Sıçandan olan dağarcık keser!”
***
Müthiş bir söz.
Kim bilir ne zaman söylenmiş?
Bu sözün söylendiği ve kültürümüzde yer edindiği dönemde acaba fen ve teknoloji bu derece ileri düzeyde miymiş!
Tabi ki hayır.
***
Ne “gen teknolojisi” var o devirlerde, ne “genetik miras” olgusu.
***
Bunlar yok da, ne var peki?
Bilgi, görgü, tecrübe, empati yeteneği, hissetme, algılama gücü, sezgi…
Ya da bir bütün haliyle: Feraset.
***
Yetiyor bu müthiş duygu, yaşanılanları anlamaya ve yorumlamaya.
Ve derken bir değer yargısı çıkıyor ortaya:
“Rüzgara tüküren, yüzüne tükürür!”
***
Anlayacağınız, bugün üzerinde oturduğumuz, ama asla büyüklüğünün ve değerinin farkında olamadığımız kültür mirasının tamamının formülüdür feraset.
***
Hiç aklınıza geldi mi acaba…
“Şeb’den niye şeker olmaz!”
Niye, “sıçadan olan dağarcık keser!”
Niye “aslını sevdiğim, aslına çeker!”
Niye, “köpeklerin atığını aslan yemez!”
Niye, “at ölünce it’ler bayram eder!”
***
Niye acaba?
***
Niyesi belli değil mi?
***
Görmüş ecdadım, güvendiği sefil ruhlu asalağın fırsatı bulduğu an dağarcığa dalışını…
Görmüş topraktan yaratılanın çamura yattığını.
Görmüş, zulm ile abad olanın sonunun berbat olduğunu.
Görmüş şeytan ile kabak ekenin, ektiği kabağın başında patladığını.
Görmüş ikiyüzlü sefillerdeki kahpeliği…
Ve derken vermiş dersi:
***
“Seni, birisinin satmasına izin verirsen, hep satılırsın!”
***
Ne derler?
“Buyur, burdan yak!”
***
İşte bugün ülke olarak, Erzurum olarak geldiğimiz noktanın “nedeni ve niçini”dir bütün bu anlamlı sözler.
***
Gördüğünüz ve anladığınız doğrudur, satıştayız dostlar!
En yakınımızdakiler tarafından hem de.
***
Şimdilerde işporta tezgahındadır dostluk…
Haraç mezat satılığa çıkartılmıştır arkadaşlık…
İhalede çok ucuza gitmiştir adına “vefa” denilen duygu.
Artık beşpara değerinde bile değil ahbaplık…
Sevgi dünün başrol aktiristiydi, şimdi uvertür bile olamıyor.
***
Düştük!
Değer kaybettik…
Ya da değerimizi kaybettik.
***
Bilin ki, bundan böyle akrabadır en yakınınızdaki rakibiniz ve hatta düşmanınız.
İstemez kimse sofranızda bir dilim daha fazla ekmek olmasını, istemez yüzünüzün gülmesini, istemez namerde muhtaç olmadan yaşamanızı.
***
Bu yüzdendir toprağın kuruması, bu sebeptendir çoraklaşıp, verimsiz hale gelmesi.
Artık kar bile doğru dürüst yağmıyor Erzurum’a…
Palandöken mahsun, tabyalar sahipsiz, Kir’emitlik biçare.
***
Bakın, Erzurum’da çınarlar devriliyor birer birer.
Gürültüyle!
Çöküştür bunun adı, çöküş.
***
“Kiminle başladı çöküş” derseniz, çok eskilere gitmeye gerek yok.
Yusuf Hoca (Esengün) ve ardından Naim Hoca’dır (Gölleroğlu) başı çekenler…
Sonrasında Sebahattin Bulut. Aşık Reyhani, PTT Başmüdürü İbrahim Ethem Uzunoğlu, Suat Işıklı, Sedat Gezmiş, Gıyasettin Temelli, Mehmet Bindesen, Cihat Güngör, Hadi Vuraler ile son olarak Raci Alkır ve tabi ki babam ile baba dostları…
***
Bunlar bi çırpıda aklıma gelenler.
Daha öncesinden Bahattin Ceylan’ı, Gültekin Özerzurumlu’yu hatırlıyor sabık hafızam.
Camiamızdan da Demir Bilirdönmez’i, Celal Kaçtoğlu’nu, Yusuf Şenocak’ı.
Allah hepsine rahmet etsin, makamları cennet olsun.
