 kasa ve 1836’da 27000 kasa. ‘İthalatımızın en önemli payının çoğunu bu oluşturuyor’ diye yazıyordu 1836’da İngiltere’nin Canton’daki temsilcisi.

…Çin hükümeti 1834’de uyuşturucuya el koymak ve stokları imha etmek kararı aldı. İngiliz yönetici Elliot, stokları parasının ödenmesini ve afyon ticaretinin ‘serbest’ bırakılmasını sağlamak üzere savaş gemileri gönderilmesini istedi. 1840 ile 1844 arasında iki savaş yapıldı ve sonuçta Avrupalılar Çin’e sadece afyon satma ‘serbestisini’ değil, bütün Avrupa ticaretine açılmasını kabul ettirdiler. “Afyon ticaretini dayatmakla görevli sefer gücü İngiltere’den Palmerston tarafından gönderilen ve bir Amerikan filosu tarafından  da desteklenen askerî birliklerden oluşuyordu. Birinci afyon savaşından sonra Çin’e dayatılan gayriadil anlaşmalardan Fransa, Çin’in parçalanmasına katılmak ve 1844’teki Whampoa analaşmasıyla ganimete konmak için yararlandı. Ardından da bir Çin eyaletine, Çinhindi’ne el koydu ve ticaretini, heyetlerini ve askerlerini soktu.

Afyon konusuna gelince Fransız yönetimi onun imal etme ve dağıtma tekelini kendine saklıyordu…. Fransız sömürgeciler bu “medenileştirici işi” aşağıdaki rakamların gösterdiği üzere mükemmelen yerine getirdiler

1934’te satış :29 326 kg     1940’ta yerli üretim7560 kg

1940’ta satış :71 736 kg     1944’te yerli üretim60 633 kg

Fransız alkol tüccarları da unutulmadı. Nitekim gelirleri artırmak için Fransız idaresi 8 Eylül 1934’te zorla alkol tüketimini yürürlüğe koydu.

‘Yönetim bugünden itibaren nüfusa kayıtlı her kişinin senede yedi litre alkol tüketmesi gerektiğine karar vermiştir. Yönetim tarafından tespit edilen miktarda alkol satın almayan  her köyün kaçakcılık yaptığı kabul edilecek ve köyün ileri gelenleri cezalandırılacaktır. Her köye dağıtılacak litre miktarı, kütüğe kayıtlı kişi esas alınacak ve kişi başına yedi litreden hesaplanacaktır. Teslim edilen alkol miktarı için -tamamı satılsa da satılmasa da- ödenmesi gereken para tam olarak tahsil edilecektir.’  (Garaudy 2011, 52-53)

 

Belkıs Altuniş Gürsoy

📆 29 Kasım 2011 Salı 11:45   ·   💬 3 yorum   ·   ⎙ Yazdır

“MEDENİYETLER DİYALOĞU” için 3 yanıt

  1. vatandaş dedi ki:

    Medeniyetler diyalogu korkunç olmuş , geçmişte böyle bu gün böyle,diyalog diye bir şey yok anlaşılan acılı ezme zulüm var,güçlüler buna diyolog diyor,ezilenler zulüm,dıalogcuların niyetini iyi etüt etmeli.

  2. Ayten Aydin dedi ki:

    Aci da olsa gercegi kafa ve gonul ardi edemeyiz. Bu bakimdan sayin Gursoy’un bu cesaretini takdir ediyor ve yaptigi alintilarin derin iceriklerine tamamen katiliyorum. Dunyamiz cok defa boyle devrelerden gecmis. Bir kucuk hatirlatma 13. yuzyilda Anadolunun Haclilar ve Mogol istilasiyla o ana kadar iyi ve guzeli one alarak yapilandirdigi insani degerler ve medeniyet, buyuk bir imtihan gecirmis ve bir yanda Yunus Emre ve Mevlana gibi ruh talimcileri ve diger yanda da pratik yasami yeniden duzenlemeyi amac edinen Ahi Evran gibi mistik sair ve filosoflar cikip benligi rencide edilen Anadolu insanini hem icinden yuceltmek ve hem da pratik alanda durust olma yolunda destekleyen yuce kisiler sayesinde Anadolu tekrar ruhlanip canlanmistir. Bu kurtaricilar oylesine zaman kavramindan ari ve herzaman gecerli oldugundan simdi de hem bizi ve hem dunyayi aydinlatma yolunda hatirlanmaktadir. Konficyus’un realist bir bakisla dedigi gibi “iyi yonetilen ulkede fakirlik utanilacak bir seydir. Kotu yonetilen ulkede zenginlik utanilacak bir seydir”demis. Ahi Evran da is ahlakini on plana alarak “kendinden once baskalarini dusunmek, hakettiginden fazlasini istememk, kanaat ve tevazu olculeri icinde hirs ve tama’ dan uzaklasmak, kendi yetenegine uygun bir isle mesgul olmak ve dayanisma icinde bulunmak” gerek demis. Nekadar gunumuz istismarcilarine cok gerilerden ders veriyor. Yunus Emre de yine o caglardan “Gelin tanis edelim isi kolay tutalim – sevelim sevilelim dunya kimseye kalmaz” dememis mi? Onlar hala gonlumuze ve dusuncemize cok yakindalar. Bu iletisim ve sosyal aglarin olustugu cagimizda butun dunyaya da uzanabilecek gucleri oldugundan kuskumuz olmasin.

  3. Osman Hancı dedi ki:

    Efendim, bu çetrefilli meseleyi ortaya bu kadar net koymanızdan ötürü tebrik ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ERZURUM'DA HAVA

ERZURUM
Esentepe Avrupa Konutları
YENİ SAYI

YAZARLAR

RÖPORTAJLAR

ANKET

Üzgünüm, şu anda etkin anket yok.

BAĞLANTILAR