İnsanın kişiliğini oturtması, kendini bulması genellikle yirmi beş-otuzlu yaşlarda mümkün olabilmektedir. Fakat “ömür boyu eğitim” denilen kavram; ferdin yaşadığı sürece bilgi ve becerisini artırmaya, insani kalkınmışlık seviyesini sürekli bir şekilde yüceltmeye çalışması, değişmeye ve gelişmeye açık olması olarak düşünülebilir.
Burada “beşer doğum ve ölüm çizgisinde kimlerin, nelerin, hangi tesirlerin rahleitedrisinden geçer? Hangi tezgâhlarda dokunur?” Sorusu akla geliyor. Bu tesir alanlarını şu başlıklar altında toparlayabiliriz :
Genetik miras, içinde yaşanılan zaman ve coğrafya : Bu üç unsurun ferdi şekillendirmede baskın rol oynadığı söylenebilir. Genetik miras fiziki yapımızdan, zekâ derecemize, kabiliyet ve eğilimlerimizden, muhtemel hastalıklarımıza kadar pek çok hususta yönlendirici unsur hükmündedir.
Zaman da hükmün sahibidir. Hangi devrin insanı isek o devrin bakış açılarıyla, değer hükümleriyle ve hayat kanunlarıyla donanırız. Her insan yaşadığı yerin ve içinde bulunduğu zamanın bir yansımasıdır
Doğup büyüdüğümüz toprakla ilgili olarak söylenmiş “coğrafyan kaderindir” cümlesinin hakkını teslim etmek gerekir. “Irkın seni iklimine benzer yaratırken” mısraında da dile geldiği gibi sinesinde yetiştiğimiz, nimetleriyle büyüdüğümüz vatan bizi biz yapan temel belirleyicilerdendir.
Aile ocağı : 14. Yüzyılda yazıya geçirilen Dede Korkut Hikâyeleri’nde “Kız anadan görmeyince öğüt almaz, oğul babadan görmeyince sofra donatmaz” cümlesi geçer. Altın anahtar hükmündeki bu vecize, çocuk terbiyesinde modern pedagojilerin ortaya koyduğu bütün prensipleri en özlü bir biçimde ihtiva eder. Atalarımız, fazla söze, bir yığın teoriye ihtiyaç duymadan bir tek söze, ciltler dolusu kitabı sığdırmayı bilmişler.
Bu cümlenin aslı şudur : Çocuk anne ve babanın ne söylediğine değil, ne yaptığına bakar. Nasihat vermek, yüksek perdeden ahkâm kesmek yerine söylediğini hayata geçirmek ve yaşayarak örnek olmak, yön göstermek asıl olandır.
O zaman anne ve babalığın çok büyük bir sorumluluk istediği, öncelikle ebeveynin kendisine çekidüzen vermesi gerektiği gerçeği ile karşılaşılır. Zira ilk altı-yedi yaşta kazanılanların kişiliğin asıl nüvesini teşkil ettiği bilinir.
Okul ve çevre : Bu iki husus, insana gelişmesi için bir fırsatlar yumağı sunar. Bu ortamlarda beşer, bilgi ve becerinin yanı sıra insan kardeşleri ile bir arada yaşamayı, paylaşmayı sosyalleşmeyi öğrenir. Öğretmenler, birer rol modeldirler. Kişi bilhassa ergenlik döneminde arkadaş ve dış tesirlerin kolaylıkla etkisi altına girebilir. Bu yaş dilimleri heyecanların aklın önünde yürüdüğü bir süreç olduğundan akıntıya kapılma, rüzgârlarla savrulma gibi ihtimaller söz konusudur. Çoğu zaman sokağın sesi evden çok daha baskın çıkar. Orada çok sesli bir söylem vardır. Bazı kimseler bu söylemin cazibesine kapılabilirler. Ama yine de dış tesirlerle bir vakit oyalanılsa bile son sözü genellikle evin hükmü söyler.
