Günümüz dünyasında, teknolojik gelişmelerde neredeyse takip edilmesi zor bir çığır yaşanmaktadır. Çağımızda her şey baş döndürücü bir hızla değişmekte, akşamdan sabaha, bugünden yarına gündemin seyri farklı istikametlere, umulmadık mecralara doğru savrulmaktadır.
İlk çağlarda beden gücü ve cesaretin, iyi savaşçı olmanın, iyi silah kullanmanın cemiyetin erkek bireylerden istediği temel özellikler olduğu söylenebilir.
Orta Çağ’ın onayladığı insan tipi ise Batı’da şövalyelik ruhu, bizim dünyamızda da alperenlik ruhu olarak ortaya çıkan dindar kahraman tipidir. Bu kimseler dindar ve kahraman olmanın yanısıra; zayıfı âcizi koruyup kollayan, her daim haklının yanında olan yüksek insani değerlere sahip bir kişilik yapısı sergilerler.
İlk ve orta çağlarda birey; toplum ve onun değerleri adına yaşar, savaşır ve ölürdü. Bu anlayışa uygun yaşamak, şerefli olmak, toplumdan kabul ve saygı görmek demekti. Şeref duygusu, toplumların yükselen yegâne kıymet hükmüydü.
İlk ve Orta Çağlarda değişim yavaştır. Alışılmış kalıplar, genel geçer kurallar zamana yedirilerek, hafif hafif esnetilerek kırılırdı. .
Rönesansla birlikte çarklar hız kazanmaya başlar.
XVII. Yüzyılda Descartes’le başlayan Akılcılık akımı ve onunla ortaya çıkan yeni fikri oluşumlar; ciddi bir zihniyet değişimine yol açar. XVIII. Yüzyılda gerçekleşen Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi’nin ardından baş gösteren Pozitivist akım; aklı ve maddeyi öne çıkaran ve maddi dünyanın sırlarını bilgi gücüyle çözmeyi hedefleyen bir bakış açısı getirir. Gerçekten de pozitif ilimlerin önem kazanmasıyla; birbirini doğurup besleyen bir şekilde keşif ve buluşlarda patlamalar yaşanır. İnsanlık, maddi dünyanın bilinmezlik perdelerini bir bir sıyırdıkça, yeni bilinmezleri çözme yolunda da bir adım atmış olur. Bilgi üretebilenler ve bilgiyi teknolojiye dönüştürebilenler; giderek sadece güç, para ve itibar kazmakla kalmayıp insanlığın kaderinde hakim rol oynamaya başlarlar. Böylelikle Dünya, bilgi ve paranın gerçek bir değer olarak öne çıktığı acımasız bir rekabet ortamına, hızlı bir değişim rüzgârına kapılma yoluna girer. Yerküre üzerinde etkin bir şekilde var olma ve varlığını sürdürmenin de kaçınılmaz şartı; bu yarışın aktörlerden biri olmayı gerekli kılar. Batı’ya endekslenen, ona ayak uydurabildiği, ona paralel yürüyebildiği ölçüde kendini medeni dünyanın bir parçası sayan Doğu da ister istemez bu akıntıya kapılmaya, pay ve rol kapmaya çalışır.
Bu yaklaşım; dünyanın öznesi olan insanı, dünyanın nesnesi haline getirdiğinden, birey bilebildiği ve üretebildiği ölçüde toplumdan kabul ve saygı görmeye başlar.
Bütün bu gelişmeler; pozitif ilimler dediğimiz fen bilimlerinin önem kazanmasına sebep olur. Ülkeler bu alanda ciddi yatırımlar yaparak, zeki ve kabiliyetli çocuklarının bu dallara yönelmesini sağlarlar.
Bu zihniyetin bir yansıması olarak “İnsan Bilimleri” diye adlandırılan ilimler göz ardı edilmiş, bir anlamda da küçümsenmiştir. İtibarı düşük, maddi getirisi az olan bu dallar; ancak fen sahalarında başarı gösteremeyenlerin seçtiği ikinci sınıf eğitim alanları olarak görünmüşlerdir. Ülkemizde “Fen Liseleri” yıllardan beri faaliyet gösterirken, “Sosyal Bilimler Liseleri” yeni yeni açılmaya başlanmıştır.
Oysa beşerî ilimlerin konusu olan insan, bizatihi bir değerdir. Bizim kültürümüzde insan,“eşref-i mahlûkât” (=yaratılmışların en şereflisi)dir. Onun hayata kattıkları ve ürettikleri ise artı değerdir. İnsanı; ihmal ederek, kendi bireyselliği içine hapsederek ve üretimin bir parçası haline getirerek bir yere varamayız. Zira ilim, sanat ve dünyadaki her şey insan içindir. İnsan araç değil, amaçtır. İnsana mutluluk getirmeyen, beşerin hayrına hizmet etmeyen bilgi, ters tepen bir silah gibidir. Sanattan felsefeye, bilimden teknolojiye kadar bütün insan yapıp etmelerinin tek bir hedefi olmalıdır : İnsan neslinin daha mutlu ve insani anlamda gelişmiş bir şekilde devamını sağlamak… Bu amaca hizmet etmeyen her bilgi ve uygulanmanın sorgulanması gerekir. Nitekim modern zamanlar banilerine çok ağır bedeller ödetmeye başlamıştır.
Ekolojik dengeleri bozmanın, genetik yapıyla oynamanın, canlıları kendi tabiatının tabii seyrinden çıkaran uygulamalara girişmenin kısa, orta ve uzun vadeli sonuçları üzerinde detaylandırılmış çalışmalar yapılmış mıdır?
Yoksul ülkelerde çocukların açlıktan ölmesini önleyemediği halde, teknolojiyi ileri derecede etkin silah üretimi için kullanan bir anlayış gerçekten medeni midir?
