Türk kamuoyunu son zamanlarda çok meşgul eden bir konuda biz de âcizane bir çift lâf etmek ihtiyacı duyduk. Bu vesile ile tarihten birkaç yaprak çevirme, zamanda kısa bir yolculuğa çıkma denemesine girdik.
16. Yüzyılda Osmanlı tahtında Kanunî, Fransa tahtında I. François vardır. Devlet-i Aliyye (Osmanlı Devleti) bir cihan devleti olmanın gereği olarak Avrupa siyasetinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu arada Almanya-İspanya (Roma-Germen) İmparatoru olarak Avrupa’ya hakim olma yolunda hızla ilerleyen Charles Quint, 1525’te Pavia Meydan Savaşı’nda yendiği I. François’i esir alır.
6 Aralık 1525 tarihinde Fransız elçisi kont Jean Frangipani Kanunî’nin huzuruna kabul edilir. Elçi, Fransa Kralı I. François’in annesi Louise de Savoie’den bir mektup getirmiştir. Ana kraliçe, imparator Charles Quint’e esir düşen ve dokuz ayı aşkın bir zamandan beri İspanya’da mahpus bulunan oğlu I. François’in hürriyetine kavuşmasını ve Fransa’nın Almanya-İspanya istilası tehdidinden kurtarılmasını talep etmektedir. Kanunî, Avrupa’daki dengeleri gözeterek, devrin siyasi şartlarını hesaba katarak hareket eder. Zira Avrupa’da Charles- Quint’e karşı duracak tek devlet olarak Fransa kalmıştır. O da Almanya-İspanya istilasına maruz kalmak üzeredir. Fransa yıkıldığı takdirde Charles Quint, Hristiyan Avrupa’nın tek hakimi olmakla kalmayıp, Osmanlı Devleti için de tehlike arz edecektir. Bu tablo muhteşem Süleyman’ı, Fransa’ya arka çıkmak konusunda yönlendirir. Zaten I. François da hür zamanlarında Osmanlı devletine yaklaşmaya çalışarak Fransa’yı ayakta tutmaya çabalamıştır.
Kanunî’nin ordusu iki saat gibi kısa bir süre Mohaç’ta savaşarak 29 Ağustos 1526’ta Macar Krallığı’na son verir. I. François esaretten kurtarılır. Osmanlı orduları 1 eylül 1526’ta Budapeşte’yi fetheder. 16 Ekim 1529’ta Viyana’yı muhasara altında tutar. Bu arada Charles Quint, 1527 de Roma’yı ele geçirip bütün İtalya’da hakimiyet kurmuştur. Tam da Fransa’yı ele geçirmesi söz konusu iken Türkler Viyana kapılarına dayanırlar. Bu durum Fransa’yı muhtemel bir yok olma tehlikesinden kurtarır. Charles Quint, 1529’da I. François ile barış yapar.
Osmanlı Devleti Fransa’yı koruyucu kanatlarının altına alır ve her anlamda ona destek verir. Önce Fransa’ya, sonra da İngiltere’ye kapitülasyonlar denilen hukukî ve ticarî imtiyazlar tanınır. Bu uygulama, bu ülkelerde ticareti canlandırmak ve onları Almanya- İspanya İmparatorluğuna karşı desteklemek amacı taşır. 18 Şubat 1536’da İstanbul’a gelen Fransız Kardinal Montluc’a çok yüklü bir meblağ yardım edilir. Ayrıca Osmanlı donanması ve kara kuvvetleri her başı sıkıştığında Fransa’nın yardımına koşar. Fransa, ne zaman dara düşse Osmanlı’nın kapısını çalar. Bir defasında Barbaros 154 parça harp gemisiyle yola çıkar. Mesina, Gaeta ve Nice’i fetheder ve bu yerleri Fransızlara verir. Osmanlı, kuraklık sebebiyle yokluk çeken Fransa’ya buğday dolu ambarlarını hibe eder. İngiliz ve Rus gemilerinin açık denizlerde sıkıştırdığı Fransız gemilerini, imparatorluk limanlarında barındırarak onların zarar görmelerine, yok olmalarına engel olur. Bu şekilde maddi ve manevi Osmanlı yardımlarının ardı arkası kesilmez. Bu devletle bir hayli ittifak yapılarak, her fasılda Fransa’ya arka çıkmak bir gelenek halini alır. Fransa ise her fırsat bulduğunda bu ittifak şartlarını ihlal etmekten ve Osmanlı aleyhine tecelli edecek faaliyetlere girişmekten geri durmaz.