***
Anlayacağınız…
“Gidirem” diyen koyuluyor yola.
Hani giden gitsin de…
“Kalan sağlar bizimdir” diyecek halimiz kalmadı artık…
***
Çünkü geriden kimse gelmez oldu.
***
Mevcudun önemli bölümü kenarda.
Kimi hasta, kimi köşesine çekilmiş, unutulmuş durumda.
***
Sorarım size:
Bir Nuri Güraksın’ı hatırlayan kaç kişi var acaba.
***
Dünya tatlısı, zerafet sembolü, yakışıklı bir dadaş.
Zaten tek kusuru da bu, “dadaş oluşu!”
***
Bu sebeptendir hatırlayanı pek yok.
Nuri Ağabey, tam 7 yıldır yatakta, hasta.
Rabbim şifasını versin.
***
Bugün anıları ile başbaşa olan o insanı ve hatta diğerlerini…
Ne bileyin taa Ankara’daki İhsan Coşkun Atılcan’ı…
Rasim Cinisli’yi, Selahattin Babüroğlu’nu, Sebahattin Aras’ı…
Dostlarımız Hami Akbaba’yı, Atila Ağrılı’yı…
Bar tutan, türkü söyleyen diğer dadaşları hatırlamak, sarmak, sarmalamak gerekmez mi?
***
Nerede bu şehrin yöneticileri, belediye başkanları, amirleri, müdürleri, sivil örgüt yöneticileri?
Böyle mi olur vefa, böyle mi olur kadirşinaslık ve sahiplenme duygusu!
Ne derler:
Düşmez, kalkmaz bi Allah!
***
Bugün onlara, yarın bize, size.
Bu ilgisizlik, bu vurdumduymazlık ve bananecilik böyle devam ederse, kim kimi hatırlar yarınlarda!
Bugün yaşayanların yanına kâr mı kalır vefasızlık!
Kimin aklına gelir falanı, filanı.
Gelmeyeceği ortada.
***
Hey gidinin yazısı…
Nerden nereye geldik.
Başlarken, sıçandan doğanların dağarcık kesmeye başladığı şu memlekette “tehlikenin ayak sesine” dikkati çekecektim güya.
Güya “ey ahali memleketine sahip çık” diyecek…
Görmüyor musun…
“Kaleler kuşatılıyor…”
“Kültür yokediliyor…”
“Sanat katlediliyor…”
“Türküler derlenmiyor…”
“Davul vurmuyor…”
“Dadaş coşmuyor…”
“Erzurum yanlızlaşıyor ve yanlızlaştırılıyor” diyecektim ya…
Vazgeçtim!
***
“Niye” biliyor musunuz?
Güneşin batmaya yöneldiği…
Ve daha çok “küçük yıldızlar”ın kendini göstermeye başladığı bir şehirde sizin gerçekleri haykırmanız çok da fazla bir anlam ifade etmiyor maalesef.
Adam “ben yıldızım” diyor.
Ne diyebilirsiniz ki…
Haklı!!!
…………
NOT: Gerek bu yazı ve gerekse Erzurum ile ilgi görüşlerinizi
www.facebook.com/profile.php?id=798844587’da paylaşabilir, tartışabiliriz. Kırmamak, incitmemek, belden aşağı vurmamak ve hepsinden önemlisi ortak bir paydada buluşmak kaydı ile.
Selamlar. ÖA.
Öztürk Akkök
Insanlar çaresizlik içinde, sorunlarına çözüm bulmak için hep bir kurtarıcı arar ama ne gariptir ki, kendisinin bir kurtarici olabilecegini hiç dusunmez. Örümcek gibi dertlerden bir ağ öreriz kendimize . Bunca yaşanmışlığı, ebediyete intikâl eden ve hayatta kalan şahitlerine, vatana, millete, aileye, eşe, arkadaşlara, dostlara bir armağan olarak sunalim, vefasiz olmayalim zira yuregi sevgi ve vefadir ayakta tutan. Geçmiş artık yeni bir oyunun önsözü sayılır derler, bu oyunda rol almak da varsin bizlerin kismeti olsun. Ne guzel denmistir; “Gunesi kaçirdim diye gozyasi dokerseniz, yildizlari da goremezsiniz..” diye. Rehberimiz vefali yureklerimiz olsun… Yıldızların rehberliği güneş battıktan sonra yaşayacaklar içindir…! Selamlarimla… Serap Durmazpinar Kuruhasanoglu / France