Devamlı surette bir üst modeli üreterek silahlanma yarışında rekabeti ve ticareti körükleyen “vahşi kapitalizm” gerçekten ulaşılması gereken bir hedef midir?
Reklam ve pazarlama ve özenti unsurlarının ateşlediği gözü kara bir üretim ve tüketim çılgınlığı insanoğlunun saadetine ne ölçüde katkı sağlayabilir?
Kimyevi ve nükleer atıklar ve manyetik kirlilikle doğal hayatı ve insan sağlığını tehdit eden, uzayı bile çöplüğe çeviren bir yapılanış tarzı gerçekten ileri midir?
Senaryo üstüne senaryo yazarak üzerinde hesap yaptığı ülkeleri işgal eden, çoluk çocuk, asker sivil demeden masumların ve mazlumların canını alan bir zihniyet gerçekten çağdaş mıdır?
Her yaptığı mübah sayılan, her yanlışının üstü örtülen hakim güçlerle, onlara destek çıkan paydaşları gerçekten gelişmiş midir?
“İnsan hakları” kavramını işine geldiği gibi yorumlayan, kendisinden olmayanı reddeden, yok sayan veya ona her türlü zulmü ve hakareti reva gören bir anlayış ne kadar moderndir?
Utanç levhaları ile kuşatılmış bir yeryüzü arenasında Birleşmiş Milletler, Nato, Avrupa İnsan Hakları Mahkemeleri gibi kuruluşların sadece sembolik, göstermelik veya yanlı olduğunu düşünmek kötü niyetli bir yaklaşım tarzı sayılabilir mi?
Bu minval üzere artırılabilecek soru silsilelerinden hareketle net bir fikre ulaşabilir.
Çağımızda bulunduğumuz noktanın insanlık açısından bir tıkanmışlık noktası olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Menfaat duygusunu her türlü insani ve ahlaki değerin üstünde tutan zihniyetin modern, ileri, gelişmiş, çağdaş gibi yaftalarla anılması ise sadece bir insanlık ayıbıdır
“Nerede yanlış yaptık” diye düşünmenin zamanı geldi de geçmekte..
Zamanımızda hadiselerin sağanaktan boşanırcasına üzerimize yağması, hayatın dolu dizgin yaşanıyor bulunması, durup da nefes almamıza “neler oluyor” dememize fırsat tanımıyor. Bu devamlı koşuşturma hali, dünya ile kendi aramıza bir mesafe koymamıza, olup bitene uzaktan bakmamıza, sağlıklı yorumlar yapmamıza engel teşkil ediyor.
Üzerinde yeterince yoğunlaşamadığımız insan gerçeğini; doğru okumalarla bize anlatacak, dünyayı topyekûn kucaklayacak, parçayı bütünün içinde görebilecek beşerî ilimcilere, çağın önünde giden fikir ve siyaset adamlarına, sağ duyu sahibi entelektüellere, âkil adamlara, kanaat önderlerine ihtiyacımız vardır.
Bu amansız yarışın; her türlü etik ve estetik değeri yok etmesine izin vermeyecek, barışı, dostluğu ve paylaşmayı savunacak sosyal bilimcilerin gür sesli ve aktif olması gerekmektedir.
Mevcut enerjilerin, bilgi ve tecrübe birikimlerinin, eldeki imkânların insanlığın ortak refah ve mutluluğu için harcanmasını sağlayacak bilge sosyal bilimcileri bir an önce yetiştirmek mecburiyeti söz konusudur.
Belkıs Altuniş Gürsoy
Sayin Belkis hanim, son derece onemli bir konuda her satiri tekrar tekrar okunarak uzerinde dusunulmesini gerektiren ve basariyla insanin icini titreten bir yazi yazmis. “Nerede yanlis yaptik diyor?” Bana gore, bunun cevabini , yine kendisinin de ima ettigi gibi, giderek benimsedigimiz ve hatta imrendigimiz modernlesmeyi yegleyen ve sadece bunu destekleyen teknolojiye adeta ibadet edilen bir devreye girerek icimizdeki su anda benim varligini hissettigim titremeyi saglayan alevi sondurduk de arayip-bulabilirz. Bu yazinin ice sindirilerek okunmasi kendi basina bir tedavi bana gore. Insan kendini ve icindeki ve herkeste degisik bicimde dogan ve buyuyen alevi unuttu ve disardan gelen ve insani degerler bakimindan son derece gucsuz olan mum isigi ile yasamayi secti. Ancak bu hizli yanlis gidis yaninda hala sonmekte olan aytesin kulleri arasindaki kivilcimlar yasiyor. Bunlarin bir kismi gecmisimizde, bize ait kulturumuzde ve de kucuk yerel topluluklarda mevcut. Sadece bir uflemeyi gerektiriyor. Bunu hem halkin kendisi asagidan ve de yukaridaki bulutlari dagitmak ve halkin ustune asit yagmur yagdirmalarina mani olmak icin yeni tip beseri degerleri maddi degerlerin denetcisi olmaya yoneltecek yeni tip yoneticilere gerek var. Bunlar da nekadar yerelden cikar ve/veya yereli iyi tanimakla ise soyunurlarsa o kadar ulke insani ile kaynasarak ve karsilikli anlasarak ve eskinin iyisini yuze cikararak toplumu icinde kalan kivilcimlardan yeniden doguracaktir. Bunun icin en onemli baslangic noktasinin, bugunun ebeveynlerini bilinclendirmek ve gunumuze kadar gelebilmis iyi ve insani degerleri gelecek nesillere aktarmaya hazirlamak iyi olur diyecegim. Gulsum Hoca’ya bu onemli ogretisi icin tekrar tekrar tesekkur edelim.