Tarihimizden bir başka sayfa açalım : 18. Yüzyılın sonlarında Osmanlı tahtında 3. Selim vardır. Fransa tahtında da Napolyon. 3. Selim yeni bir uygulama başlatır. 1794’Londra’ya, arkasından Berlin’e ilk defa daimî elçi (ikamet elçisi) gönderir. Bu durum Fransa’yı üzer. İstanbul’daki Fransız elçisi vasıtasıyla saraya ricada bulunur. Nihayet bu ısrarlı ricalar karşılık görür. 1797’de Seyyid Ali Efendi, ilk daimî Osmanlı elçisi olarak Paris’e gider. Aradan birkaç ay geçer. Fransız gazeteleri Fransız ordularının bir Osmanlı mülkü olan Mısır’a asker çıkaracağı hususunda yazılar yazarlar. 3. Selim bu haberlerin aslı olup olmadığını Seyyid Ali Efendi’ye sorar. Seyyid Ali Efendi, bu konuyu birinci elden öğrenmek maksadıyla Fransız dışişleri bakanı Talleyrand’a tercümanını gönderir. Talleyrand “siz bizim dostumuzsunuz. Bu sebepten bir Osmanlı mülkü olan Mısır’a girmemiz söz konusu olamaz. Askerimiz Malta’ya çıkacak” mealinde cümleler sarf ederek elçimizi ikna eder. Seyyid Ali Efendi bu beyanlara inanır. Bir dış işleri bakanının böyle ciddi ve sonucu asla gizli kalmayacak bir konuda yalan söyleyebileceğine ihtimal vermez. Ali Efendi, Talleyrand’ın söylediklerini 3.Selim’e yazar. Mektup padişahın eline geçtiğinde zaten Fransa Mısır’a çoktan asker çıkarmıştır. Seyyid Ali Efendi bu bilgiye sıcağı sıcağına ulaşamadığı ve Devlet-i Aliyye’yi vaktinde durumdan haberdar edemediği için saray nezdinde gözden düşer. Osmanlı Devleti, İngiltere ve Rusya ile işbirliği yaparak Fransızları Mısır’dan çıkarır.
Bu sefer anlaşma şartlarını oluşturmak için Seyyid Ali Efendi ile bütün zamanların en kurt politikacısı olarak bilinen Talleyrand karşı karşıya gelir. Uzun müzakerelerden sonra bir antlaşma imzalanır. Fakat neticede Osmanlı Devleti kazanan taraf değil de, yenilen tarafmış gibi bir metin ortaya çıkar. İngiltere ve Rusya bu antlaşmaya itiraz ederler. Osmanlı Devleti de barış şartlarını kabul edilemez olarak değerlendirir. Bu sefer Âmedi Galip Efendi, geçici elçi olarak Fransa’nın Amiens şehrine gönderilir. Talleyrand ile Galip Efendi müzakere masasına otururlar. Her gün sabahtan akşama kadar tartışıp konuşarak anlaşma şartlarını bir karara bağlarlar. Sıra bu şartları yazıya geçirmeye gelir. Talleyrand her seferinde artık çok yorgun olduklarını söyleyerek metni ertesi sabah yazıya geçirmelerini teklif eder. Ertesi gün yine bir araya gelindiğinde o güne kadar hiç konuşulmamış gibi bahisler yeniden görüşülmeye başlanır. Tekrar kararlar alınır. Yine kararların yazıya geçirilmesi ertesi güne bırakılır. Bu durum böylece uzayıp gider. Aslında Talleyrand, bir çeşit yıldırma ve usandırma taktiği uygulayarak antlaşma metnini kendi istekleri doğrultusunda bağlamaya çalışmaktadır. Nihayet Âmedi Galip Efendi, kararları yazıya geçirip imzalamadan oradan ayrılmayacağını kesin bir dille ifade eder. Ve antlaşma şartları yazıya geçirilip imzalanır.
Osmanlı Devleti’nden devamlı surette iyi niyet ve iyilik gören buna mukabil her daim kaypak, güvenilmez, iki yüzlü ve pragmatist bir politika izleyen Fransa, günümüzde de bu alışkanlığından asla vazgeçmeyeceğini ispat etmiştir.
Fransız meclisinin Ermeni meselesi konusundaki akıl ve ilim dışı tutumu da bu tavrın bir uzantısıdır. Bu karar karşılığında gerekli tedbirleri almak, kotalar koymak, yaptırımlar uygulamak elbette ki söz konusu olacaktır. Ama asıl beklenen yabandan gelen bu tip saldırıların yetmiş dört milyonun ayrılmaz bir bütün olarak birbirine kenetlenmesine kapı aralaması olacaktır. Eşyanın tabiatı gereği dışarıdan baskı gören, zulme, haksızlığa uğrayan bir fert manevi anlamda güçlenir, bilenir, kendisini derleyip toparlar ve bir iç büyüme yaşar. Mücadele azim ve kararlılığı artar. Bu anlamda “bir musibet bin nasihatten evladır” sözü vücut bulur.
Maşerî şuur, maşerî vicdan dediğimiz olgu böyle zamanlarda daha güçlü bir biçimde açığa çıkar. Bu tip hadiseler bizleri kamçılamalıdır. Zaten atağa kalkmış olan ülkemizin şaha kalkması için yüksek ahlaklı bir toplum olmalı, çok çalışmalı, tarihin bizden beklediği büyük devlet, büyük millet olma misyonunu hayata geçirmeliyiz. Haydi Türkiye!
Belkıs Altuniş Gürsoy
Sayin Gursoy, bize Fransa’nin butun tarih boyunca takip ettigi ve bana gore bu ulkenin bir Avrupa birligi uyesi oldugunu da unutarak bir nevi benlik savasi ve bencillik savunmasi niteligindeki strateji ve taktiklerini bize oldukca derin ayrintilariyla hatirlatiyor. Kissadan hisseye gelince de Fransanin son tutumunu bir kuvvet gosterisi degil, bir aczin ifadesi olarak degerlendirebiliriz. Bu durumda asil bir davranisla seviye kaybetmeden ve bilakis derin insanlik kulturumuz ve bulundugumuz yuksek onurlu yerden olusturacagimiz bir tutumla Fransiz hukumetinin bu sanssiz tutumunu farketmelerini ummaliyiz. Sayin Gursoy’un dedigi gibi bu bizi bilakis daha dingin olmaya tesvik etmeli ve daima dogruya, guzel olana ve iyiye giden yolu kararli ve guclu eylemlerimizle dosemeliyiz.