Yüksek Mahkeme’nin DTP aleyhine verdiği bu karardan sonra, süreç beklendiği gibi işlemeye devam ediyor: Bir yanda PKK öbür yanda kapatılan DTP aynı çizgide aynı hedefe doğru koşuyorlar! Besbelli ki ipler daha da gerilecek, sokaklar daha da ısınacak. Bunu görmek için kahin olmaya gerek yok. Fakat hakikat şu ki, Türkiye daha fazla bu atmosferi soluyamaz ve millet daha fazla bu tahrik salvolarını sabırla karşılayamaz.Bu sebeple, sağduyu şimdi herkesin ortak ilacıdır… Bu noktaya nasıl gelindi, kimler bilerek veya bilmeyerek vahim hatalar işledi; bütün bunlar artık geride kaldı. Yarına bakmalıyız ve yarınların bugünden daha beter olmaması için, asıl şimdi milli bir duruş sergilemeliyiz.
Tabii ki, tarihten de dersler çıkarıp ibret almalıyız ki, benzer hatalara yeniden düşmeyelim.
Ateşe benzinle giderseniz, alevleri daha da büyütürsünüz. Şu halde toplumun her kesimi elinden gelenden daha fazlasını yapmalıdır ki, yarın telafisi imkansız yanlışlara düşmeyelim.
Bu noktada kimse PKK’dan aklıselimi beklemiyor ama Kürt halkından teröre ve bölücülüğe karşı daha keskin bir duruş sergilemesini istiyor. Özellikle de geniş kitleleri alevlendirecek çıkışlara destek vermemesi gerekir ki, tansiyon düşsün.
Misal…
Bir liderde olması gereken en önemli vasıflardan birisi de, ileriyi görebilmek ve muhtemel gelişmelere göre pozisyon alabilmektir. Atatürk, bu yanıyla da çağdaşlarından farklıydı. O daha akademi öğrencisiyken, damı çökmek üzere olan imparatorluğa bakıp, enkazdan yeni bir devlet çıkarmanın hesaplarını yapabilmişti.
Hayalleri vardı ama gerçekçiydi.
Duygusaldı ama maceraperest bir romantik değildi.
Belki de O’nu, İttihatçılardan ayıran en büyük özelliği, gerçekle macerayı birbirinden ayırt edebilmesiydi. Yoksa aynı kaynaklardan beslenip, aynı kaygıları taşıyan İttihatçılardan farklı olabilir miydi?
Tehlikeyi görebilmek, doğru zamanda doğru hamleyi yapabilmek…
Atatürk pek çok olayda sadece haklı çıkmamış, aldığı önlemler sayesinde bir ulusun tarihine yön vermiştir aynı zamanda.
Sonuca ulaşan nedenleri bilmektir asıl marifet olan.
Sonuç zaten orada öylece duruyor çünkü…
Doğrusu merak etmiyor değilim; acaba Atatürk yaşasaydı 80’li yıllarda uç veren bölücü PKK hareketine bakıp, “Üç-beş çapulcu” mu derdi, yoksa bugün aldığı mesafeyi ta ilk günden göreceğinden, yılanın başını büyümeden mi ezerdi?
Aslında merakım yersiz…
Çünkü bu sorunun cevabını, Atatürk’ün eylem ve kararlarına bakarak çıkarmak mümkün. Şöyle ki:
Cumhuriyet’in ilanından sonra, Diyarbakır’da üç jandarma eri asiler tarafından şehit ediliyor. Güvenlik birimleri olaya el koyuyor ve asilerin yakalanıp hesap vermesi için ciddi bir çaba gösteriyor. Atatürk, olayı duyar duymaz İzmir programını kesip doğruca Diyarbakır’a geçiyor ve ilgililerle toplantı yapıyor.
Kendisine saldırıyla ilgili brifing verildikten sonra, odadakilere dönüp şunları söylüyor:
“Tamam, saldırının nasıl olduğunu, hangi saatte ve nerede yapıldığını, saldırganların kaç kişi olduklarını, hangi silahı kullandıklarını öğrenmişsiniz ama en önemli şeyi bilmiyorsunuz. Bu saldırıyı kim planladı, kim yönetti ve ileriye dönük neyi amaçlıyor? Bu soruların cevabı yoksa yapılan çalışma ciddi eksiklik taşıyor demektir.”