Mesleki eğitim ve meslek hayatı kişiliğe belli bir istikamet verir. Mesleki bozulma da dediğimiz bu husus zihnî, ruhi ve bedenî kabiliyetlerin belli alanlarda yoğunlaşmasında ve dünya görüşünün yapılanmasında önemli rol oynar.
Medya : Günümüzde çok önemli bir tesir alanı olan medya, dünyayı ayağımıza getirir. Fertleri şartlandırarak yönlendirir, kamuoyu yaratır, kitleyi belli ölçüler içinde düşünüp hareket etmeye sevk eder. Paket hayat programları, ithal malı düşünce ve his kalıpları, tek tip insan modelleri oluşturma cihetindeki payı büyüktür.
Sanat eserleri : Edebî eserler eğitimde başat rol oynarlar. Doğu ve Batı klasikleri başlı başına birer mekteptir. İnsan orada başka insanların çeşitli ruh hâlleriyle, iç sesleriyle karşılaşır. Farklı kader çizgilerini, türlü hayat maceralarını anlatan hikâyeler, derinlemesine psikolojik tahliller bizi başka dünyalarla paydaş kılarken, yekdiğerine, büyük insanlık ailesine de yakın eyler. Edebî eserlerin bir çoğunda idealize edilmiş tiplerin ana kahraman olması sebepsiz değildir. O ideal kahramanın peşine düşen, onunla özdeşleşen okuyucu veya seyirci idealin zemininde at koşturmayı öğrenir
Sanat yoluyla keskin ve çarpıcı bir tarzda ortaya konan beşerî kusurların, insani zaafların, dünyevi hallerin bizi öncelikle kendimizle karşılaştırdığı, yüzümüze bir ayna tuttuğu açıktır. Şark, bilgedir. Hikmetin diliyle konuşur. Hikâyeler, mesneviler ve diğer edebî ürünler genellikle dolaylı yoldan terbiye edicidirler. Bu tarzda çıplak bir dille doğrudan ifade etmek veya kuru kuruya nasihat etmek yerine hikâyeleştirmek suretiyle söylemek, her ana fikri bir kurguya oturtarak dile getirmek esastır. Bu yolla hem hoşca vakit geçirmek, hem de kıssadan hisse kapmak suretiyle ders vermek söz konusudur.
Okumanın “duygusal zekâ” denilen zekâ türünün gelişmesindeki katkısı önemlidir.
Okumak; insandaki insanlık cevherini açığa çıkarmakta, bir iç zenginliği sağlamakta, günü değil bütün zamanları, kişiyi değil bütün âlemi bir bütün olarak görüp değerlendirme hususunda yapıcı rol oynamaktadır.
Diğer sanat dallarının da ruhu yükselten, insanı arındıran, estetik duygusunu besleyen ve kişisel anlamdaki kalkınmaya yardım eden çok yapıcı bir görev ifa ettiklerini belirtelim.
Hayat tecrübesi : “İnsanoğlu bir taraftan kaderini yaşarken, bir taraftan da kaderini yapar” sözü doğrudur. “O,“Hayat Üniversitesi” dedikleri pek çok bileşenin karışıp kaynaştığı uzun soluklu mekânda, “yaşayarak öğrenme” adı verilen en gerçekçi öğrenme şekli beden bulur. Hayatın her anı bir ibret dersi ile doludur. “Bir musibet bin nasihattan evladır” özlü sözüyle bizzat başa gelenlerin yapıcı ve geliştirici bir hüviyet taşıdıkları dile getirilir. Bu bağlamda dünyadan daha zengin bir laboratuvar, daha verimli bir mektep bulunmaz. Kişi, yaşadıkça öğrenir, yaşadıkça yaşamanın özünü kavrar. “Gençler bilebilseydi, yaşlılar yapabilseydi” sözü bu durumu ne güzel ifade eder.
İnsan bütün bu tesirlerle yoğrularak kıvam bulmaya çalışırken ister istemez bir bilgi sağanağı altında kalır. Âdemoğlu, üç yaşındaki çocuktan, yuvasına yiyecek taşıyan karıncaya kadar herkesten her şeyden bir hisse çıkararak, yuvarlanan kar topu gibi büyüye büyüye mesafe kateder.
Aile, okul, sokak, arkadaş, medya ferdin üzerinde bir baskı oluşturur. Fert, genel geçer kuralların, zamanın yaptırım gücü doğrultusunda, başkalarının kabul ve retleri, istek ve emelleri paralelinde hareket etmek üzere şartlanır. İhtiyaçlarımızı, zevklerimizi, tercihlerimizi, ihtiyaçlarımızı belirlemede dış dünyanın dayatmaları önemli rol oynar ve bize başka bedenlere göre biçilmiş hazır üniformalar giydirir. Tarihin akışını değiştirenler, insanlığın önüne yeni pusulalar, farklı yol haritaları koyanlar, çoğunlukla bu tip üniformaların dışına çıkan kimselerden çıkar.
Bütün bu saydığıımız faktörlerin neredeyse her birine karşı neredeyse edilgen konumda olduğumuz söylenebilir. Burada akla şöyle bir soru gelebilir : Kendi üzerimizde bir tasarruf hakkımız, yok mudur? İçinde yetiştiğimiz şartların, elimizdeki imkânların mahkûmu muyuz.? İmkânlarımızı irademizi kullanarak tercihlerimiz doğrultusunda değiştirmek, olumsuzları olumlamak, kendimizi klişeleşmiş hükümlerin dışında yeniden inşa etmek mümkün müdür?
Tabii ki insanın kendi prensiplerini koyması, hür iradesi ile kendini aşma gayreti içine girmesi mümkündür. Böylesi bir hedefe ulaşmak kolay değilse de, her ferdin her hâlükârda bunu talep etmesi ve bir cehdin içine girmesi beklenebilir. Şuurlu bir kendini imar faaliyeti içinde ömrünü harcayanların bile çoğu zaman olgunlukta son menzile vardım, kişilik gelişmemi tamamladım, artık aşım pişti demesi zordur. Ama böyle bir niyetle yola çıkmak bile hayatımızı anlamlı ve bizi her daim diri kılar. Düşe kalka da olsa menziller aşılabilir. Hiç değilse aşma yolunda olunabilir.
Belkıs Altuniş Gürsoy
Sayin Gursoy’un bu insan olma degerlendirmesi son derece buyuk kapsamli ve buyuk derinligi olan bir teshis ve tedavi olmus. Her nekadar ortam, dis etkiler ve okul ve cevre egitiminin insanin kendini bulmasi ve imari surecinde, onu iyi veya kotu olarak bicimlendirecegini dusunsek bile her ferdin kendi yolunu bulup o yolda bir olgunluga erisme hakki oldugunu farketmesi bile buyuk bir hamledir. Ancak bu imkani farketse de, cesaretle yolunu bulup dogru buyuyenlerin sayisi maalesef azdir. Ancak var ve de birer fener gibi devamli isik veriyorlar. Iste bunu farkeden nadir insanlar bize de daima isik tutacak ve yolumuzun acik oldugunu ve o yolda korkusuz yuruyebilecegimizi hatirlatacaklardir. Sayin Gursoy buna pek cok ornek vermis ve bir bakima olurlugunu gostererek yeni kusagi yureklendirmis. Yeni kusaga, iste bu derinlikleri arastirmak, onlardan ogrenmek ve gelecegi bu saglam temeller uzerinde yeniden yaratarak insa etmek ve bizlere de buna imkan tanimak vazifesi kaliyor.
her ebeveynsizin kadar bilgili ve hoşgörülü olsa dünya eminim çok güzel olurdu.