Yani sebep-sonuç ilişkisi…
Asilerin amacı yalnızca birkaç jandarma erini şehit etmekten ibaret olsa, mesele yok… Ama Gazi, fotoğrafa bakar bakmaz görüyor ki, saldırının arka planı başka oyunlarla kurgulanmış.
Vaktiyle nasıl ki, PKK için “üç-beş çapulcu” denildiği için tehlikenin boyutu ve ateşin derecesi anlaşılamadıysa, şimdi de benzer oyunların arkasında saklı olan tuzaklar iyi görülemiyor.
Örneğin, birkaç gün önce Kuzey Irak’ta “Kürdistan” adı altında yeni bir harita dağıtıldı etrafa…
Sözde müttefikimiz Amerika’nın eliyle yapılan bu saldırı, yalnızca üç beş soytarının ütopyası değil, iyi bir organizasyonun bilinçli bir ürünüydü.
Çünkü, haritada o bildik saçmalıklar bir adım daha ileri götürülerek, ‘Yeni Kürdistan’ın sınırları Karadeniz’i içine alacak şekilde belirlenmiş.
Buna göre, Erzurum zaten sözde yeni devletin içinde kalırken, Artvin ve Rize de kapsama içine alınmış!
Denilebilir ki, “Ne var canım bunda bu kadar abartacak.
Yıllardır buna benzer saçmalıklar vardı ve bundan sonra da olacaktır.
Hele hele de şu sıralarda artık iyiden iyiye geri teptiği anlaşılan ama ciddi bir taraftar bulabilen bu Kürt açılımından sonra, bu tür hamleler sıkça karşımıza çıkacaktır.
Habur ve sonraki gelişmeler de zaten süreci anlatmaya yetti de artı bile…
Soru şu:
Üç beş serseri bir harita çizdi veya Habur’da milleti rahatsız eden bir fotoğraf ortaya çıktı diye koskoca ülkenin sınırları mı değişecek, yapısı mı?”
Maalesef “haklısınız” diyemiyorum. Çünkü kazın ayağı hiçte öyle değil.
Tarihi tecrübeyle sabittir ki, böyle küçümser bakışımız ve işi ciddiye almayışımız yüzünden bugün PKK belası ile boğuşup duruyoruz. Bölücü başının ‘yol haritası’nı okuduk ve geçen süre içerisinde PKK’nın nereden nereye nasıl geldiğini gördük işte……
Ayrıca DTP’nin kışkırtması ile bir anda şehirlerin ne hale gelebileceğini de anladık.
Tam da aynı şey olmamakla beraber; ikisinin de nihai gayesi ortaktır.
Türkiye kalkıp da, birisi “Kürdistan” adı altında bir harita çizdi diye kimseye savaş açacak değil elbet; ama önlemlerini şimdiden almaz da işi eskiden olduğu gibi hafife alırsa, yarın büyük bir sorunla uğraşmak zorunda kalır.
Saksıdaki çiçeğin büyüdüğü nasıl ki an be an fark edilemiyorsa, bu nevi tehlikenin seyri de görülemiyor.
Sindire sindire, kanıksata kanıksata yapıyorlar…
Bir gün öyle bir hal alıyor ki, bu sefer de belanın büyüklüğü karşısında ciddi sıkıntılar yaşıyorsunuz.
Dün Kuzey Irak’ta etrafa saçılan o yeni harita ile 20 kusur yıl önce harekete geçen PKK arasında anlayış ve taktik olarak hiçbir fark yoktur.
İyi lider, ileriyi gören kişidir.
Gündelik siyaset ve günü kurtarma adına bu nevi tehlikeleri görmezden gelirsek, yarın o kadar geç olur ki, dört gözle görseniz bile değişen bir şey olmaz.
O harita, bir paçavra ve kağıt parçası olmaktan öte bir şey demektir.
Bir yanıt yazın